Usta öykücülerimizden Cihan Aktaş bu sefer bir şehrin hikayesi ile karşımızda... “Rüzgarla İyi Geçinmek” isimli yeni kitabında Esenler’in tarihi süreci ile birlikte şehrin esas dokusunu oluşturan insan hikayelerine odaklanıyor. Bizim de ilgimizi açıkçası bu çekti. Biz merak ettiklerimizi sorduk, o da içtenlikle yanıtladı.
Cihan Hanım, yeni kitabınız “Rüzgarla İyi Geçinmek” yayımlandı. Baht açıklığı dilerim öncelikle. Rica etsem bize kitabın hikayesinden, bu fikrin nasıl ortaya çıktığından ve hazırlanış sürecinden bahsedebilir misiniz?
Böyle bir çalışma yapmak hiç aklımda yoktu Yusuf Bey. Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, “Şehir Tutulması” isimli kitabımı okumuş, yardımcısı Hasan Taşçı’ya, “Cihan Aktaş’a Esenler’in hikayesini yazdıralım” demiş. Hasan Bey de beni aradı. Birkaç kez görüştük. Zaman alacak yorucu bir çalışmaydı, edebiyat çalışmalarımı aksatacaktı. Bir süre düşündükten sonra buna değeceğini düşündüm. Bir yerleşimi şimdiki zamana kadar taşıyan insan hikayelerini her zaman önemsemişimdir.
Şehrin tarihsel sürecini yani teorik kısmını araştırmanın yanısıra iki yıl boyunca her hafta Esenler’e gelip şehrin arka sokaklarını gezmiş, mültecilere kulak vermiş, göçün izini sürmüş, bir anlamda hikaye avcılığı yapmışsınız.
Kadim yerleşimden bugüne neler kaldığını anlamaya çalıştım önce. İstanbul için bir bostan, bir sayfiye, savaşlarda erzak tedarik adresi, su yollarını denetleme görevi yükletilmiş uğrak yeri Esenler, son yüzyıl öncesine kadar… Rumlaştırılmış siyahi Çingeneler tarafından kurulduğu dile getiriliyor çeşitli kaynaklarda. Litros ve Avas isimleri Esenler ve Atışalanı olarak değiştirildi 1939’da. İstanbul’la bunca bağları olduğu halde surdışında olduğundan her zaman da merkezin taşrası konumunda, hizmet halkalarının dışında kalıp kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor 1990’ların başlarına kadar.
Hem yakın hem uzak, hem içinde hem dışında nasıl bir gelişme gösterdi Esenler? Kötü yapılaşmasının sebepleri nelerdi? Mahrumiyet içinde kaybolmamayı nasıl başardı? Saha çalışmaları sırasında sorulara cevap aradım.
Esenler’in hikayesi aslında çarpık şehirleşmenin, göçün, mimarinin, ailenin ve tüm bunlara bağlı olarak daha büyük bir hikayenin habercisi değil mi?
Elbette öyle ama büyük hikaye sıklıkla katılaşarak tanınmaz hale gelen bir anlatıya dönüşebilir. Ben kişisel tecrübelerden yola çıkarak henüz tam olarak tarif edilmemiş ayrıntılar üzerinden bir tasvir yapmayı denedim.
Esenler, hem havalimanı hem de otogardan ötürü İstanbul’a gelen göç dalgasında bir giriş kapısı görevi görmüş. Esenler Otogarı ile birlikte İstanbul’a ayak basanlar hemen yakınlara gecekonduları inşa etmişler ve akrabalarını da yanlarına alarak o alanı genişletmişler. Siz buna “Şehrin eşiği” diyorsunuz, rica etsem biraz açabilir misiniz bu konuyu?
Kadim bir yerleşim olan Esenler’in tarihi hakkında fazla bilgi yok, ancak bu tarih her zaman İstanbul’la ilişki içinde gelişmiş. “Rüzgarla İyi Geçinmek”, doğrusal bir çizgiyle ilerlemeden yerleşimin uzak ve orta tarihine kapılar pencereler açıyor, nihayet yakın tarihine yoğunlaşıp ilçe olduğu 1993 ve Esenler Otogarı’nın açıldığı 1994 yıllarında noktalanıyor. Esenler bir sanayi alanı olarak tanımlanmadığı için çevresindeki ilçe ve beldelerden farklı olarak denetimsiz bir imara açıktı ilçe olduğu 1993’e kadar, zabıtanın eline üç beş kuruş veren istediği yere istediği binayı yapabilirdi. Bu nedenle de parseller giderek bölündü, binalar üst üste yığıldı zaman içinde ve caddeler de bir hayli dar.
