
Ercan Yıldırım’ın ismini Dergah, İtibar, Cins, Umran gibi dergilerde, Yeni Şafak ya da Star Gazetesi’nde görmüş olabilirsiniz. Ya da “Modern Türk’ün Hikâyesi”, “Türk Düşüncesinde İslam”, “Anadolu’da İslam Ruhu”, “Neoliberal İslamcılık”, “Türkiye’nin Yeni Kültürü” gibi kitaplarına raflarda rastlamış olabilirsiniz. Son zamanlarda çağdaş Türk ve İslam düşüncesi, İslamcılık, Türk siyasi hayatı gibi konularda çalışan Yıldırım, fikir cephesindeki mücadelesini sürdürüyor. Kendisi ile İslamcılığı, Türk modernleşme maceramızın hatalarını, neoliberalizmi, küresel medeniyeti ve daha pek çok konuyu etraflıca konuşma imkanı bulduk.
Biraz kitabın ortasından başlamak istiyorum müsaadenizle. Kendinizi İslamcı olarak mı tanımlıyorsunuz? Sizce İslamcılık nedir ve bugün bizler için hangi imkanlara sahiptir?
Tabii, ben İslamcıyım. İslamcılık Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi ideolojisidir. İslamcılık bugün bilhassa Türkiye dışındaki selefilikten, bu topraklara ayakları değmeyen ümmetçilikten, etnik iddialarını kamufle edenlerden, para ve kariyer için değerlerini pazara çıkaranlardan ibaret gösterilmeye çalışılıyor. İslamcılık bugünün kavramlarıyla söylersek “yerli ve milli”dir, batı medeniyetinin üstünlüğü karşısında geliştirilen ilk düşünce olduğu gibi ana akstır; Türkiye dışından gelen milliyetçilik, muhafazakarlık, Kemalizm hatta sosyalizm; ya bu ana gövdeden çıktı ya itirazlar geliştirerek var oldu. İslamcılık ümmetin selametini öne çekerken öncelikle Türkiye’nin İslami kimliğiyle var olmasını, İslam alemine liderlik etmesini; küfür düzenlerine, Batı’ya, emperyalizme karşı İslami olanı yüceltmeyi içerir.
İslamcılık kelimesini sevmeyen, tercih etmeyen, kendini sadece Müslüman olarak tanımlamayı yeterli görenler sizce eksik mi düşünüyor?
Bu toprakların vatanlaştırılması, benim “büyük müesses nizam” dediğim İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasının kurulması “Müslümanlık” sayesinde. İslami kültürü “gündelik hayatı”na nakşeden, hayatının her ânını, yediklerini, içtiklerini helal-harama göre ölçen, nimetin Hak’tan olduğunu bilen, küfrü tavizsiz reddeden bir dünya görüşüyle bugünlere geldik; gündelik hayatını bu kıstaslara göre tam manasıyla yaşayabilen Müslüman bugün varsa eğer “İslamcılığı sevmediğini söyleme” hakkına sahip tabii ki!
İslamcılık bugün nerede duruyor peki?
İslamcılık, Anadolu’nun İslamlaştırılmasından sonra kurulan bu İslami nizamı yeniden inşa etme davasıdır. İslamcılar bu döneme dönmek için çok farklı yöntemler, pratikler, içerikler üretti; bunların pek çoğu konjonktürel, Türkiye dışından, bu toprakların kerim devlet zihniyetini bilmeden gerçekleştiği için İslamcılar kendilerini yabancılaştırdı. İslamcılık-Müslümanlık ayrımının sebebi biraz da bu! Kemalizm devleti laik-seküler kodlara oturtmaya çalıştığı, Türkiye’deki Müslümanlar da devleti kendinden bildiği, devlet bizim yönetenler farklı anlayışında olduğu için bu ayrım vuku buldu. 1980’li yıllarda bile teheccüdünü aksatmayan, Allah ile olan münasebetini içselleştiren Anadolu insanına, yani kendi ana-babalarına karşı bir kesim “cahiliye” gözüyle baktı. İstiklal Marşı’nı Kemalizmin marşı gibi okudu, ABD bayrağı ile Türk bayrağını aynı kefeye koydu… İslamcılığa bakıştaki antipati biraz da bu dönemden kaynaklıydı. Son yıllarda bu kırıldı, milli-yerli dönemin avantajı İslamcılığın değil ama İslamcıların tarihle, toprakla, milletle buluşması oldu. İslamcılar, Osmanlı İslamcılığını yeniden keşfediyor artık!
Türkiye’de fikir cephesinde uzun zamandır savaştığınızı görüyoruz. Tam olarak ne niyetle, ne yapmak istiyorsunuz?
