
Hasan Aycın sadece çizerliği ile değil, duruşuyla da hepimiz için önemli bir isim. 1978`deki ilk çizgisinden bu yana sanatıyla hayatımızın tam ortasında. Etkisi kuşaklar boyu sürdü, sürmeye devam ediyor. Kendisiyle bereketli ömrünün arkasında neler yattığını, günlerini nasıl geçirdiğini, kimlerden etkilendiğini, gençlerin kendi sesini nasıl bulacağını ve daha pek çok şeyi konuşma imkanı bulduk.
Sanat hayatınızın 41. yılındasınız. Allah hayırlı uzun ömürler versin. İnşallah uzun yıllar sizlerden istifade etmeye devam ederiz. Şu soruyla başlamak isterim sohbetimize, siz hem bizim neslimiz için hem de bizden önceki nesiller için müstesna bir yerdesiniz. Hemen her kesimden insanın saygı duyduğu bir isimsiniz. Bugünlerde sizin bu yönünüze sahip öncüleri bulmakta zorlanıyoruz. Bunu bir başarı olarak görür müsünüz? Varsa böyle bir başarı, neye bağlarsınız?
İnşallah öyledir. Ben de öyle olsun istiyorum. Müslüman camianın bütünüyle barışık olmayı seçen birisiyim kendi hayatımda.
Sanıyorum şöyle bir şey var, 3 Şubat 1978`di benim ilk çizgi yayınladığım tarih. Yeni Devir Gazetesi idi. Bugün pek bilinmiyor ama o zaman bence Türkiye`nin entelektüel katsayısı en yüksek gazetesi sayılırdı. Şükür, bu Müslümanların çıkardığı bir gazete idi. Bugün eli kalem tutan birçok insanın adeta yazı hayatına başladığı bir yerdi Yeni Devir. Ben de hasbelkader başlamış oldum. Kendimi biraz sanata, edebiyat camiasına daha yatkın ve yakın buldum. O camianın içindeydim. Yıllar içinde edebiyat dergileriyle biraz haşır neşir oldum. Sanat hayatımı biraz Necip Fazıl`dan tevarüs ettiğimiz bir çizgi üzerinde konumlandırıyorum. Onun akabinde Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim (Özdenören) ve Cahit (Zarifoğlu) beylerden sonra bizim kuşak bu yol üzeredir.
Bu saydığınız isimlerin çizgisinde mi konumlandırıyorsunuz kendinizi?
Öyleyim zaten. Orada buldum kendimi ama hikaye ya da şiir yazmak elimden gelmiyordu.
Hikaye-şiir denemeleriniz oldu mu ilk yıllarda?
İmam-hatip okulundayken yazdığım şiirlerim vardı. Hatta bir roman karalamam vardı taslak halinde. Ama bir dosya olarak sayabileceğim bir tek şey vardır. Bugün akıbetini bilmediğim, benim de merak ettiğim, güzel bir biçimde daktiloya çektiğim ve ciltletmiş olduğum bir çalışma idi. Kur`an`ın Hz. Musa ve İsrailoğulları üzerine açtığı pencereye baktığım bir metindi.
41 yıldır bizim camianın, Müslümanların çıkardığı dergilerde, daha çok sanat-edebiyat dergilerinde yetişebildiğim kadar çizdim. Çünkü çizer yoktu bizde. Sonradan fark ettim ki bu bana avantaj sağlamış, çünkü dergiler yazarlarını kıskanıyorlar. Halen de kıskanırlar. Bir edebiyat dergisi şairini kıskanır, başka bir dergiye kaptırmak istemez. Başka bir dergide şiir yayınlamasına hoş bakmaz ama bana hep hoş görülmüştür. Bu da belki sizin söylediğiniz saygı meselesini oluşturdu.
Şu dergi, şu anlayış bana yakın, sadece oralarda çizmek isterim, başka yerde görünmek istemem anlayışınız da olmamış görebildiğimiz kadarıyla. Bir dergi sizden çizgi istediğinde neyi önemserdiniz/önemsiyorsunuz?
