
88 yaşında bir GENÇ ile tanıştıralım sizi. Eski Diyanet İşleri Başkanı ve milletvekili, İslami İlimleri Araştırma ve Yayma Vakfı kurucu başkanı, Necmettin Erbakan’ın vefatına kadar yanıbaşında durmuş, yaşına rağmen dipdiri bir ruh ve heyecan taşıyan biriyle, yani Lütfi Doğan Hoca ile... Kendisini Ankara’daki evinde ziyaret ettik ve uzunca sohbet etme imkanı bulduk, bir kısmını da sizinle paylaşmak istedik.
Efendim, öncelikle bizi misafir ettiğiniz ve bu söyleşi teklifini kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Biraz hikayenin ortasından başlayalım. Siz 1972’de Diyanet İşleri Başkanlığı görevinizden sonra aktif siyasete geçtiniz, nasıl oldu o süreç, neler yaşanmıştı?
Asıl ben teşekkür ederim, şeref verdiniz. Sene 1973. Seçimlerden bir yıl önce, merhum Necmettin Erbakan ve arkadaşları, Milli Selamet Partisi’ni kurmuşlar. Tabii tanıdıklarım ve tanıyamadıklarım var. Amaç, memleketin birliği, dirliği ve insanlarımızın üstün ahlaka sahip olmaları. Üstün ahlak deyince akla Peygamber Efendimiz (sav) geliyor. Yani onu örnek almak... Merhum Erbakan Bey, düşüncelerini söyledi bize. Baktım hep benim düşündüklerimi düşünüyor, daha geniş düşünüyor hatta. Ayrıca ehli İslam’ın birbiriyle tesanüt halinde bulunmasını arzuluyor. İslam Birliği kurulduğu sürece, hiçbir ülkeye muhtaç olmayacağımızı, sadece İslam ülkelerine değil tüm dünya ülkelerine dürüstlükte ve çalışkanlıkta örnek teşkil edebileceğimizi söylüyordu.
Bunlar sizde nasıl bir hissiyat oluşturdu?
Heyecanlandırdı tabi. Bizim hep gönlümüzdeki şeyleri dile getiriyordu.
Sonra size milletvekilliği mi teklif edildi?
O günlerde partinin kurucularından Süleyman Arif Emre Bey ile bizim fakirhanede görüştük. Erzurum’dan bazı arkadaşlar da geldiler. Erzurum’u iyi tanıyorum. Ondan bir yıl öncede 45 günlük mesleki eğitim vermiştik. O zamanlar diyanet vaiziydim. “Erzurum’dan sizi milletvekili olarak parlamentoya göndermek istiyoruz.” dediler. “Bu çok şerefli bir vazife. Ben kendimi bu hususta yeterli görmüyorum.” dedim. Hazırlığım olması lazım diye düşündüm. Siyaset ulvi bir görevdir bizim için. Hak, adalet üzerine hizmet etmektir. Sıddık Tivnikli Beyler de çok ısrarcı oldular. “Necmettin Erbakan Hocamız senin aday olmanı özellikle istiyor.” dediler. Hiç kıramayacağım insanlar araya girdiler.
Önce senatörlükle başladınız değil mi?
Erzurum’un 9 milletvekili var o zaman, 3 tane de senatör var. Korkut Özal Bey, Hafız Yahya Bey, Dr. Zekai Bey bunları milletvekili. Senatörde de ilk olarak seni düşünüyoruz dediler. “Karar verdiyseniz hayır vardır.” dedim, kabul ettim. O seçimde bir senatör, 3 milletvekili çıkarıldı. Milli Selamet’in ilk seçime girdiği dönemdi. 6 yıldı senatörlük, ben iki defa seçildim.
12 Eylül darbesine kadar mı?
Evet. 12 Eylül 1980’de ihtilal olunca, partiler kapatıldı, meclis feshedildi, pek çok kişiyi hapse attılar.
Siz de hapse girdiniz mi efendim?
1 ay sonra da beni aldılar. 8 ay hapiste kaldım. Sıkı yönetim vardı, Kenan Evren baştaydı. Kirazlıdere diye bir askeri okul var. Orada 8 ay kaldım. 8 ayda 10 kişi tahliye edildi. Mahkememiz daha sonra da devam etti, toplam 6 yıl sürdü. 1986’da beraate karar verildi. Bir savcı bana şöyle demişti, hiç unutmuyorum: “Memleketimize, milletimize hizmet eden ve Allah’ın emri olan İslam dinine saygılı olan kimselerin ceza almasını istemekten dolayı Allah’tan korkarım.”
