
İsviçre doğumlu ünlü bir balerinken New York’ta tesadüf eseri girdiği bir mescidde gönlüne iman aşkı düşmüş. Ardından Türkiye’ye hicret etmiş. Hz. İnsan, Fakra Övgü, Ağla, Aşk Mesleği, Tozun Aşkı, Sonsuz Kulluk kitaplarının müellifi. Rabia Christine Brodbeck’ten bahsediyoruz. Kendisi ile hayat hikayesinin önemli duraklarını, muhabbet yoluna nasıl girdiğini, 15 Temmuz gecesi hissetiklerini konuşmak üzere bir araya geldik.
Rabia hanım, bu söyleşimizin sizin hayat hikâyenizin bazı önemli duraklarına temas ederek başlamasını arzu ederim. Siz İsviçre’de doğup büyüdünüz. Çok ünlü bir balerindiniz fakat sonra Müslüman olmayı tercih ettiniz ve kendi ifadenizle “Türkiye’ye hicret ettiniz”. Biraz süreci başa alırsak, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizden, ailenizden ve büyüdüğünüz muhitten bahsedebilir misiniz?
Elhamdülillah 30 seneden beri müslümanım. Hayatımın ilk 20 yılından sonra çok şey keşfettim. Aslında ben mükemmel şartlar altında doğmadım. Çünkü annem ve babam 2. Dünya Savaşı’ndan sonra evlendiler. O günlerde bütün Avrupa sıfırdan bir inşaat ve yeniden doğum aşamasında idi. Ben o günlerde doğdum. 2 kız kardeşim var. Biri benden büyük, diğeri küçük. Ben ortancayım. Öyle olunca ortada biraz sıkıldım (gülüyor). Latife bir yana ben bu savaş sonrası dönemde bir miktar ızdırap miras edindim.
Nasıl yani ızdırap miras edindiniz?
İnsanların elem dolu yüzlerini gördüm. Harap olmuş şehirleri. Daha sonraki yıllarda manevi olarak savrulmuş yığınları... Cepleri dolu ama kalpleri sancılı insanları tanıdım. Bunlar bende derin bir ızdırap oluşturdu. Bir de ailem çok fakirdi. Evlendikleri zaman kendi daireleri yoktu. Savaşın da etkisi ile yiyecek içecek gibi pek çok şey bir lükse dönüşmüştü. Böyle bir çocukluk beni çok yetiştirdi ve belki gönlümü İslam’a açan da bu oldu. Zengin ve ferah bir dönemde yaşasam şımarabilirdim.
12 yaşınızda baleye başladınız. O süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Evet 12 yaşlarımda içimde bir gönül arzusu doğdu. Bir hayal kurdum daha doğrusu. Parmaklarında yükselen, kollarını uçmak için kullanan; ruhanî, beyaz, saf bir hayal kurdum. Sonradan keşfettim, aslında ben bir melek olmak istemişim.
Bu gönül arzusu şiddetli bir şekilde beni sardı, balerin olmak istedim. Bu hayal ve arzu gerçekleşmeden rahat edemedim. Bunun için okulu bıraktım ve sadece baleye odaklandım. Hayalime ulaştım. 20-21 yaşıma kadar devam etti. Onlarca ülke gezdim, eğitimler aldım, en gösterişli sahnelere çıktım Londra’da, New York’ta ve Paris’te.
Ben baleyi ilahi bir şey olarak gördüm hep. Benim için ilahi çekim gücü başladı, ahiret havası beni derinden çekmeye başladı. Bu balerinlik tutkusu beni Türkiye’ye getirdi aslında.
Tam burada sorayım o zaman kitapta bir ifadeniz var: “Ben İsviçre’de Türkiye için doğdum.” Ne kastediyorsunuz burada?
Benim hayatımı şekillendiren Müslüman olmamdır elbette ama asıl Türkiye’ye hicret etmek beni şekillendirdi. Bugünkü hâlimi aldım, Türk oldum diyebiliyorum artık. Türkiye’ye hicret ettikten sonra maddi ve manevi cenneti yaşadım.
Balerinlik için okulu bıraktım dedim size. Sadece bu hayali gerçekleştirmek için. Kendimi attım içeriye ve oldum. Melek olmak istedim derken de işte melekler Allah’ın yanında. Yani bir ahiret havası orada başladı. Bu sonra da hiç azalmadı. Balerin oldum ama öyle bir arttı ki beni buraya, Türkiye’ye getirdi bu arzu. Aslında ben Türkiye’ye neden gelmek istedim, çünkü din yaşanarak öğrenilir ve öğrenilerek yaşanır. Ben burada sevgi okuluna başvurdum, buraya onun için geldim. Aslında Allah içime aşk mesleği tohumunu ekti ve sonra şunu öğrendim Müslüman olmak aslında bir aşk meselesi. Hepimiz bu anlamda Müslümanlaşmalıyız.
Dans gösterileriniz devam ederken New York’ta tesadüf üzere bir mescide girdiniz.