Yayın politikalarından ziyade isimlere önem veriyorum. Yeni bir dergi geldiğinde hatta gazete söz konusu olduğunda “Kimler var?” diye soruyorum. Beraber olmayı seçtiğim insanlardan oluşan yerlerde çizmiş oldum genelde.
41 yıllık dolu dolu bir maziye dönüp baktığınızda nasıl bir hissiyat içerisindesiniz? Bütün bir ömrünüzü bereketli görüyor musunuz?
Elhamdülillah derim. Pişmanlıklarım elbette var, umutlarım ise her zaman çok yüksektir. Pişmanlığım var ama hamdolsun yeis hali hiç yaşamadım. Ümitsizlik yok... Pişmanlık olarak, keşke yazıya daha önce başlamış olsaydım derim mesela. Okul hayatım, ilkokul sonrası imam-hatip, lisede, üniversitede çok başarısız bir öğrenciydim. Keşke başarılı olsaydım. Hep takarak, uzatarak, kalarak; orta derecelerle, paçayı kurtararak mezun olmuş oldum. Keşke bu konularda daha mahir olsaydım, olabilseydim.
Okumalarımı savruk yaptım. Keşke bu konuda biri bana destek olsaydı. Kitapları okurken, bana kendisini okutan kitapları okudum. Altını çizerek okudum. Keşke notlayabilseydim. Notlar alarak disiplinli bir okuyucu olabilseydim gibi şeyler söylerim. Sıkıntılı evrelerim, dönemlerim oldu. Ama bu durum çok okumaktan kaynaklanan bir şey değildi. Çok zorlamaktan kaynaklanan şeylerdi. Keşke daha disiplinli bir okuma hayatım olabilseydi. Halen de öyledir. Dağınık ve savruk bir yanım vardır.
Her çizgiye, her attığım imzaya eser diyorsak sanıyorum 2 binin üzerinde çalışmam oldu. Bunu bir başarı gibi görmüyorum, görmemek lazım. İnsan kendi hayatında sürekli konuşur, konuşur gibi yazabilenler vardır, onlar da yazarlar. Benim çizgilerimin de öyle bir tarafı var. Yapabildiğim şeyleri zorluyorum. Vaktimi çizgiden başka bir şeye ayırmamaya çalıştım doğrusu.
Beğenmediğiniz, buruşturup attığınız da çok olmuş mudur?
Tabii, belki yarısı belki de daha fazlası atılmıştır. Allah size öyle bir zihin, hafıza vermiş, öyle bir meleke vermiş hiç boş durmuyor. Uykuda bile işliyor. Öyleleri vardır, uykudan kaldırır. Başucunuza kağıt-kalem koyarsınız. Uyanırdırır sizi, tekrar uyursanız uçup gidecektir, o yüzden hemen karalamanız gerekir. Üstelik geçmiş zamanlardaki gibi değilsiniz, artık modern zamanlarda, kendi çağınızdasınız. Kendi çağınız dediğim de Allah’ın sizin için seçtiği çağdasınız, zamandasınız. Bu zamanda artık gayb dediğiniz alanlar açılmış, görünmez dediğiniz görünür olmuş. İstemediğiniz kadar haberle muhatap oluyorsunuz. Belki insanlık tarihi boyunca insanların toplamının çıplak gözle görmediği kadar şeyi görsel olarak görüyorsunuz.
İnsanlık tarihinin 2000`lerin başına kadar ürettiği bilgilerin toplamından daha fazlasının üretimine ve yeniden yeniden üretimine internet aracılığıyla sürekli muhatap oluyoruz. Belki bu bir tarafıyla felaketimiz.
