
Bakışımız düzgün olsun. Düşüncemiz birleştirici olsun. Kimi zakirbaşı olur, kimi DJ… kimi Kabe`ye gider kimi “Rave” ye... Kimi birey hakkı der, kimi bencillik, kimi serbest piyasa der, kimi hırsızlık…. Kimi transa geçer, kimi de makbule… Var biz Mevlana gibi düşünelim: “Şaşı olan göz düzelip normal hale gelince, iki olan her şey tek olur...
ıllarca insanları kuşaklara, statülere, sınıflara, tabakalara ayırıp farklı kelimeler ile konuşan insancıklar türetilmeye çalışıldı. Tüm bunlar “seçkin” bir sınıf oluşturma, kendi toplumunu üstün görme arzusuyla yapıldı. Sırf bu yüzden bile milyonlarca insan öldürüldü, hapsedilip, asimile edilmeye çalışıldı. Lakin pek başarılı olunduğu söylenemez. Öyle olsaydı hala benim gibi çemkirenler çoğunlukta olmazdı. Hatta “sınıfçılığa, ayrımcılığa, etikete, yaftaya hayır” mealindeki yazılar sitelerde, gazetelerde, dergilerde bunca yozlaşmaya rağmen yer almaya devam etmezdi. Öyleyse sevgili okuyucu ben de kendi tecrübelerimden yola çıkarak sana konsantre bir “etiket bilinci” kazandırmak için ipuçları sunuyorum. Hem de işe yarayacağına gönülden inanarak…
1. Kimseye “hayran” olma. Birini çok sevdiysen, yaptığı işlere bayıldıysan onu “örnek” al. Ama “hayranlık” gibi ulvi bir ifadeyi Rodrigo’nun gitar konçertosu için falan kullanma yani. Sonra “hayranlarım olmazsa yaşayamam” diyen gudubet adamlar türüyor.
2. Etrafındaki insanları “paşam, usta, reis, başkan” gibi hitaplar ile durup dururken havaya sokma. Sonra her biri patlak top gibi garaib sesler çıkarıyor, “huraa ben oldum, düşün peşime arkadaşlar hükümet binası önünde terlik çıkarma eylemi yapacağız” diye. Bilgisiz her eylem böylelikle güvenlik kameralarında yerini alıp komedi filmi niyetine arşivleniyor. Oysa bilgisiz her eylem jimnastiktir, bilgili eylem fantastik... (yani zordur her bildiğiniz ile amel etmeniz)
3. Her zemzem içene Müslüman, her kımız içene Türk, her şarap içene de gâvur deme. İnsanları parçalayıp etiketlemek bizim işimiz değil. Ama bu etki-tepki silsilesini sosyolojik vakalar kategorisinde değerlendirmeye de üşenme. Hepimiz kardeşiz buna inan. Ama Yusuf gibi kardeşlerin tarafından kuyuya atılma ihtimalini de göz ardı etme. Kabil`in Habil`e attığı taş boğazında bir yumruk gibi dursun ki yutkundukça hainlik diye bir şey olduğunu hatırla…
4. Ulvi bir amacın olsun (milletvekilliği mi yuh artık) o amaç için bu dünyayı bir çalışma yeri, bir basamak, bir istasyon olarak kullan. Böylelikle o şık etiketlerin peşinde koşmaz, havada kapmaya çalışmazsın. Ha birileri marifet iltifata tabidir deyip adının önüne bir prof., bir doç, bir uzman eklerse bunu da geri çevirme. (verilecek makamları geri çevirecek kadar da derviş değilsin malum. Neh? öyle misin?)
5. Aman etiket yapıştıran ve etiket yapıştırılan olmayayım diye kendini toplumsal hayattan dışlama. (sadece interneti kes, televizyonu kapat, cep telefonunu denize fırlat. Şaka şaka). Münzevi ve/ya veli olamayacak kadar aklın başında henüz.
6. Dertli ol. Dertli olmak takıntılı ve kuruntulu olmak değildir ama... ( hayııır, dert kelimesini kullanarak editörün gözüne girmeye çalışmıyorum). Dertli olmak kuruntulu ve takıntılı olmak demek değilse nedir? Bir kalıba girmeden, bağımsız olarak sevmek demektir. Sevdiklerine “hey orası çıkmaz sokak” diye bağıramamanın verdiği sıkıntının göğsünü sıkıştırması demektir. Dert, dart mıdır ki delik deşik etsin adamı. Tamam dertli olmak “zor” bir şeydir ama “zorlama” bir şey de değildir.