Evet orada çok büyük bir mucize yaşadım. Çok özel bir kapıya girdim. Resmi cami kapısı değil, bir aşıklar kapısı, evliya kapısı, şefkat kapısı, kudret kapısı, samimiyet kapısı, çok farklı bir kapıya girdim.
Ümit Meriç ile söyleşinizi okudum geçen ay. O da o kapıya girmiş, biz de o kapıya girmişiz. Ben Allah var ya da yok düşünmedim. Hiçbir din araştırmam yokken oldu bu. Kariyerimin zirvesindeydim. Sadece İsviçre’de değil, Batı dünyasının her yerinde dans edebildim. New York’ta tam kariyerimin zirvesinde iken karanlık çağında, cahillik çağında, gaflet uykusundayken tevafuken Türk Mescidi’nden içeri girdim. Bir dükkandan içeri girer gibi girdim. Merak ettim bu bina nedir? Girdim ve baktım ki Türk Mescidi… Orada başladı her şey. Attım bir adım, sonra bir daha çıkmadım elhamdulillah. Tabi çıkmak mümkün değil zaten.
Daha önce hiç Müslümanlarla karşılaşmamış mıydınız? O kapının farkı neydi sizin için?
İsviçre’de binlerce Türk arasında büyümeme rağmen ilgimi çekmedi hiç. Sormadım bile. İsviçre’deki herhangi bir insan diye düşündüm onları. New York’ta bu kapıdan tesadüf içeri girerken pozitif elektro şok yaşadım.
“Pozitif elektro şok” derken neyi kastediyorsunuz?
Bütün varlığım etkileniyor yani bir anda. Bir deprem gibi. Şiddetli bir şekilde duygular, düşünceler, kalp, ruh, beden her şey bir anda etkileniyor. O yüzden pozitif elektro şok diyorum.
Bu kapıdan girdiğim zaman Müslüman oluşum bir an meselesiydi. Hz. Ömer, Peygamber aleyhisselam tebliğe başladığı zaman çok öfkeliydi. Onu öldürmeye gidiyordu. Onun huzuruna vardığı zaman her şey bir anda değişti. İradesi, düşüncesi, niyeti felç oldu. Nasıl? Peygamber Efendimiz’in nuru etki etti. Orada hiçbir şey yoktu. Ne medrese, ne okul, ne kitap, ne de Kur’an... Hiçbir şey yoktu. Sadece O vardı. Ömer katil kimliğinden bir anda Mü’min kimliğine geçti. Yani Hz. Ömer oldu. Bu an benim Müslüman olmama benziyor. Ben tevafuk sonucu bu kapıdan içeriye girerken, katil olarak değil ama cahil olarak girdim. Ve bir an uyandım. Nasıl ki biz uykudayız ve gözler kapalı, sonra uyanıyoruz, bu dünyadayız. Uyku alemi başka, dünya alemi başka. Öyle uyandım.
Allah karanlıklar içinde gaflet uykusunda gözlerimi açtı. Nur alabildim. Görmeye başladım. Orada hakikati görmeye başladım. Daha güzel bir uyanış yok. Yani yeni bir doğum yaşadım diyebilirim.
Kiminle karşılaştınız orada?
Çok önemli bir Türk hoca idi. İhsan Sait Efendi. Benim mürşidimdi. 17-18 sene önce vefat etti.
Allah rahmet eylesin.
Amin. İhsan Sait Efendi orada görevli. Tabi ki o sıradan bir din adamı değildi. Hafızdı, imamdı, mürşitlik yapmıştı ve en önemlisi dervişti. Çünkü o Muzaffer Ozak Efendi’ye çok aşıktı. İçeri girdiğimizde o bize normal anlatmaya başladı. İşte nasıl bir yer burası, neler yapıyoruz, ne tür programlar oluyor gibi... Fakat onun huzurunda otururken içimde tuhaf bir his oluştu. Bir mutlak bilinç. Yani bilgi ve his birleşti. Bütün hayatım boyunca aradığım şeyi buluverdiğimi hissettim. Orada Allah beni uyandırdı, hakikati görmeye başladım.
O güzel hoca öyle bir güç yansıttı, öyle bir güzellik yansıttı, öyle bir aşk hazinesi yansıttı ki bana çok derin bir his bıraktı.
Hemen o anda mı Müslüman oldunuz? Yoksa bir araştırma sürecine mi girdiniz?
Orada direkt kelime-i şehadet getirdim. Çünkü ben aşka düştüm. Bunu size tam olarak anlatmam çok zor. Bütün varlığım gördü ve kabul etti. Nasıl ki evlilikte birbirimize aşık oluyoruz, aslında bu olayda da ben evlendim, “Evet” dedim. Sonrası hep formalite.
Allah bize hemen nasip etmedi Müslümanlığı, çünkü iman ve sevgi arasındaki farkı anlayalım diye. Çünkü aşk imandan üstün. Muhabbet duymadan zaten Müslümanlık kuru, dar ve anlamsız bir Müslümanlık. Ben şanslıydım orada. Kelime-i şehadet getirmeden, başörtü giymeden önce aşka düştüm. Namaz kılmadan önce namaza aşık oldum.
