
Türkiye için gelecek vizyonu oluşturmak niyetiyle hazırlanan “Geleceğin Türkiye’sinde Yüksek- öğretim Raporu” yayımlandı. Raporun hazırlayıcısı Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş ile üniversitelerin geleceğini ve raporun kapsamını konuştuk.
Raporunuzun ana fikrini temellendiren şey neydi? Bu raporu size ne yazdırdı?
Bu raporun iki tane temel amacı var açıkçası. Bir tanesi dünyada yükseköğretim konusunda çok ciddi gelişmeler var. Bunun etkisini görüyoruz, önümüzdeki yılları nasıl etkileyecek onu görüyoruz, buna hazırlık yapmak gerekiyor. İkincisi, kendi gerçekliğimiz var. Türkiye’de mevcut yükseköğretim sistemimiz var. Bu yükseköğretim sisteminde de iyi yapılan şeyler kadar yolunda gitmeyen, gelişmesi gereken konular var, bunu dikkate alıyoruz. Ve şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza; mevcut haliyle Türkiye’deki yükseköğretim sistemi, dünyadaki gelişmeler ve var olan sorunlarınızı çözmek için yeterli değil. Burada değişime ihtiyaç var, bu değişimin de yapısal olması gerekiyor ki geleceğe hazır olalım. Ayrıca bu kurumları yöneten yönetici profilinde de değişime ihtiyaç var. Dolayısıyla böyle baktığımız zaman dünyadaki gelişmeler, Türkiye’deki yükseköğretim durumunda yetersizliklerimiz var, sistematik bir yaklaşımla hem yapısal hem de yönetsel sistemi ve kurumları değiştirmeye ihtiyaç var, bu da bizim çıkış noktamız oldu.
İnsanoğlunun ilk açtığı okuldan bugüne kadar binlerce yıl geçti ve temel materyaller hep aynıydı. Bir hoca, bir öğrenci ve bir de tahta veya kitap vardı. Sizce gelişen teknolojiyle birlikte binlerce yıldır devam eden eğitim-öğretim sistemi temelden değişecek mi? Bu konuda ne öngörüyorsunuz?
Şu anda en azından yaptığımız çalışmalar, okumalar ile görebildiğim kadarıyla kesinlikle değişimden bahsedebiliriz. Ama hocayı merkezden çıkarmak çözüm değil. Hocanın rolü değişmeye başlıyor; eskiden okullar daha hoca merkezliydi, hocadan besleniyordu, tek kaynağı oydu ve belki de onun kitaplarıydı. Ama bugün yine aynı hoca çok kıymetli, değerli fakat bilgi kaynağı çeşitlendi. O zaman nasıl bir öğrenme ve öğretme sistematiği oluşturalım ki bunu zenginleştirelim? Dijitalleşen teknoloji ile beraber, bilgi daha kolay ulaşılabilir olduysa o ulaşılabilir bilgi kısmında istek oluşturma, özendirme, merak oluşturma kısmında hocanın önemli bir rolü var. Artık anlatan değil; ilgi uyandıran, merak oluşturan ve haberdar eden bir role doğru gidiyoruz. Öğrenme yapıldıktan sonra bilgiyi güvenli, sağlam hâle getirmek için müzakere ederek geri bildirim vermeye ihtiyaç var. Hocanın rolü de burada tekrar devreye girecek diye düşünüyorum. Dolayısıyla hoca yine çok kilit bir rol üstleniyor ama yeniden kendini konumlandırması lazım. Bu konumlandırmada da her şeyi anlatan değil; az önce belirttiğim gibi ilgi uyandıran, haberdar eden fakat en sonunda tekrar müzakere ederek geri bildirim yoluyla bilginin sağlam bir şekilde tahkim edilmesini, gelişmesini, oluşmasını sağlayan bir rol oluşturulmalı diye düşünüyorum.
Hocam, raporda üniversitelere dair ağır basan özerklik vurgusu var. Bunun hakkında ne söylemek istersiniz? Üniversitelerin özerkliği sizce neden önemli?
Bir-iki cümleyle sistematiği şöyle özetleyeyim: Bir kere Türkiye’deki kurumlarda ilgili yönetim sistemimize en çok yapılan eleştiri aşırı merkeziyetçi yapı hakkında olmuş. Geçmişte bu daha kolaydı fakat bugünün dünyasında hem olayların hem de işlerin yapıldığı yere nüfuz etmek çok mümkün değil. Bir de pek çok insanın sürece katılamadığı, katkı sağlayamadığı bir hâle gelmeye başlıyor durum. İşler her defasında birine sorarak yapılıyor; halbuki orada bizzat sorunla yüz yüze olan, insanla temas kurabileceği, çözüm üretebileceği formüller üretmeye ihtiyaç var. Yani işin yapıldığı yerde çözüm üretmek... Bu da aşırı merkezi yapılanmayla çok mümkün değil. Sorunun yukarı kadar çıkması gerekmiyor, sorunun üniversitede çözülmesi lazım.
Bir de akademik özgürlükler meselesi var. Akademik özgürlükler, sorumluluklarla birlikte ele alınması gereken bir husus. Bilim adamının çalıştığı konu ile ilgili kendisini baskı altında hissetmeden görüşlerini açıklayabilir olması lazım. Bu kesinlikle doğru fakat diğer taraftan da sorumlu davranmasına ihtiyaç var. Ona verilen bu bilgiden kaynaklanan gücü de kendi alanıyla sınırlı tutması, sorumlu davranması gibi. Akademik özgürlük gerekli ama sınırsız değil.
Yükseköğrenimin öznesi konumunda olan öğrencilere dair neler söylemek istersiniz?
Özellikle gençlerde gördüğüm şey şu: Onların dilini anlamaya ihtiyacımız var. “Ben, benim zamanımda” diye başlayan cümleleri çok sevmemeye başladım. O sizin zamanınızdı, ben de dahil o bizim zamanımızdı. Orada bir dünya vardı, orada bir ihtiyaçlar vardı, birikim vardı, bir kavrayış vardı fakat bugün daha karmaşık, daha kompleks, referansların azaldığı bir dünyada gençler hayata atılmak durumunda kalıyorlar. Dolayısıyla şöyle bakıyoruz: Bu kadar imkana sahibiz fakat bir o kadar da belirsizlikle karşı karşıyayız. İşte bunu kaçırıyoruz. Siz bu imkanlara sahiptiniz ama bu kadar belirsizlik yoktu, çok köşeliydi, daha sade bir hayat vardı.
Temel soru şart; “Ne istiyorsun?” diye oturup konuşabilirsek sorunlar yüzde 50 çözülür diye düşünüyorum. Ama bunu çok samimi sormak gerek... Söylediklerinin bir kısmı gerçek olmayabilir, çünkü arkadaki altyapıyı görmeyebilirler. O zaman onun nasıl öyle olmadığını kavrayacağı, suçlayıcı olmayan, fark edici ortamlar oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu da böyle; zaman alıcı, zahmetli bir iş fakat böyle yaparsak, zaman ayırırsak, hayatın geri kalan kısmında bir şey yapmamıza gerek kalmıyor.
Bir şeyin yetişme dönemi çok kritik; üniversite gençliğine bu yıllarda çok hassas davranırsak sonraki yıllarda büyük sorunlarla karşılaşmayız. Ama maalesef şu anda bunu başarabildiğimizi söyleyemem.