Müslümanların bugün Batılılardan daha üstün bir teknoloji medeniyeti üretmeleri beklenmiyor. Bunun bir anlamı da yok zaten. Müslümanların ortaya koyacakları anlayış, bugün felaketin eşiğine gelmiş olan dünyaya, manevi değerleri, ruhî zenginlikleri, vahiyle yoğrulmuş düşünce ve kültürleriyle yeniden hayat vermektir.
atı`da oluşan kültür, bilgi, düşünce değişiklikleri ve bunların İslam dünyasındaki yansımaları karşısında, âlimlerimiz bir süre klasik tarzdaki çalışmalarını sürdürürler. Bir nevi değişen durumu görmezden gelme, yok saymadır bu. Bu davranışın Müslümanların geçmişten gelen hâkim tavırlarının etkisinden kaynaklanmış olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Müslüman Dünyanın, ilim, irfan, siyaset, iktisat gibi alanlarda yüzyıllardır süregelen bir üstünlüğü söz konusuydu. Modern dönemin algı ve sınırlandırmalarına göre bir gerileme döneminden söz edilse bile!
Ancak bu görmezden gelme tavrı çok uzun sürmedi. İddiaya göre, değişimin ilk farkına varan Hindistan`ın büyük müceddidi Şah Veliyyullah Dihlevî (1703-1762) oldu. Doğrudan olmasa da detaya dalmayan serpiştirilmiş yorumlarla Şah Veliyyullah, yavaş yavaş yüz yüze geldiğimiz düşünce akınına bir reaksiyon gösterdi.
Evet, çok ciddi bir düşünce istilasıyla karşı karşıyaydı Müslümanlar. Avrupa sadece kendi din-dünya, din-ilim, efendi-köle, burjuva-proletarya gibi iç hesaplaşmalarını, problemlerini taşımıyordu, İslam dünyasına. Büyük finanslar ayırıp bilgi/düşünce kuruluşları oluşturuyor, buralarda İslam`ı derinlemesine öğrenen oryantalistler yetiştiriyordu. Bu iyi yetişmiş araştırmacılar, Müslümanların inanışları, Kur`an, Peygamber gibi tasavvurlarına yönelik ciddi şüpheler ortaya atıyorlardı. Şah Veliyyullah`tan günümüze âlim ve düşünürlerin farklı tavırları oldu Batı`nın bu istilasına.
Tâhâ Câbir el-Alvânî, Çağdaş Düşünce Krizi adlı eserinde Batı düşünce, kültür ve bilgisiyle karşılaşmamızdan itibaren üç dönem yaşadığımızı söyler. Birincisi, “Şok ve Şaşkınlık Dönemi” ikincisi “Karşılaşma ve Karşı Koyma Dönemi”, üçüncüsü de “Uyanış Dönemi”dir. Üstadın bu tasnifini esas alarak bu dönemleri biraz açmak istiyoruz.
Batı`nın Cansıkıcı Baskısı
Batı düşüncesiyle karşı karşıya gelen Müslüman âlim ve düşünürler önce ciddi bir şok ve şaşkınlık yaşadılar. Bir yandan Batı düşüncesiyle mücadele edilmesi gerektiğine yönelik inançlarını güçlendirirken, bir yandan da kendi kültür ve düşünce miraslarını gözden geçirmeye, yer yer eleştiriler yöneltmeye giriştiler. Yani kendileri Batı`ya karşı bir tavır koyup İslam`ı savunurlarken, ondan ciddi ciddi etkilenip o gözle İslam`a bakmaya başladılar.
Hindistanlı Ahmed Han (1817-1898) bu düşünürlerin ilklerindendir. Batı düşüncesini yakından tanıma imkânı bulan Ahmed Han, Avrupalıların İslam`a yönelttikleri ithamlara cevap verme çabasına girmiştir. Bir yandan da bütün bu ithamları göz önünde bulundurarak, yeni bir İslam yorumu geliştirmeye çalışmıştır. İslam`ı daha çok rasyonalist ve pozitivist bir perspektifle yorumlamaya çabalayan Ahmed Han`da Batı`nın çok ciddi etkileri vardır.
Bu dönemde Batı`ya karşı tavır geliştiren Ziya Paşa, Namık Kemal gibi düşünürlerin başını çektiği bir Osmanlı Aydın sınıfı oluşmuştur. Bu arada Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza gibi, bir taraftan Batı`yı daha yakından tanımaya çalışan, öbür taraftan İslam`ı savunma endişesi taşıyan simalar da görünmüştür. İstanbul aydınlarında, “İslam`a, İslam kültürüne tekrar sarılmak” fikri ön plana çıkarken, ikincilerde daha çok “saf ve gerçek İslam`a dönüş” fikri öne çıkmıştır.
