
Secdesiz insanlara hayran olanlarla karşılaşıyorum. Zalime, kafire övgüler düzen bir şairi sevemem ben mesela. Kelimelerin manalarını çarpıtarak hakikate savaş açanlara hoş bakamam.
Müslümanın öfkesi, buğzu deyince siz ne anlıyorsunuz? Neler canlanıyor gözünüzde?
Öfke pek tavsiye edilmiş değil. Hacı Bektaş-ı Veli Makalat isimli eserinde “Öfke gelince akıl gider.” der. Bu yine de öfkelenmeyeceğiz anlamına gelmiyor. İnsan o duruma istemeden düşüyor çoğunlukla. Öfke ile kızmak, buğzetmek arasında fark var mıdır, nedir; ona bakmak lazım. Ebu Hilal El Askeri’nin çok kıymetli eseri “Farklar Sözlüğü”nde öfke ile irtibatlı olarak buğuz, gazab, gayz, kerahat, nefret, adavet, hard, kaşih, şenean, hasım, intikam ve iştiyat kelimeleri karşılaştırılır, aralarındaki farklar anlatılır. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü’nden öfke kelimesi için Azerilerin gazap, hırs kelimelerini; Başkurt Türklerinin asıv ve üpke; Kazakların aşuv ve kahar (kahır); Kırgızların açu (acı); Özbeklerin gazap, kahır; Tatarların açu ve üpke; Türkmenlerin gahar, gazap; Uygurların öpke ve renciş kelimelerini kullandığını öğreniyoruz.
İnsan kime/kimlere karşı, hangi ölçüler ve ilkeler bazında daima buğuz içinde olmalı?
Allah ve Resulüne düşman olanlara karşı düşmanlık etmeli. Buğzetmekte kalmamalı. O imanın en zayıfı. Düşmanlık etmeli. Allah ve Resulünü bilmeyenlere değil, düşmanlarına karşı düşmanlık etmeliyiz. Buğuz halini daha çok gücümüz yetmeyene yaşayabiliriz. Günümüzde çoğumuz keyfimiz için, nefsimiz için gücümüzün yetmeyeceğini baştan kabullenerek buğuz aşamasına razı oluyoruz. Burada işin kolayına kaçmak var. Evet, gücümüzün yetmediği doğrudur fakat yetmeyen gücümüz değil, iman gücümüz.
Mü’min ilkelerini terk etmez. Zulmetmez. Öldürürken güzel öldürür, zarif şair Cahit Zarifoğlu’nun deyişiyle. Algı oyunlarına kurban etmez, ettirmez kendini. O mü’minler insan güzelleridir. Kafirlere dehşetli görünürler. Ve kafirlerin tesiri altında kalanlara da...
Ölçümüz Allah nelere kızıyorsa onlara kızmaktır.
Kültürel anlamda, bugünün Türkiye’sinde kime karşı, niçin öfkeli olmalıyız? Kimden yana olmalıyız?
Hayata alışmamayı öğrenmeliyiz. Alıştıkça sıradanlaşıyoruz. Sevmememiz gereken şeyleri sevmeye başladığımızı fark edemiyoruz bile. Prangalarını fark etmeyen insanımız hiç az değil. Prangasına aşık olanları bile görüyoruz. Secdesiz insanlara hayran olanlarla karşılaşıyorum. Zalime, kafire övgüler düzen bir şairi sevemem ben mesela. Kelimelerin manalarını çarpıtarak hakikate savaş açanlara hoş bakamam. İnsanın büyük sorumluluğunu fark etmeye yanaşmamakta ısrar eden kişilere ne derece meşhur, kıymetli görülseler bile gram değer vermemeyi tercih ederim. Allahın kınadığı fiilleri özgürlük adı altında yapan bir sanatçıya değer vermektense Allah’ın razı olacağı işleri yapmaya çalışan mütevazı bir insan çok daha kıymetlidir benim için. Firavun, Nemrud, Bel’am, Tağut, Haman, Deccal ve Şeytan’ın bilumum dostları ve onların çağdaş temsilcileri bizim düşmanımız olmalı.
Kızdığımıza gerçekten Allah için kızabiliyor muyuz, yoksa kendi kabalığımızı, anlayışsızlığımızı mı yansıtıyoruz? Bu hassas konuda ince çizgiler nelerdir?
Allah Resulü sevgisi ile dolu bir yürekten kabalık, anlayışsızlık sadır olmaz. Allah için kızabilenler içimizi beslerler. Bizi kendilerinden ve Allah’tan uzaklaştırmazlar, aksine daha da yaklaştırırlar. Köylü mü’minleri kaba görenlerle karşılaşıyorum. Muhabbet-i Resulullah ile dolu biri köyde ise saraylardaki adab-ı muaşeret hocalarından daha kibar, daha ince biri olur.
Yaşadığı ulus devletin tanımlarını fazlaca benimseyenlerde, yani kendini Allah’ın boyası ile değil de yaşadığı devletin boyası ile boyamaya kalkışanlarda da Allah için kızmanın yerini başka şeyler için kızmalar ve sevinmeler alabiliyor.