“Fikir cephesinde savaştığımın” düşünülmesi onur verici! Düşüncenin, insanlığın ve Müslümanların kutsallarından olması gerekir. Maalesef biz düşünmekten, aklımızı kullanmaktan çok “içgüdülerimiz” ile hareket ediyoruz. Niyetimiz amacımızla bir: Bize verilen ömrü Hak yolunda değerlendirmek! Bunun dışında ne zafer, ne sonuç, ne kazanım, ne maddi bir beklenti içinde olduk. Müslüman olmanın getirdiği ayrıcalığı dünyada kafir sultasını kırarak “açığa çıkarmak” en başta gelen amacım. Müslümana has erdemleri çoğaltmak, Peygamber Efendimiz’in “Bir elime Ay’ı, bir elime Güneş’i verseniz vallahi davamdan vazgeçmem” dediği istikameti korumak. Türkiye Haçlı-Batıni-Şii eğilimleri İslam düşüncesinden, Müslüman topraklarından bertaraf edenlerce kuruldu, 400 yıl bu topraklarda kapitalizmi gerileten, küfür düzenini etkisizleştiren bir İslami nizam teşekkül ettirildi. Bu şuuru yaygınlaştırmak, gayemiz bundan ibaret!
Yerlilik düşüncesi üzerine bir süredir yazıyorsunuz ve en son yayınlanan “Türkiye’nin Yeni Kültürü”nde de bu konuya atıflar var. Nedir yerlilik düşüncesi? Bugün yerli düşünmenin imkanları hangi zemindedir?
Ben yerlilik üzerine pek yazmıyorum aslında kaleme aldıklarım yerlilik ve millilik için kıstas gibi görülüyor! Yerlilik çok rahat bir şekilde daralmayı, içe kapanmayı giderek “memleketçiliği”, yerelliği getirebilir. Millilik de olur olmaz herkesi tasfiye etmeyi. Halbuki biz Türkler ila’yı Kelimetullah, nizam-ı âlem anlayışıyla ümmetçi, evrensel, heterojen bir zihin yapısında olduğumuzu gösterdik, bugün dahi İmparatorluk bakiyesi bilincimiz nedeniyle dünyanın dört bir tarafında ümmetin elinden tutmaya çalışıyoruz. Bu irademizi kafire karşı cepheden var olma iştiyaki göstermeye de yöneltsek keşke. Benim yerli-millilik tarifim şu: Anadolu’nun İslamlaşmasıyla biz Türklerin İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasını çatıp kapitalizm ve küfür dışı bir İslami nizamı inşa etmesidir. Yerli ve milli düşünmenin imkanları da bu “büyük müesses nizam” omurgasında yalnızca!
Sizin “büyük müesses nizam” gibi bir de “küresel medeniyet” tanımlamanız var. Bu küresel medeniyet, ortak kültür, ortak yaşama ideali, ortak metafizik algısı oluşturuyor. Küresel medeniyeti tehlikeli mi görüyorsunuz, neden? Sizin “küresel medeniyet” vurgunuzdaki bu neoliberal anlayış, piyasaya girmeyen hiçbir emeğin, dinî anlayışın, kültürün varlığını kabul etmiyor. Yani satabildiği şeyi Marx’ın deyimiyle “yeniden üretiyor” ve ona başka bir alan bırakmıyor. Peki bizim bu savrulmaya karşı kalkanımız ne olacak, nasıl var olacağız?
Dünyanın tamamını saran, insanları tek tipleştirmek isteyen bir sistemi kurmak medeniyetlerin genel hedefi; herkes benim gibi düşünsün, yesin, içsin, ibadet etsin isterler! Hiçbir medeniyet buna muvaffak olamadı ama. Kıta Avrupası’nın oluşturduğu Batı medeniyeti kapitalist ilişki biçimleriyle bunu başarma yolunda epey mesafe katetti. Teknoloji, teknik imkanlar, seri üretime bağlı bolluk ve konfor kapitalizmi, onun versiyonu neoliberalizm ve postmodernizm küresel medeniyetin küresel kültürünü de üretti! Bugün Togo’da, Kore’de, ABD’de, Almanya’da benzer yaşama koşulları, müzikler, filmler, kitaplar, yeme-içme düzeni sağlandı… Kimse kendini, inancını temel alarak bir başkasından ayırmak istemiyor tam tersine üstün kapitalist düzende yer almak, yer bulmak için çırpınıyor! Bu küfür düzenini meşrulaştırmak, haramı helal kılmak anlamına gelir!
Sizin “küresel medeniyet” vurgunuzdaki bu neoliberal anlayış, piyasaya girmeyen hiçbir emeğin, dinî anlayışın, kültürün varlığını kabul etmiyor. Yani satabildiği şeyi Marx’ın deyimiyle “yeniden üretiyor” ve ona başka bir alan bırakmıyor. Peki bizim bu savrulmaya karşı kalkanımız ne olacak, nasıl var olacağız?