7. Negatif elektrik saçan bir ömür törpüsü olma. Bu insanları yaftalamak için gerekli olan tek argümandır. Eğer böyle olursan; oruçlunun yüzüne sigara dumanı üfleyen, yakasında Atatürk rozeti var diye kendisini seçkin gören, Suna Kan ve Fazıl Say’dan başka sanatçıya pirim vermeyen, cehape’ye oy verdiği sürece çağdaş olduğuna inanan, farklı olan her türlü sesi yasakladığı sürece saygın olabileceğine şartlanan, ırkçı laik bir oligarşinin(oy oy oy) adamları ile aynı seviyeye inmiş olursun. Hafazanallah. Bırakalım onlar yuvarlanarak kartopu gibi büyüyeceklerini sansınlar. Biz onları yine de yerden kaldırmaya çalışalım. (Yuvarlanma be hey amca diyelim. Kibarlığı elden bırakmayacaksak “yanlış hesap Bağdat`tan döner” diyelim. Yok, kaba davranmaya meyyal isek “keser döner sap döner” diyelim “sap” kelimesini de mümkünse vurgulu söyleyelim...) Neyse işte dipçikle silahla tehditle bir sevgi yumağı oluşturmaya çalışmak kadar, adının önüne prof geldi diye özgürce düşünmeyi yasaklamak da anlaşılmaz bir durumdur. O yüzden aman bu insanlara “jakoben, azınlık diktatörü, elit tabaka, çağdaş antidemokrat” gibi etiketler yapıştırmaktan kaçınalım. Belki ilerde hatalarını anlayabilecek olan bir güruhu hepten inada bindirmeyelim. (Böylesi ile baş edemiyoruz, bir de inatçısını hiç düşünemiyorum. Şaka şaka) Ama siz yine de abartılı kucaklamalardan kaçının. (Bkz. madde 3)
8. Her şeyi didiklemek ile öküz altında buzağı aramak farklı şeylerdir. Biri sizi müşkülpesent yapar, diğeri paranoyak. İkisi de malum pek hayırlı sonuçlar vermez. Ama tüm bunlara benzeyen bir de “duyarlılık” hasleti (etiketi mi desek) vardır ki sizi hayrın eşiğine götürüp bırakır. Taşıma ücreti de istemez. Al madalya diye tak göğsüne, alnına yapıştır öyle bir etiket yani…
9. Her mütevazı görünene de prim verme. Ayrıca bazı insanlar iyilik yaparak kötülük yaparlar. Nasıl mı? Yaptıkları iyiliği başa kakarak, yaptıkları iyilik karşılığında beyinlerinde bir hükmetme hücresi geliştirerek. Sağdan gelen yumruğu soldan yersin böylece. Bu yüzden “aman ne iyi adam”, “ne mümtaz şahsiyet” etiketini yapıştırıp atlama insanların üzerine.
10. Tek başıma kalırım hafazanallah deyip de saygın adamların sırtlarına embesil gibi yapışma. Embesil olan başkasını yer, yalnız olan kendisini…
11. Medyaya fazla aldanma. Bugün düşman dediğine yarın kahraman der. (Bkz. Hrant Dink)
Böyleyken böyle okuyucu…. Yeter ki bakışımız düzgün olsun. Düşüncemiz birleştirici olsun. Kimi zakirbaşı olur, kimi DJ… Kimi Kabe`ye gider kimi “Rave” ye... Kimi birey hakkı der, kimi bencillik, kimi serbest piyasa der, kimi hırsızlık…. Kimi transa geçer, kimi de makbule… Var biz Mevlana gibi düşünelim: “Şaşı olan göz düzelip normal hale gelince, iki olan her şey tek olur...”
İşte bu yüzünden her zaman bir umut vardır ey okuyucu. Teknoloji gelişip insan bencilleşse de, çocuklarımızın paylaşma duygusu körelse de insana dair her zaman bir umut vardır. “İskeleyi nereye kurdunuz” diye sormadan kendi çabası ile kıyıyı arayıp bulan tipler hala var. İnsanlığı kurtarmak adına bir ceket ve bir bavulla adı sanı duyulmamış ülkelere balıklama atlayan serseriler hala var. Bakmayın modern-postmodern akımların gölge gibi ardımız sıra geldiğine. Ekmeğini paylaşanlar, karşılıksız sevenler, ilmi ile amel edenler hala var. İşte bu yüzden memleket sevgisi ile eğilip bir çiçeği öpenler varsa, kâinatı memleket bilmek gerekir. Sevdiği için kendi canını ortaya koyanlar varsa, dünyayı çeviren o gücün “aşk” olduğuna inanmak gerekir. Bir kardeşi için dünyanın öbür ucundan kalkıp gelenler varsa tüm insanlığı kardeşiniz olarak görmeniz gerekir. (nokta!)