93 Harbi’nden ve Balkan Savaşı’ndan sonra Rumeli’den göçmenler geldi Esenler’e. 1924’te mübadiller, 1950’lerden itibaren Anadolu göçmenleri geldi, şimdilerde Suriyeliler geliyor. Esenler’in göçmenler nezdinde oluşturduğu bir imaj var, oraya adım atan geri çevrilmez. Yoksul göçmenler Esenler’de bir sığınma alanı buluyor, imece usulü yerleşiyor ve süreç içinde bazen İstanbul içlerine dağılıyorlardı. O açıdan şehre ilk tereddütlü adımların hazırlayan zemini gibiydi Rüzgarlı Tepe. Issızlık çağının ucuz parselleri şimdilerde bir hayli kıymetli, hatta ilçe nüfus kaybediyor. Artık her yere ulaşım çok rahat Esenler’den, bu da kiraların yükselmesi anlamına geliyor.
Onlarca farklı hikayeye tanıklık ettiniz kitabın hazırlanış sürecinde. Aralarında sizi en çok etkileyen, sarsan hangisi oldu?
Çok fazla hikaye geliyor aklıma. Hâlâ süren açlık travmasına dair anlatılanların bir dilim ekmekten yoksunluğu yaşamamış genç kuşaklar tarafından bilinmesi gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Giresun’a bağlı köylerinden iki kez kovuldu, çocuk yaştaki Mustafa Ustaoğlu. Öksüzdü. Açlık çekiyordu. Cağaloğlu’nda hayata tutunmaya çalıştı, İngilizce öğrendi, fotoğrafçılık yaptı. Turist Ömer’i çağrıştıran sahneleri var İstanbul’a tutunma yıllarının. Esenler, ucuz arsa döneminde ona kucak açtı, yerleşmesine yardım etti. Ustaoğlu açlık günlerini hiç unutmadı. Yoksullara yönelik destek faaliyetlerini sürdürdü hep.
Süleyman Ragıp Yazıcılar’ın ailesinin hikayesi de beni çok etkilemiştir. Hikmet Yazıcılar’ın hastalığı üzerine beş çocuklu aile ekonomik sebeplerle 1989’da Fevzi Çakmak Mahallesi’ndeki bir gecekonduya taşınıyor. Hikmet Bey birkaç ay sonra vefat ettiğinde, Norveç asıllı anne Fatma Yazıcılar için kritik bir durum ortaya çıkıyor. Yazıcılar ailesi mahalle halkının, Aziz Hüdayi Vakfı ve Milli Gençlik Vakfı’nın desteğiyle beldede güven içinde hayatını sürdürüyor daha sonra. İlçenin dokusuna emek ve sadakatleriyle katkıda bulunan o kadar çok isimsiz kadın var ki…
1940’larda Bulgaristan göçmeni Emine Sunal, vefat eden kocasından kalan arsaya ailesi için ev yaparken kızları “erkek gibi pantolon giyerek” çalıştı inşaatta. 1924’te Esenler’e geldiğinde dört veya beş yaşlarında olması gereken Kavala mübadili Fatma Hatun’u akşam saatlerinde etrafında dua öğrettiği çocuklarla sürüsünü otlatırken gözlerimin önünde canlandırabiliyorum. “Korku bilmez, sadık, fedakâr…” Etrafındaki çocuklar 2000’lerin başlarında gecekondusunda vefat eden Fatma Hatun’u böyle anlattılar bana. Bağışladığı arsaya 1973’de adını taşıyan bir cami inşa edilmişti.
Son olarak şunu sormak isterim: Bu eser, hazırlık aşamasında size şehir ve insan meselesine dair yeni ne öğretti?
Esenler üzerinden Türkiye’yi yeniden tanımanın atölyesi oldu benim için Rüzgarla İyi Geçinmek’in hazırlama süreci. Yüzyıllarca 100-120 hane nüfusuna sahip olmuş bir yerleşim nasıl oldu da elli yıl içinde küreselleşmenin tipik sahnelerini haiz kalabalık ve dinamik bir şehir parçasına dönüştü, bu soruya cevap aramaya devam ediyorum. Osmanlı parçalandıktan sonra Osmanlı ahalisi orada bir araya geliyor. Çeşitli sorunlar karşısında bu devinimi sağlayan uyumda keşfedilebilecek temaları ikinci bir kitapta ele alacağım nasipse.