Merve Kurtoğlu
Adem Özköse ve Hamit Coşkun bundan 7 yıl önce olayların henüz yeni başladığı bir zamanda Suriye’ye giderek bir çocuğun gözünden savaşı anlatmak istemiş fakat daha sonra Esed’in askerleri tarafından hapsedilerek iki ay ağır şartlarda yeraltı hücrelerinde kalmışlardı. O dönemleri yazmak için iç dünyasındaki hücreden çıkmayı bekleyen Adem Özköse, yeni kitabı “Esir”de o sarsıcı süreci anlatıyor. Biz de bu vesile ile kapısını çaldık, hem kitabı hem de Suriye’yi konuşmak istedik.
Esir yayınlanan yedinci kitabınız. Öncelikle hayırlı olsun, baht açıklığı dileriz. Esir, sizin 2012’de belgesel çekimi için gittiğiniz Suriye’de tutuklanmanız, aylarca yeraltı cezaevlerinde ve Suriye’nin çeşitli yerlerinde zorla tutulma hikâyeniz üzerinde duruyor. Böyle bakınca sizin şahsi olarak başınızdan geçen normal bir olayı değil aslında yanı başımızda yıllardır süren acıyı bir kez daha hatırlamış oluyoruz. Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra neden her şeyi yeniden gözden geçirmek istediniz?
Özgür olup Suriye’den döndüğümde yaşadıklarımla ilgili notlar almıştım. Hatta birkaç kez yaşadıklarımı kitaplaştırmak için bilgisayarın başına da oturdum. Fakat bir türlü olmadı, çünkü yaşadıklarım gerçekten ağır şeylerdi ve kurduğum her cümle içimde ağır bir yüke dönüşüyordu. Fakat yıllar sonra kitapla ilgili kelimeler, cümleler zihnimde dolaşmaya başladı. Artık yavaş yavaş vaktin gelmeye başladığını hissediyordum. Her şeyin bir zamanı olduğu gibi kitabın da bir zamanı, bir doğum anı var. Ayrıca Suriye’deki halk ayaklanmasının gerçek hikayesini, sokağı anlatıp tarihe bir not düşmek istedim.
9 Mart 2012’de belgesel çekimi için Suriye’ye gittiniz ve başınıza inanılmaz şeyler geldi. Kendi hayatınız için o günleri milat kabul eder misiniz? Sizde çok derin izler bıraktı mı?
Aslında yaşadığı her şey insanda izler bırakır ve hiç ummadığınız bir anda bu izlerle yüzleşmek zorunda kalabilirsiniz. Normal bir hayatım olmadı; tutkulu, hayallerinin peşinden giden, macerayı seven bir insanım. Şöyle geriye bir baktığımda birikmiş bir sürü hikayemin olduğunu fark ediyorum. Hayatın bu denli sıradanlaştığı, insanların bir çoğunun yaşayan bir ölüye dönüştüğü bir çağda ben hikayelerimle mutluyum.
O zor günleri atlatıp Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra sizinle, Haziran 2012’de Genç Dergi için yaptığımız söyleşide, “Tutuklu çocukların endişeli ve korku dolu bakışları beni çok etkiledi.” demiştiniz. Şimdi üzerinden yıllar geçtikten sonra geriye dönüp baktığınızda, sizde en çok iz bırakan, şunu hiç unutamıyorum dediğiniz ne var?
Kaçırıldıktan sonra yaşadığımız her an aslında benim için unutulmazdı. Fakat uzun bir süre kaldığım hücre bende derin izler bırakmış. Bunu zamanla daha etkili bir biçimde fark ettim. Esed’in yeraltındaki hücresinden çıksam da uzun zaman kendi içimdeki hücreden çıkamadım. Bir de mahkumlara yapılan işkenceler, insanların çığlıkları, çaresiz bakışlar, daracık hücrelerde iç çamaşırlarıyla tutulan insanlar zaman zaman aklıma geliyor. Belki de yaşadıklarımdan dolayı içimde sanki çok uzun zamandır hayattaymışım gibi bir his var.
Bu kitabı bitiren okuyucuda ne tür hisler uyansın isterdiniz? Yani Esir, okurun gönlünde ve zihninde neye yol açsa kendinizi başarılı bulursunuz, görevinizi yapmış gibi hissedersiniz?
