![](resimler/makale/buyuk/353_040520200116_646644822.jpg)
Yusuf Kandil
2014 yılındaki 6-8 Ekim Olayları’nda Diyarbakır’da arkadaşlarıyla kurban eti dağıtırken PKK tarafından şehit edilen Yasin Börü’yü, kendisinin ölümü üzerine görülen davanın avukatı Hasan Bozdaş ile konuştuk. Yasin’in ahlakı, gençliği, dönemin konjonktürü, dava süreci ve daha bir çok ayrıntıyı röportajımızda okuyabilirsiniz.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Yasin Börü ile nasıl tanıştınız?
Yasin’le tanışmadık, Yasin’in katlinden haberdar olduğumda Kayseri’de stajyer avukattım. Katledildikleri gün bayramın üçüncü günüydü sanıyorum, babamla sabaha kadar uyuyamamıştık, sosyal medyada şehitlerin naaşlarının fotoğrafları paylaşılıyordu, pek çok yerde insanlar mahsur kalmıştı, binalar ateşe veriliyordu. Yaşadığım endişeyi hatırlıyorum, bu çocukların haklarını müdafaa etmeyi temenni etmiştim, Allah bunu nasip etti...
Süreci takip eden bir avukat olarak şehit Yasin Börü’yi nasıl biliyorsunuz peki? Hakkında neler söylersiniz?
Yasin, 6-8 Ekim olayları olarak adlandırdığımız dönemde Diyarbakır’da muhtaçlara kurban eti dağıttığı sırada PKK’lı canilerin saldırısına uğrayıp arkadaşları ile birlikte vahşice katledildi. Katledildiğinde lise öğrencisiydi, diğer şehitler de çok gençtiler. Belki kendi katillerinin ailelerine dahi o gün kurban eti ulaştırmışlardı, hayır üzere iken ve Müslüman oldukları için katledildiler.
İbadetine Çok Düşkün Bir Çocukmuş
Okul arkadaşlarından, aile fertlerinden dinlediğim kadarıyla Yasin oldukça içine kapanık, kendi halinde, yaşından daha olgun davranışlar taşıyan bir çocukmuş. Okul arkadaşları simasında her zaman tebessüm olduğunu, davranışlarına çok dikkat ettiğini söylediler. İbadetlerine de oldukça düşkünmüş, lise öğrencisi iken sünnet oruçlarını tutan bir çocuktan söz ediyoruz.
6-8 Ekim olaylarını dinlesek biraz da sizden? Bu süreç nasıldı?
6-8 Ekim 2014 tarihleri, insanın vahşette ulaşabileceği zirveyi göstermesi açısından mühim bir takvim aralığı. O gün, sözde Kobani için ayaklanan güruh, pek çok yeri savaş alanına çevirdi ve unutulmayacak katliamlar gerçekleştirdi. Giyimi, uyruğu, sakalı, mensubu olduğu derneği ve başka birçok faktör sebebi ile onlarca insan PKK’lı çetelerin saldırısı sonucunda katledildi. Güneydoğu’da Müslüman bir topluluk istemiyorlardı, felsefeleri kendilerinden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımıyordu, onların anlayışında öteki diye bir kavram bulunmuyordu; 6-8 Ekim Olayları da bunu net bir şekilde özetledi. Onlarca kişinin katledildiği bu saldırılarda yüzlerce kişi yaralandı; ev, işyerleri, dernek binaları, parti binaları, kamu kurumlarından oluşan binlerce yapı kundaklandı, yağmalandı. Bununla birlikte devlet içerisinde kaostan beslenen yapılar da, kolluğun hatta itfaiyelerin dahi olaylara, cinayetlere, yangınlara müdahalesini engelledi ve bu acı tablo ortaya çıktı.
Peki sizce Yasin özelinde bölgede Müslümanlara verilmek istenen mesaj neydi?
Dediğim gibi PKK’nın kuruluş felsefesi, başka varlıkların yokluğu için mücadele etmek üzerine. Kendisinden başka hiçbir siyasi ya da ideolojik gruba tahammül etmesi mümkün değil. Hele ki bu yapının temelinde, dini tamamen reddeden ve seküler bir düzen arzulayan hatta bunun için kendisine biat etmeyen alimleri, imamları katleden; toplumu ifsat etmekten çekinmeyen bir anlayış var. 6-8 Ekim olaylarının tek muhatabı vardı, Güneydoğu’da yaşayan Müslümanlar. Saldırıya uğrayan parti binaları, saldırıya uğrayan dernekler, saldırıya uğrayan evler, katledilen insanların kimlikleri bunu net bir şekilde gösteriyor. PKK, kendi ideolojisini dayatamadığı hiç kimseyi Güneydoğu’da istemiyor, bu yüzden öncelikle İslam’ı yaşamaya çalışan kesimleri hedef alıyor. On yıllardır bunun pratiğini gördük.
