
İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım ile dosyamız bağlamında öfkeyi, buğzu, zalimleri ve mazlumları konuştuk.
Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bu sayımızda dosya olarak “buğuz” meselesini gündeme getirmeyi diliyoruz. Siz öfke, buğuz deyince ne anlıyorsunuz? Neler canlanıyor gözünüzde?
Buğuz deyince aklıma ilk gelen kalben nefret edilmesi gereken düşünce ve eylemlerdir. Aslında Müslümana buğzetmek yakışmaz, ama bizler Müslümanlar olarak hayat tarzımız olan İslam’ın öngörmüş olduğu ilkeleri yaşamaya çalışırken, sarılmamız ve kaçınmamız gereken ilkeleri öncelemek durumundayız. Bu ilkelerin çiğnendiği, hakarete uğradığı veya dışlandığı her türlü durum kalben buğzetmemizi gerektirir.
İnsan kime/kimlere karşı, hangi ölçüler ve ilkeler bazında daima buğuz içinde olmalı?
Bu konudaki temel ölçülerimiz ve ilkelerimiz tabi ki keyfi arzularımız veya kişisel fantazilerimizden ziyade Kur’an ve Hadis eksenli şekillenmelidir. Hayat kitabımızın Allah’a isyan getiren her türlü fiil ve düşünceye karşı buğzetmemiz konusundaki yönlendirmesi bizim için temel ölçüdür. Bunun yanı sıra, her birimiz bir toplumun ferdi olduğumuz için, yaşadığımız toplumun maslahatlarına zarar verecek her türlü girişime karşı da buğuz hissi ile davranmamızda bir sıkıntı olmaz diye düşünüyorum.
Nelerin öfkesini nasıl bir kıvamda taşımalıyız yüreğimizde?
Küfre karşı, nifaka karşı, fitneye karşı tavizsiz bir öfke taşımalıyız. Hata yapanlara karşı değil onların hatalarına karşı içimizde tepki olmalı. Yani kötü eylemin kendisinden nefret etmek ile o eylemi yapan kişiyi ayrıştırabilmeliyiz. Yarın bir gün bu eyleminden vazgeçtiğinde o kişiyle bir sorunumuz kalmayacaktır. Ama yapılan kötü fiil hâlâ kötü kalmaya devam edecektir.
Soylu öfke ile yersiz kızgınlık arasında nasıl bir fark vardır? Bunu nasıl ayırabiliriz?
Biri merhamet sahibi bir davetçinin ulvi bir dava için duyduğu histir, diğeri ise küçük dünyasının efendisi olmaya çalışan sıradan bir kişinin davranışıdır. Kızgınlık duyduğu şeyler, insanın değer ölçülerini de gösterir.
Zalim nedir, mazlum nedir?
Zalim, hem kendi hem de diğer insanların yaratılış amacına aykırı hareket eden her kişidir. Mazlum, elindeki tüm çareleri tüketmiş kişidir.
Dünyanın zalimleri ile aramızdaki ilişki ne durumda olursa “makbul” bir çizgide olduğumuz söylenebilir?
Bunu bir nehrin iki yanı gibi düşünebiliriz. Zalimler nehrin bir yanında ise biz kesinlikle diğer tarafta olmalıyız. Yani bir Müslümanın zalim ile aynı düzlemde olması söz konusu olamaz. Ne zaman zulme son verirlerse onlarla aynı kıyıda buluşabiliriz. Kanaatimce en makbul çizgi budur.
Zalimlere karşı içimizde nasıl bir öfke beslemeliyiz?
Öfkemiz onların zulmünü önlemek için olmalı. Bu öfke bizim intikamcı bir ruh haline değil ıslah edici bir duruma yöneltmeli. “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım ediniz” ilkesi bu konuda iyi bir yol göstericidir. Zalim olana nasıl yardım edelim diye sorulunca Peygamberimiz, “Zulmüne mani olarak.” demiştir. Zalim kişi Müslüman kardeşimiz olduğunda ıslah yöntemi en doğru olandır. Eğer zalim kişi üstelik Müslüman da değilse, o zaman “önce elimiz ile, olmaz ise dilimiz ile” zulmüyle mücadele etmek gerekir. Bunların ikisini de yapamıyor ise o zaman buğzederek ona karşı tavır almalıyız.
Müslüman için “ebedî düşman” var mıdır?
Sanırım şeytan ve sürekli isyanı emreden nefis bizim ebedi düşmanlarımız olsa gerek. Bu ikisi dışında her kişinin bize bir gün dost olma ihtimali vardır diye düşünüyorum.
Yeryüzündeki kötülükler, katliamlar, haksızlıklar vs. karşısında umursamaz bir tavır içinde olmak ne manaya geliyor?
Dünyayı maddi ve manevi olarak imar etme sorumluluğumuz bulunuyor. Bir yandan maddi olarak dünyayı imar ederken, öbür yandan insan hayatını, nesil emniyetini, aklı ve dini koruyacak manevi imarı yapmalıyız. İmar ederken dünyada adalet anlayışına göre bir yönetim tarzı oluşturmalıyız. Bir de şahitlik yapacağız, yani kim adil davranıyor, kim adil davranmıyor? Kim insan fıtratına uygun hareket ediyor, kim insan fıtratına uygun hareket etmiyor? Hareket etmediğiniz müddetçe hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Değişim hareketle başlar. Ama hareketten önce aklı kullanacaksınız, plan yapacaksınız, strateji oluşturacaksınız, kadrolar yetiştireceksiniz. Sonra da hareket edeceksiniz, değiştireceksiniz. Bazen bunların hepsini aynı anda birlikte yapacaksınız. İşte bütün bunları yaparken dünyayı iyi tahlil edip iyi tahmin edeceksiniz.
Genç insan en çok kime neden öfkelenmelidir?
Allah’a isyana öfke duymalı. O’nun varlığını, birliğini ve rabliğini inkar edene öfke duymalı. Ama az önce söylediğim gibi bu öfke kişiselleştirilmeden, sadece yapılan eyleme yönelik bir tepkidir. Eyleme olan öfkemiz, bizi o kişinin ıslahı için çaba göstermekten alıkoymamalı.
Siz hangi durumlar karşısında çok öfkelenirsiniz?
Tabii ki öncelikle zalimlere, sonra kendilerine zulmedildiği halde sesi çıkmayanlara, üçüncü olarak da bir zulüm gördüğü halde onu engellemek için cehd göstermeyenlere.