Okuru bambaşka bir dünyayla tanıştırmak istedim. Suriye halkının isyan ve öfkesini sürekli besleyen yeraltındaki bir dünyaydı bu… Bir ülke düşünün, toprağın altı yeraltı cezaevleriyle dolu ve bu cezaevlerinde yüzbinlerce insan kalıyor. Bu cezaevlerine girenler ise kayboluyor, yakınları bir daha onlardan haber alamıyor. Esir’de yıllardır tüm dünyadan saklanan, işkence ve zulmün zirve yaptığı, insanlığın olmadığı bir dünya. Eğer insanlara bu dünyayı anlatıp karınca kararınca bir duyarlılık oluşturabilirsem ne mutlu bana…
Kitapta kaçırılmamız ve cezaevinde geçirdiğimiz günlerin dışında dört sene yaşadığım eski Şam’ı ve isyanın başladığı günleri de anlatmaya çalıştım. Suriye’de olaylar ilk başladığında insanların özgürlük için ne büyük bedeller ödediğine, korku duvarlarını yıkan bir halkın neye dönüştüğüne şahit olmuştum. Bu bölümü kaleme alırken son yıllarda artık iyice moda olan komplo teorilerine dayanan soğuk siyasi analizlerden çok, sokakta neler olup bittiğini aktarmaya çalıştım. Kitap bu yönüyle olayların içindeki bir gazetecinin sahadaki gözlemlerini içermektedir.
Kitabınız okurun büyük ilgisiyle karşılandı ve kısa sürede yeni baskıyı yaptı. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Ben okurlarıma gerçeği anlatmaya çalışıyorum. Sade, yalın ve basit olan gerçeği.. Ve zamanla şunu keşfettim gerçeğin gücü her şeyden daha etkili... Hem Esir’in hem de diğer kitaplarımın bu denli ilgi görmesini gerçeğin cazibesine bağlıyorum.
Yeni kitap çalışmalarınız olacak mı?
İçimde yazılmamış hikayeler, anlatmak istediğim şehirler var. Muhtemelen zamanla bunlar da yazıya dönüşecek. Yazmayı seviyorum. İnsan yazarak en derinlerine, dehlizlerine inebiliyor. Bu da beni heyecanlandırıyor. On sene içinde yedi kitabım çıksa da zamanla daha üretken bir yazar olmak istiyorum. Kelime ve cümlelerden bir dünya inşa etmek gibi bir hayalim var.
Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yakın, orta ya da uzak gelecekte bir umut var mı?
İsyanın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen Suriye halkı olayların ilk başladığı şehir olan Dera’da tekrar gösterilere başladı. Bu halkın direnme iradesinin ne denli güçlü olduğunu, özgürlük ve adalet talebinden asla vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Fakat İran ve Suriye’nin müdahalesi Suriye’yi çözülmesi zor bir düğüme dönüştürdü. Artık Suriye halkının ne istediğinin, neyi talep ettiğinin hiçbir önemi yok gibi… Bu durum Suriye’nin geleceğini bir çıkmaza soksa da Allah Suriye halkına bir çıkış kapısı açacak diye umut ediyorum.
Sizce bugün bizler, gençler olarak, Suriye ve diğer tüm mazlum coğrafyalar için pratik olarak neler yapabiliriz? Dua etmekten başka elimizden ne gelir?
Türkiye’deki bir takım çevreler ülkemize sığınan mülteci kardeşlerimiz hakkında olumsuz bir hava oluşturmaya çalışıyorlar. Bence hiçbir şey yapamıyorsak en azından oluşturulmaya çalışılan bu olumsuz havaya karşı insanlık ve merhametle mücadele etmeliyiz. Bizim Anadolu’ya sığınan insanları koruyup kollamak gibi bir misyonumuz var. Hem dini hem de tarihi kökleri olan bu misyonu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız diye düşünüyorum.
Son olarak esirken en çok neyi özlemiştiniz?
Kitapta da bahsettiğim gibi hücrede kalırken hayatın en çok ayrıntılarını özlemiştim. Çay içmeyi, ekmek almayı, sokakta yürümeyi, pazara gitmeyi, minibüse binmeyi, yağmur altında dolaşmayı, kitaplardan notlar çıkarmayı, insanlarla selamlaşmayı… Özgür kaldıktan sonra içimde yine çok büyük tutkular ve hayaller vardı; fakat hayatın ayrıntı gibi görünen yönlerine dikkat kesildikçe yepyeni dünyalar keşfettim.