Elbette öyle, bunlar uzay boşluklarında depolanıyor. Bir parmak ucu mesafede her şey. Bu kadar her şey geliyor size doğru. Kendinizi durduramıyorsunuz. Sadece ufak çentik atar gibi notlar alıyorsunuz belki. Yaptığınız belki de sadece bu. O kadar çok şey olup bitiyor ki! Ne var bunun içerisinde? Her şey var. Gelecekte ne olacak? Dünyanın geleceğinde ne olacak, varlık aleminin geleceğinde ne olacak? Bunlardan size haber verilmiş olanlar var. Siz Allah’ın verdiği haberlere inanıyorsunuz. Bu yüzden de bir kimlik ve kişilik sahibisiniz. Bu çağdasınız ama böylesiniz.
İnanıyorsunuz ve biliyorsunuz ki oralarda bir şey var, sizi bugün bulunduğunuz yerde ilgilendiren bir şey bu. Burnunuzun ucunda, gözünüzün önünde, kulağınızın dibinde bir şey oluyor. Bunları görüyor ve duyuyorsunuz, müdahale ediyor ya da edemiyorsunuz ama bunların her birinden etkileniyorsunuz. Hep teyakkuz halindesiniz ve bu teyakkuz sizi sürekli yoruyor. İsteseniz de istemeseniz de içindesiniz. Don Kişot vari şeyler yapmıyorsunuz. Zaten olan bu. Üstüne gitmiyorsunuz hiçbir şeyin, zaten onlar gelmiş kuşatmış sizi. Yazmak, çizmek bugün yeteneği olanlar için çok şey değil. Sadece kaytarmaması belki onu verimli kılıyordur. Ben öyle bakıyorum daha doğrusu. Yoruyor mu bu tempo? Yoruyor ve hiçbir şeyin dinlendiremeyeceği kadar da dinlendiriyor tabii. Yoksa başka türlü taşınmaz.
Tuhaf bir diyalektikten bahsediyorsunuz?
Tuhaf değil doğal. Çok doğal. 40 yılı aşkın bir süre hem yoruyor hem de kendi içinde dinlendiriyor.
Elbette, başka nasıl tahammül edilir. Size kimse ödül vereceğim demiyor. Sizi motive eden nedir? Ödüldür belki ama vermeyin, almıyorum, gelmiyorum diyen bir insanım.
Ekranlarda, salonlarda, söyleşilerde de pek göremiyoruz sizi.
Ondan ziyade oturup senli benli konuşmalarda hep varım. Bir kürsü bir salon gibi şeyler benim geçmişimde yoktur. Onlar olmasın mı? Olsun, yapabilenler yapsın benim harcım, tarzım değil. Konuşmayan biri değilim, konuşuyorum. Nitekim şimdi de konuşuyoruz. Ama diğer türlüsünü pek tercih etmiyorum.
***
Özellikle ilgilendiğiniz, yetişmesi için uğraştığınız öğrencileriniz var mı?
Yok hayır.
Sizin çizgi de özgün bir üslubunuz var, bunun devam ettirilmesini istemez misiniz?
Şöyle bir durum var. Benim geleneğim diye bir şey yok. Çünkü benden öncesi yoktu. Ben bir gelenek üzerinde değildim, niye devamım olsun? Bundan sonra olmasa olur. Olmazsa olmaz olacak olan nedir? Olmazsa olmaz olacak olan Müslümanların varlığı, onlar olmalı. Ama herkes kendisi olarak olmalı. Ben bilmiyorum senin yeteneğin nedir? Sen kendin de bilmiyorsun, kendini ortaya koyuncaya kadar, hiç kimse kendisini de bilemez. Sen yarın kendin olarak ne olacaksın? Ben kimseden olmak istemedim, kimse olamazsınız zaten. Kendiniz olabilirsiniz, olursanız. Zorlarsanız onun taklidi olursunuz. O zaten biriciktir. Herkes biriciktir. Allah öyle yaratmış.