Buraya girmeden önce dinsiz bir hayat yaşıyordum. Hıristiyanlıkta şeriat dejenere olmuştu. Hıristiyanken biz kendi dinimize hakaret ediyorduk. Bu başka konu ama öyle. Ben materyalist bir dünyada, lüks bir ülkede bulunduğum için dinsiz yaşadım. Dua etmiyordum, Allah’ı düşünmüyordum, secde etmiyordum. O kapıdan içeri girince ilk defa kıraat dinledim ve bir hoca gördüm.
Bir süre sonra da İstanbul’a geldiniz değil mi?
Orada bir bardak hayat suyu içmiştim. 2-3 sene sonra ilk defa İstanbul’u ziyaret ettim. İstanbul’da ise ben denizi buldum. Merhamet denizi, muhabbet denizi... Kayboldum bunun içinde. Sahte insan kimliğimi bırakıp hakiki insan kimliğine ulaştım. Fıtratıma döndüm. Fıtratı, namazdaki duruşta hissettiğim için namazın dinin direği olduğunu anladım. Olmazsa olmazdır namaz.
• • •
Sizin çok derin olarak hissettiğiniz o aşk ve muhabbet hissiyatı, bugün biz gençler için modern hayatın bütün olumsuzlukları üzerimize üzerimize gelirken çok zor gibi. İçimizde bir aşk ateşi yoksa bu nasıl oluşacak, ne yapmalıyız?
Bence içimizde bulunuyor. Tek bir şart var, biraz uyanık olalım, yani uyanalım. Uyanışı yaşamalıyız. Uyanmak nedir, merak etmeliyiz. Hiçbir şeyi merak etmiyoruz, ilgimizi çekmiyor. Aslında Allah’ın hazinesi gizli. Bulmak için araştırmalıyız. Biz merak etmiyoruz.
Ben karşılaştığım insanlara, hocalara, Abdulkadir Geylani, Mevlana gibi büyüklere aşık olmadım, ben onların Peygamber Efendimiz’e olan aşklarına aşık oldum. Aşk bulaşıcıdır. Yoksa ben New York’ta, metropolde, dansçıydım. Nasıl bir şey hissedebiliyorum ki? İşte bu cereyan, bu aşk virüsü bana bulaştı. Sizi davet ediyorum birbirimize bu virüsü bulaştıralım, birbirimize ayna olalım. Siz gençler içinize aşk ateşi düşürmek istiyorsanız işe aşık olanların yanında olarak başlayabilirsiniz.
Arzu var burada, aşk var, o yüzden kainatı yarattı... Biraz yürüyünce Allah direk yardım ediyor size. 1 adım atıyoruz Allah 10 adım atıyor. Bu ilişki böyle. Ben bunu bir tecrübe olarak aktarıyorum size, yaşadığım için biliyorum.
Siz zaten “Din değiştirmedim, içimdeki gizli hazineleri keşfettim” diyorsunuz.
Evet öyle. Allah’ın yolu sonsuzluk yolu, ebedi zenginliğin yolu. Bu nur yolu. Ben 15 Temmuz’u yaşadıktan sonra bunu hissettim, fark ettim. 15 Temmuz’dan sonra ayna olduk birbirimize elhamdulillah.
15 Temmuz’da ikinci kez doğdum demiştiniz bana, onu biraz açabilir misiniz?
Hidayet nurunu New York’ta alabildim, hamd olsun. Allah kendi nurundan bana bir nur gösterdi. Hem de New York’ta, gündelik hayat olarak İslamiyet’ten çok uzak bir yerde. Sonra Türkiye’de bu nuru artarak hissettim. 15 Temmuz gecesi ise 2. defa hidayet nuru alabildim. Çünkü o gece hak batıldan ayrıldı. O gece belki benim en büyük özlemime kavuştuğum gecedir. Diriliş ve direnç gücü olmadan; nursuz, merhametsiz ve muhabbetsiz bir din nasıl bir dindir, hiçtir. Ben ne gördüm orada? Hayatın ve dinin birlikte var olduğunu gördüm. O gece ben bunu gördüm. Dine hayatımız girmiş. Çünkü öyle bir tecelliyat vardı ki tüm Türkiye’yi sarmıştı.
Gece 1-2 arasında selâ sesleri, ezan-ı şerif başlamıştı. Bu bir hakikattir. Bütün müezzinler ayakta. Bu ses her yeri sardı. Allah’ın kendisi tecelli etti. Öyle bir ilahi güç geldi ki... İlahi yardım, destek tecelli etti. Çünkü o selâ sesleri, ezan-ı şerif sesleri, o dehşet uçak seslerini bastırdı. İbrahim aleyhisselamı Nemrut ateşe attığında orada gül bahçesi açılmıştı. Onun gibi. 15 Temmuz gecesi Habil kazandı. Dünya hiç böyle bir şey görmedi. Çok büyük bir olay. Bu İslamofobiye de bir darbe oldu.