Herkesin çaresiz kaldığı nokta; “Peki ne yapacağız?” kısmı. Verilecek reçeteler günümüz insanı için “arkaik” kalacak, reel bulunmayacak, “hangi devirde yaşıyorsun”a götürecek. Kendi teknolojimizi üretelim, Apple’a rakip yeni yollar bulalım… Bunlar İslami değil! Apple ürünleriyle dünyayı adeta köleleştiriyor, efsunluyor, biz Müslüman olarak insanı köleleştiren bir fikri, düzeni savunamayız.Küfürden kaçınılan hayatlar yaşamak zorundayız!
Batı medeniyetinin tekliflerini reddedebilecek, ayartmalarına karşı nefsini değil aklını kullanabilecek bilinci gösterebilmeliyiz. Peygamber Efendimiz’e servet, eşler, iktidarlar teklif edilmişti. Hepsini reddedip inandığını söyledi, yaşadı, tebliğ etti; bizim metodumuz bunun dışında olamaz. Küfrün tekliflerini reddedip, İslami olanı hayatımızda yaşamak, yaşatmak!
Daha somut söylemenizi rica etsem. Yine sizin tabirinizle “maaşlı burjuva olma” dışında kendisine bir çıkış yola bulamayan, çalış - tatil yap çizgisinde bir hayat süren günümüz insanı ne yapmalı?
Bir şey yapmak için rahatsızlık duymanız gerekli. Yani insanlar “ne olursa olsun” çok kazanmak, lüks içinde yaşamak, konforu sağlamak derdindeyse sizin Müslümanca yaşama teklifiniz karşılık bulmaz. “Milli gelir 20 bin dolar olsun da isterse ABD’nin bir eyaleti olalım” fikri gün geçtikçe kuvvetleniyor, yayılıyor… Esas tehlike bu! Neoliberal dönemde insanlar tüketime, popüler olana, basit ve ucuza alıştı; bu her tür tehdide açık hale geldiğimizin emaresi.
Türk modernleşmesini bu anlattıklarınızdan bağımsız göremeyiz herhalde. Modernleşme maceramızın dikey gerçekleşmesi sizce ne tür bir sonuç doğurdu, tam olarak nerede yanlış yapıldı da 200 yıldır aynı yerde takıldık kaldık?
Batıyı medeniyet olarak algıladık sadece; kapitalist küfür düzenini “İnsanlık tarihinin, medeniyetin bir evresi” gibi gördük. O tekniği, medeniyet değerlerini, teknolojiyi aldığımızda felaha ulaşacağımızı; hatta daha kötüsü ve aslında ironik olanı Batı zihniyeti, medeniyeti, kültürüyle Batı’yı yenebileceğimizi düşündük. Kimi zaman doğrudan oraya eklemlenme, kimi zaman beraber hareket etme bazen de kültür-medeniyet ayrımı yaparak çelişkiyi aşabileceğimizi düşündük. Yapılması gereken farklı bir yol, yaşayış, zihniyet geliştirmek olmalıydı.
Türkiye’de düşüncesizliğin, fikirle meşgul olmamanın sancısı mı var, yoksa hali hazırda çeşitli alanlarda fikrî mücadele veriliyor da bizim bir şekilde takibimize mi takılmıyor? Yani sürekli tekrarlandığı gibi bizde düşünce, felsefe, tarih yazıcılığı, işlevsel sosyolojik çalışmalar yok mu, var da biz mi yeterince ilgilenmiyoruz?
Var diyemem ama yok diyenlere de felsefe, düşünce, sosyoloji çalışmaları dediklerinde ne kastettiklerini sormak istiyorum. Düşünceyle büyük teorileri mi, felsefeyle Batı felsefesini mi anlamak zorundayız? Bugün Batı’da felsefe ve düşünce küresel medeniyetin, küresel kültürün etrafında döndüğü değerler üzerinden akıyor. Bir neoliberal eleştiri, postmoderne yönelik alternatif, genel vaziyeti açıklayan, akışkan, simülasyon kavramları üzerinden bir eleştiri kanalı var. Fakat mesela Zizek çok sık vurgular; cari kapitalizmi kendi bağlamı içinde, insanlığa yaptıkları özelinde yerme, alternatifler geliştirme yok. Kıta Avrupası aydınları, felsefecileri, Habermas, Eco, Tourine medeniyetlerinin ürettiği araçları ya ihraç etmeye yahut “tarihin sonu”nda olduğu gibi mutlaklaştırmaya çalışıyor. Alternatif siyasallıklar ve kamusallıklar bunun ötesine geçmiyor. Batı aydını evrenselleştirdikleri medeniyetlerine gelebilecek eleştirilerin önünü almaktan öte yeni bir varlık, varoluş, insan, dünya, Tanrı tasavvuru geliştiriyor mu? Hayır! Dünyayı zehirleyen, ekosistemi yok eden, insanı bitirecek genetik teknolojisi, GDO’lu gıdalar konusunda radikal tepkiler de yok.