Şöyle bir çizgim vardı. Ben öyle çok kolay yazılı çizgi çizmem. Ortada bir insan var, iki taraftan çağrılıyor. Birisi diyor bana gel. Öteki diyor ki kendine gel. Yani herkes kendine gelsin, kendisi olsun. Ben bunu kendi çocuklarımdan isteyemem, torunlarımdan isteyemem, kendi soyumdan isteyemem. Başkalarından nasıl isteyeyim? Ben zaten kendim bir başkası olmayı seçmemişim. Çok önemsediğim insanlar var. Varlıklarına, yaşamış olduklarına, dünyada bıraktıkları sözlere ve izlere canı gönülden minnet ettiğim dualarla andığım bir sürü insan var. Başta peygamberler olmak üzere, bize kadar gelen tüm aziz insanlar.
Kabul edelim insan soyunun en yorgun kuşağıyız biz. İnsanlığın serüvenine bakın Hz. Adem’den herkes kendisine bir çizgi getirsin. Kırılması olmayan bir çizgidir. İnkıtasız gelen bir çizgidir. Herkes Hz. Adem’den kendisine gelen çizgiyi kendi özel serüveni olarak düşünsün bir de.
Biricikliğimize bir de böyle bakalım.
Böyle bakalım tabii. Bu insanlık hikayesine, serüvenine herkes kendisi adına sahip çıksın. Ben hikayemi kimseye kaptırmam desin. Düşünürlere, düşünmezlere, ilim-bilim adamlarına, şunlara bunlara kim olursa olsun. Biz onların her birine dua ederiz, selam göndeririz.
Gönenli Mehmet Efendi vardı. Allah rahmet eylesin. Sultan Ahmet minberinde bir ifadesi varmış: “Bu mabet, bu camii ne muhteşem bir camii. Bu din, ne güzel ne ulvi bir din. Ama sen olmazsan bunların ne kıymeti var?”. Herkes kendine biraz da böyle baksın. Sen olmazsan onların var elbet ama bundan sana ne olsun, nasıl olsun, sen yoksun ki.. Herkes kendisi olarak var olmak zorunda. Herkes kendisi olarak Allah’ın kuludur. O zaman herkes kendi elinde olana bakacak. Kendi yeteneğine bakacak. Allah ona ne vermişse onlara bir baksın, ölçsün, tartsın. Kim, neyden anlıyor ve mahir ise orada mesafe kat etmeye baksın.
***
Bu sayımızda dosya olarak gençlerin öncü, lider, kanaat önderi olarak gördüğü bazı kişilerin olduğunu ve bunların zaman zaman formunun değiştiğini işliyoruz. Bugünkü gençler için öncü kimdir, lider kimdir gibi soruların cevabı belki önceki nesillere göre daha farklı. Sizin kendinizle ilgili söyleyecek olursanız, lider, öncü, kanaat önderi olarak gördüğünüz kişiler kimlerdi ve onların ortak özellikleri nelerdir?
Bugün öne çıkmış herkesçe bilinen isimlerdir. O yüzden hiçbirini isim vererek saymıyorum. Ben şunu tasvip etmiyorum. Onu önceleyen, onu seven ve onunla birlikte hareket eden Müslümanlar varsa onlar için önemlidir o. Benim değer verdiğime sen değer vermeyebilirsin. Bu doğaldır, şunu demek istiyorum. Hiçbirini kutsamayalım bu isimlerin. Hatalarını bir yerde saklı tutalım. Güzel ve ön açıcı sözlerini, fiillerini örnek alalım.
İsimler bir tarafa, ilkeler esastır mı diyorsunuz?
İlkeler önemli. Herkesin yanlışları olur. Her söz yalanlanabilir. Allah’ın ve Peygamber’in dışındaki bütün sözlerden bahsediyorum. Benim sözüme hiç kimse kayıtsız şartsız katılmasın. Benden de hiç kimse kendi sözüne kayıtsız şartsız katılmamı beklemesin. Şu sözü benim aklıma, gönlüme yatmayabilir. Ama bu sözü alır serlevha olarak şuraya asabilirim, asabilmeliyim.