Ancak bunların hepsinin belki ortak özelliği, daha çok savunmacı, biraz da özür dileyici (apolojetik) bir tavır takınmalarıydı. Batı`nın göz kamaştırıcı gelişmişliği karşısında, geri kalmış İslam dünyasına acımasız eleştiriler yöneltmeleri ve durumun vahametini ortaya koyma çabalarıydı. Mesela o dönemde Ernest Renan “dinin terakkiye mani olduğu” tezini ortaya atmıştır. Bu iddiaya cevap veren Cemaledin Afganî`nin üslubunda hem savunmacı hem de Renan`ı haklı çıkarıp İslam`ı mahkûm edici bir tavır vardır. (bk. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa,66-77)
Burada İsmet Özel`in dikkatimizi çektiği gözden kaçmaması gereken bir nokta daha var. Bu düşünürlerde İslam`a karşı ciddi bir bağlılık ve sadakat söz konusudur. Ancak batı tarzı düşünüş biçimiyle meselelere yaklaşmaktadırlar. Dolayısıyla ortaya bir tuhaflık çıkmaktadır. “Esasen böyle bir tuhaflığın ortaya çıkması, hepimiz biliyoruz ki, Batı düşüncesinin İslam yazarları üzerindeki cansıkıcı baskısından doğmaktadır.” (İsmet Özel, Üç Mesele, s. 50)
İslam`ı Yeni Bir Dille Sunmak
İkinci dönemde, Tâhâ Câbir`in ifadesiyle artık şok ve şaşkınlık aşılmaya başlanmıştır. Bu dönemde asıl hedef, Batı`da olduğu gibi bizde de benzer değerlerin varlığını ortaya çıkarmaktır. Batı, bazı bakımlardan bizden ayrılabilir ama bizde de herhangi bir şekilde aynı değerler vardır. (Çağdaş Düşünce Krizi, s. 12)
Bu dönemi, Necip Fazıl, Mevdudi, Ali Şeriati, Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Muhammed Hamidullah gibi düşünce ve hareket adamlarının temsil ettiği kanaatindeyim. Farklı İslam ülkelerinde yaşamış olsalar, farklı çizgilerde bulunsalar da bu mütefekkirler, için bir nevi inhitatın(çöküşün) zirvesidir. Bu yönüyle ilk dönem aydın ve düşünürleri İslam ülkesini yattığı derin uykudan uyandırma, üzerine serpilen ölü toprağını silkeleme misyonunu yüklenmiş gibidirler. İkinci dönemde ise, İslam ülkeleri yavaş yavaş bağımsızlıklarını elde etmeye girişmişler, ilk öncülerin çıkardığı kıvılcımlarla bir canlılık meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu dönemde, daha çok İslam toplumu, İslam devleti, İslam`ın bu çağda uygulanabilirliği, İslam şeriatının evrenselliği, İslam`ın adalet, eşitlik, insan hakları gibi değerlerinin diğer sistemlerden üstünlükleri gibi konular konuşulmuş ve yazılmıştır.
Evet, ortada İslam devletleri vardır, ancak bunların çoğu Batı`dan ithal hukuklarla yönetilmektedir. Toplumların ahlak ve düşüncesine ise daha çok Batı`dan esen cereyanlar yön vermektedir. İşte bu düşünürler, İslam`ı çağdaş bir perspektifle yeniden yorumlamışlar, İslam`ın bir devlet düzenine, bir hukuk nosyonuna, bir ahlakî değerler ve düşünce sistemine sahip olduğuna vurgu yapmışlardır.
Var Oluş Yok Oluş Mücadelesi
Üçüncü dönem: “Bu dönem, düşünce, kültür, akide, düzen, hayat programı, ahlâkî değerler ve ölçüler açısından İslam`ın meziyetlerini, özelliklerini ve üstünlüklerini vurgulamaya başladığımız dönemdir. Hatta bu dönemde, Bizzat Batı kültür ve düşüncesinde bazı gedikler bulmaya başladık. Aldatılmış olduğumuzu, siyasi ve iktisadi sömürüye ek olarak, kültür ve düşünce sömürüsü, mücadele ve denge kaybı içinde olduğumuz keşfettik.” (Çağdaş Düşünce Krizi, s. 13)
Aslında, en baştan İslam`ın üstünlükleri hep vurgulana gelmiştir. Yahut Batı kültür ve düşüncesindeki gediklere çeşitli salvolar yöneltilmiştir. Bunu, Said Halim Paşa da, İkbal de, Reşit Rıza da, Mehmed Akif de sonraki düşünürler de yapmışlardır. Ancak bu dönemde yapılan yahut yapılması gereken, daha üst perdeden ve daha berrak bir zihin, daha gür bir sesle bu düşünceleri dile getirebilmek, daha sağlam argümanlarla bunları temellendirebilmektir. Bir taraftan içinde maruz kaldığımız kültür ve düşünce sömürüsünün farkında olup bunu püskürtmeyi sürdürmek, diğer taraftan da alternatif düşünce ve değerler üretebilmektir.
Ersin Nazif Gürdoğan`ın kitaplarında sık sık ifade ettiği bir düşüncesi vardır. “Bir gün, Müslümanlar Avrupa`yla yeniden hesaplaşacak.” (Bkz. Hicaz`dan Endülüs`e, s. 189) Anladığım kadarıyla buradaki hesaplaşmayla söz konusu edilen savaş değildir. Medeniyetler çatışması da değildir. “İnsanlığa daha üstün değerler sunabilme” “daha insancıl bir toplum, yaratıcı ve kâinatla daha insicamlı bir düşünce sistemi kurabilme” becerisidir.
Müslümanların bugün Batılılardan daha üstün bir teknoloji medeniyeti üretmeleri beklenmiyor. Bunun bir anlamı da yok zaten. Müslümanların ortaya koyacakları anlayış, bugün felaketin eşiğine gelmiş olan dünyaya, manevi değerleri, ruhî zenginlikleri, vahiyle yoğrulmuş düşünce ve kültürleriyle yeniden hayat vermektir. Tıpkı İslam`ın ilk asırlarında üç kıtaya bir diriliş soluğu üflemesi gibi…
Böyle bir hesaplaşma döneminde bulunduğumuz açık. Yine Tâhâ Câbir`in dediği gibi, bu bir var oluş yok oluş mücadelesi aslında. Ya Müslümanlar bu düşünce ve değerler mücadelesinde başarılı olup tekrar hayat bulacak ve insanlığa hayat verecekler, ya da şimdiye kadar olduğundan daha ciddi buhranlar, problemlerle boğuşmak zorunda kalacaklar.