O döneme dair hatırladığınız, böyle iç geçirdiğiniz güzel hatıralarınız da olmuştur mutlaka, birkaç tanesini anlatmak ister misiniz?
Hapishanedeyken, iddianame verildiğinde, “Arkadaşlar bizim suçumuz yok, inşallah beraat edeceğiz. Beraat edince de hep birlikte umre yapacağız.” demiştik. Sadece bir arkadaşımız hastanede olduğu için gelemedi, diğer hepimiz beraat edince güzel bir umre yaptık. Onu unutamam. Siyasette çok ince bir şeydir. Siyaset çok değerli bir hizmet sahasıdır. Hak ve adaletin temini için, Allah rızası adıyla çalışmaktır siyaset. Durum budur. O kardeşleri hep öyle gördüm. Dürüstlükte, hizmette 22 değil 24 ayardı onlar. Başka partilere oy verenler, hatta başka partilerin milletvekillerinden bile bizim kazanmamızı çok isteyenler vardı. Bir ara mecliste bütçe konuşuluyordu, yorulmuştum, hava almak için dışarı çıktım. İsmini vermeyeyim başka bir partiden arkadaşımız yanıma geldi, “Hocam sizin Erzurum’da olmanız lazım.” dedi. “Hayrolsun?” dedim. “Ne olur olmaz, Erzurum’da olun ki seçimi tekrar siz kazanın.” demişti.
İslam dünyası bütünüyle rehberliği, iyiliği, yardımı, yol göstermeyi bizden bekliyor. Bu bir hakikat güneşi gibi ortada duruyor. Tartışma götürmez bir gerçek. Bütünümüz üzerinde şerefli bir sorumluluk var. Ecdadımız yapmış. Bizim de şimdi bu ülkenin evladı olmak bahtiyarlığı içinde seve seve yapmamız gereken bir şey. Düşman uslu durmuyor.
Sizi bugün bile heyecanlı ve dipdiri kılan temel husus hangi hissiyattır hocam?
Bütün mesele insanlığa, İslama hizmet etmektir. Sizin gördüğünüz bir heyecan varsa odur aslında. Dün olduğu gibi bugün de İslam aleminin bir bütün olmasında zaruret vardır. İslam aleminin buna ihtiyacı var. İnsanlığın İslam’a ihtiyacı var. Türkiye başta olmak üzere, tüm Müslümanların görevidir bu. İslam bir bütündür, kardeşliktir. Bizi Allah birbirimizle kardeş yaptı. “Allah’ın buyruklarına saygılı olun.” dendi. Dargınlıklar benim mi diye sormayın. Gücünüz yettiği kadar yaparsınız.
Türkiye’nin gençleri ve geleceği hakkında ümitvar mısınız?
Eğitim ve öğretimde zaafiyet olmazsa ümitliyim. Birliği, dirliği, kardeşliği sağlam tutarsak olur. Sadece kendi ülkemizde değil, dünyanın her yerinde iyiliğin, hayrın öncüsü olmalıyız. Müslüman olmayan adaam “Bu adam niye tebessüm ediyor?” demeli. “Bu adam niye merhametli, dürüst, nezaketli?” diye merak etmeliler.
Erzurum’daki üniversitede bir profesör vardı, doktorasını Almanya’da yapmış. Geleceği zaman doktorayı veren profesör diyor ki “Bu akşam benim misafirim ol.” Ertesi gün Türkiye’ye dönecekken de demiş ki “Almanya’yı nasıl buldun?” Arkadaşımız cevap vermiş: “Efendim savaştan çıkmış olmasına rağmen çalışmış, fabrikalarını kurmuş. Başka ülkelerden insanlar çalışıyor.” Alman profesör cevaben “Bu Almanya’da gördüğünüz taş, demir, çimento yığınları sizin gözlerinizi kamaştırmasın. Sizde öyle bir zenginlik var ki Batı onu çoktan kaybetti.” demiş. Biz tarlaya giderken ayağımıza çarık giysek sevindiğimiz bir dönemde adam bunları söylüyor. “Sizde aile hâlâ mübarek, mukaddes, muhterem” demiş. “Siz onu koruyun sonra bizim gibi olun.” Basit bir cümle ama derin...