Sizin muhabbet beslediğiniz isimler diyelim o halde, onların ortak özellikleri nelerdir?
Bir kere belki özel olacak ama Allah’ın sözüne nasıl kulak kabartıyor, Allah’a karşı olan sorumluluklarında nasıl görünüyor, bize karşı ve insanlarla olan ilişkilerinde aynı hassasiyeti taşıyor mu, taşımıyor mu? Çok kaypak bir ölçüt aslında. Sağlıklı sonuç da vermeyebilir. Namazla, Kur’an’la aldatırlar mı? Aldatırlar. Ama bu şu değildir, “Namaz önemli değil kardeşim biz ona bakmayız.” Yok, bakacağız kardeşim. Adam namazı es geçiyor ama havada uçuyor falan. Uçmasın, benim yanımda yürüyen adama ihtiyacım var.
Ya da çok güzel konuşuyor, yazıyor.
Aynı aynı, genel olarak söylüyorum. Hünerler gösterir, döktürür, sanatlar icra eder, onlar ayrı mesele. Namaz mı kılıyorsun, ben sevdiğim insanı ya yanımda safta ya önümde imam olarak görmek isterim. Hiç kimseye zorlama yoktur, evet. Sen iyi yapıyorsun demek değildir bu. Eğer namaz kılan biriysen dersin ki, “İnşallah sen de bir gün kılarsın.” Bu beklenti içinde sürdürürsünüz ilişkinizi.
***
Hasan Aycın’ın ne tür hayalleri vardır?
Bugün yeryüzündeki bütün Müslümanlar deseler ki “Biz kardeşiz ya!” Haydi bu gecenin sabahında uyananlar kardeş olarak uyanalım deseler. Amerika, İngiltere, Rusya, Çin hiçbir şey kalmaz. Zalimlerin düzeni çöker. Ümmetin birliği ve beraberliğidir benim en başat hayalim. Olur mu? Elbette olur. Ben görür müyüm? Allah-u alem.
Genel olarak günleriniz, vaktiniz nasıl geçiyor? Neler okursunuz, neler yaparsınız?
Bir yıllık bakarsak yazları memlekete gidiyorum, kışları buradayım. İstanbul’da kışın evden çıkıp tekrar eve girinceye kadar bir savaşın içinden çıkıp dönmüş gibi oluyorsunuz. Tabiri caizse akşam eve çok yorgun dönmüş oluyorum ama yine de 12’den önce yatma şansım pek olmuyor. Bilgisayarda yapmam gereken yarım çalışmalarım varsa yorgun argın ona bakıyorum. Eğer kaldırabileceksem tartışmalı haber programlarını izlerim.
Kendini okutan kitaplar okumaya devam ederim. Daha çok sorgulayan, düşünceye ve sanata ilişkin, varoluşa ilişkin. Şiir, hikaye, roman, dergiler daha çok göz attığım şeyler oluyor. Yunus’un Divan’ı, Mevlana’nın Mesnevi’si, Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ı, Fahreddin Irâkî’nin Lemaat’ı, Yusuf Hemedanî’nin Rütbetü’l-Hayat’ı, Feridüddin-i Attar’ın Mantıku’t Tayr’ı gibi... Onları ben daha çok notlamışımdır. Altını çizmişimdir. Çok az notladığım kitaplardandır. Onlara zaman zaman baktığım olur.
Her gün gazete okur musunuz?
Hayır okumam. Arada bir alırım, aldığımda köşe yazılarına bakarım.
İnternetle aranız nasıl?
Çok iyi değil ama hiç de elimizden düşmüyor diyelim cep telefonu olunca. Bir tüyo aldıysam, bir şey gözüme iliştiyse ona döner bakarım.
Kendi söküğünüzü kendiniz mi dikersiniz?
O kadar becerikli değilim. Yaptığım olmuştur. Sağ olsun çocuklar, kızlarım ve gelinler de bırakmazlar. Mecazi anlamda kendi işlerimi kendim hallederim çoğunlukla.