İyiliği Cezalandırdılar
Hem davaya hem de medyada hâlâ yer alan bazı haberlere, bilgilere binaen kamuoyuna neler söylemek istersiniz?
Yasin ve arkadaşlarının katledilmesi, iyiliğin cezalandırılmasıydı aslında. Ama bize o kadar büyük bir miras bırakmış oldular ki bugün yediden yetmişe herkes Yasin’i ve arkadaşlarını duyunca duygulanıyor, gözyaşı döküyor ve katillerine lanet okuyor. Mücadeleleri ve misyonları hepimize örnek oldu, toplumsal kaynaşmaya da vesile oldu, Türkiye’nin farklı illerinden yüzlerce avukat Yasin’in ve arkadaşlarının hakkını müdafaa etmek üzere bizimle omuz omuza çalıştı. Onlarca sivil toplum kuruluşundan temsilciler, siyasiler, üniversite öğrencileri bizi hiç yalnız bırakmadı. Bu misyon üzerine yetişecek bir neslin dünyayı ihya edeceğine inanıyorum.
Burada aileyi de sormak istiyorum... Çocuklarını kaybedeli tam 5 yıl olmuş. Dava avukatı olarak bu anlamda ailenin duygularını öğrenebilir miyiz?
Aileler çok yıprandı, evlat acısı bir yana bunun bir vahşetle yaşanması, yıllarca süren hukuki mücadele, tatmin etmeyen netice, basının sürekli olarak kapılarını aşındırması, siyasilerin siyasetlerinin her sıkıştığı noktada kendi ihmallerini görmeden şehitlerin adını anmaları onları yordu, yoruyor. O yüzden çok fazla görünmek, konuşmak istemiyorlar; acılarını yaşamak istiyorlar, acılarını tazeleyen her şeyden uzak durmak istiyorlar.
Fakir ailelere kurban eti dağıtan bir genç, sizce kendinden sonraki nesillere nasıl bir mesaj verdi?
Ayet sabittir, şehit olmak için Allah yolunda öldürülmek gerekir. Yasin ve arkadaşları, bir sünneti eda ederken katledildiler; onların kimliği ellerinde taşıdıkları kurban poşetleriydi. Çehrelerindeki temizlikti. İnsanlara, bir metropolde iyilik yaparken de şehit olunabileceğini anlatmış oldular, insanlar ibret almak isterse bunda pek çok ibret saklıdır.
Son olarak Yasin Börü davasında çıkan karar sizi ve aileyi memnun etti mi? Bu dava için beklentiniz neydi?
Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesine ilişkin süreç, pek çok hukuki fiyaskoyu içinde barındırdı. PKK militanlarının sokaklarda cirit attığı 3 gün boyunca, Diyarbakır’da polisin karakoldan çıkmadığı bir süreçten söz ediyoruz. Dönemin Diyarbakır Valisi, “Polisi gönderseydik şehit verirdik” açıklaması yapıyordu... Polis, gelen ihbarlara lakayt şekilde cevap veriyor ve insanların ölmesini hiç kimse umursamıyor. Evinizde dahi can güvenliğinizin olmadığı günler. Silahlı polis, silahlı teröriste karşı silahsız vatandaşı korumadı. Vatandaş devletin içindeki karanlık odakları, derin yapıları bilmez. Vatandaş devleti bilir. Devlet, o günler için vatandaşına pek çok şey borçluydu ve ödemedi.
FETÖ’cü odaklar bu işin bir tarafındaydı, çözüm sürecinden ötürü pek çok ihmal gösterenler başka bir tarafında. Nihayetinde kaos günleri yaşandı. Herkes kendi menfaatine olacak şekilde delilleri kararttı. MOBESE kameralarının görüntülerinin kaydedilmemesinden tutun, saldırıya uğrayan karakolların güvenlik kamerası kayıtlarının saklanmamasına; olay yerinde DNA incelemesi yapılmamasından tutun, ajanslarda bulunan olay yeri görüntülerinin mahkeme dosyasında bulunmamasına, gizli tanık olması gereken itirafçıların kimliklerinin basına sızdırılmasına...
Göz Yumanlar Ceza Almadı...
Bu kadar ihmalin olduğu bir soruşturma sadece tetikçiler için yapıldı; onları sokağa çağıranlar, halkı terörize edenler yıllarca haykırmamıza, onlarca başvuru yapmamıza rağmen soruşturulmadılar. İhmal gösteren ne mülki ne kolluk amirleri yargılanmadılar. Dolayısıyla dosyada sadece tetikçiler cezalandırıldı, tetikçileri kullananlar ve onlara göz yumanlar değil.