![](resimler/makale/buyuk/353_160720190248_800438086.jpg)
Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi dinleyelim; O şöyle buyuruyor:
“Allah Teala şöyle bir misal veriyor: Dosdoğru bir yol var ve bu yolun adı «sırât-ı müstakîm»dir. Bu yolun her iki tarafında da bir duvar yapılmış. Bu iki duvarda üzeri perde ile örtülmüş açık kapılar var. Yolun başında bir davetçi yolculara şöyle nidâ ediyor:
«Yol üzerinde dosdoğru yürüyün; sağa sola sapmayın!»
Yolda yürüyenlerden biri, duvarlardaki kapılardan herhangi birine yönelip açmaya yeltense, yolun üstündeki bir başka davetçi hemen şöyle uyarır:
«Kendine yazık etme, dikkatli ol! Kapıyı açarım deme! Açarsan, girmek durumunda kalır, yoldan çıkarsın!»
Resûlullah sonra bu misali şöyle açıklar:
“Yol, İslam’dır. Yan duvarlardaki kapılar, Allah’ın yasak kıldığı haramlardır. Kapılar üzerindeki örtüler, «Hududullah”dır (Allah’ın çizdiği ve geçilmesini istemediği kırmızı çizgiler). Yolun başındaki davetçi, Kur’an-ı Kerim’dir. Yolun üst tarafındaki davetçi ise Allah’ın her bir müminin kalbine koyduğu nasihatçidir (yani vicdanın sesidir).” (Ahmed b. Hanbel, Müsned; Hadis No: 17634; Tirmizi, 2859)
Evet, Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de fiil ve davranışlarımıza yönelik hükmünü beyan ettikten sonra buyurur ki: “İşte bunlar Allah’ın çizdiği hudutlardır. Onları çiğneyip geçmeyin!”
Buradan hareketle diyebiliriz ki hududullah, Hak Teala’nın Kitâbullah ve Resûlullah vasıtasıyla kullarına çizdiği hayat rotasıdır.
Kur’an-ı Kerim’de “hududullah” ifadesinin söz konusu edildiği ayetlerin büyük çoğunluğunun eşler arası ilişkilere ait olması, dikkat çekicidir. Bu durum hududullah ile hudud-ı ibad (hukûkullah) arasında sıkı bir bağın olduğunu göstermesi bakımından da son derece önemlidir.
Bir Beldede Asayişin Temini, Hudud-ı İbada Riâyetle Mümkündür
Hudud-ı ibad, daha çok hukuk-ı ibad olarak da kullanılır. Kul hakkına riâyet anlamındadır. İnsanın bir fert olarak çok sayıda insanlarla ilişkisi vardır. Herkes tek tek özel bir ilişkiler ağına sahiptir. Ve yine her bir ferdin diğer kullara karşı sorumlulukları vardır ve bu sorumluluklar, yakınlık derecesi, imkân ve istidatları, yakınlık ve uzaklıkları nispetinde farklılık arz eder. Meselâ:
Anne-baba ilişkisinde, söz, fiil, davranış, hâl ve duruşun çerçevesi çizilmiş hassas sınırları vardır.
Eşlerin birbirlerine karşı hukuku olduğu gibi bu hukukun kişiye özel -imkanları çerçevesinde- hududu da vardır.
Akraba ile ilişkilerde bir başka hukuk ve hudud söz konusu olduğu gibi komşularla, dost ve arkadaşlarla, inanan ya da inanmayanlarla, küçük ya da büyüklerle ayrı ayrı hukuk ve bu hukukun kişiye özgü bir sınırı vardır.
Bu hukukun da kendi içinde farz olanı, vacip olanı, sünnet olanı, müstehap olanı ve hatta kendine has âdâbı vardır. Bazen bu âdâb hukukun kendisi kadar önemlidir.
Hukukun tevziinde ve ifasında adâba riâyet etmek yani nezâket ve saygıya yer vermek, toplumda faziletler medeniyeti inşa eder. Denilebilir ki, bir beldede asayişin temini, hudud-ı ibada riâyetle mümkün ise de huzur, saadet ve faziletin temini, ancak bu hududun saygı ve nezâketle taçlanmasına bağlıdır.