Bizde düşüncenin olmadığını söyleyenler bunu konformist gevşeklikle ifade ediyor, yoksa yine zamanımıza Müslüman havsalanın bir dünya, evren, insan, varlık tasavvuru sunmasından, aktif Batı medeniyetinin ve kapitalist ilişki biçimlerinin ortadan kaldırılmasından bahseden yok. Ütopya-distopya yazımı, çevre, teknolojinin ettikleri, adaletsiz gelir dağılımı, insanı köleleştiren çalışma koşulları, mal temerküzü gibi hususlarda evet bir düşüncesizlik hakim; alternatifleri üretilmediği için de…
Sizin ilham kaynaklarınız nelerdir? Hangi eserlerden ve isimlerden beslenirsiniz? Hem geçmişte hem de günümüzde kimleri, nereleri özellikle takip edersiniz?
Çağdaş İslam düşüncesinin hemen her ismini okudumsa da beni pek azı etkiledi. Dünya sistemleri, felsefe, siyasal yönelimler konusunda günümüz dünyasını anlamaya yönelik her kitabı, yazarı okurum. Eğilimleri takip ederim, “malzeme”leri toparlarım.
Şu an vaktiniz daha çok nelerle geçiyor?
Zaman zaman bana sorulur bu kadar yazıyı ne zaman yazıyorsun diye. İş yoğunluğu var, elbette ev, çocuklar… Ben televizyonda belgesele bakarken bile elimde muhakkak bir kitap, dergi bulunur. Sürekli yazı, kitap, dergi… Hayatım bunlardan oluşuyor diyebilirim. Bugünlerde dünya sisteminin dönüşümü, Türkiye’de sistemin değişmesi üzerinden yeni kamusallıklar ve siyasal alana yönelik kafam meşguliyet içinde. Bir yandan zamanın ruhunu okuma diğer taraftan zamana ruhunu verme üzerine felsefeden siyasete, sinemadan edebiyata kadar neler yapılabileceğini düşünüyorum. Türk düşüncesinin sorunlarına, sinema-felsefe-siyaset-kültür üzerine, kerim devletin ihyasına, dünya sisteminin doğasına, Türkiye’nin bugünkü meselelerine, İslamcılığın birikimine yönelik yazılarla meşgulüm.
Son zamanlarda zihninizi en fazla meşgul eden şey nedir?
Zihnim hep ümmetin, İslam düşüncesinin ve Türkiye’nin akıbeti üzerine meşgul; hususen devlet meselesi, bu konuya çalışıyorum.
En son hangi kitabı bitirdikten sonra kendinizi çok huzurlu hissettiniz?
Freidrick Beiser’in “Hegel” kitabından sonra.
Başucu kitaplarınız var mıdır, hangileridir?
İsmet Özel’in kitapları; Zizek, Şerif Mardin, Halil İnalcık, Immanuel Wallerstein gibi isimlerin kitaplarına döner döner bakarım.
Her yerde okuyabilir ve yazabilir misiniz?
Eskiden okuyup yazamazdım, yaş ilerledikçe bazen farklı toplumsal, sınıfsal mekanlarda okuyup yazmak meseleleri anlamaya elverişli olabiliyor fakat aslolan ev.
Sinema ve televizyon ile ilişkiniz ne düzeydedir?
Televizyonda çok izlenecek program yok, sinemaya gitmek külfetli iş; film izlerim, yavaş yavaş sinema-felsefe-siyasal alanla ilgili yazılar da yazıyorum, düşüncenin bir ucunda hayatı sinematografik görme ve gösterme var!
Düzenli olarak takip ettiğiniz dergiler var mı?
Hangi birini sayayım, en az 15 dergiyi istikrarlı biçimde alıyorum, almadıklarımın içeriğinden haberdar oluyorum!
Kendi söküğünüzü kendiniz mi dikersiniz?
Yazar biraz da terzidir; Turgut Uyar’ın dizeleriyle söyleyecek olursak terziler geldiler, hayatımızı biçmeye yani inşa etmeye çalıştılar, başarılı da oldular… Bu yabancı terzilere karşı “bize özgü olan”ı öne çıkarmak için evvela bu işe kafa yoranların kendi işini kendi yapması gerek.