
Sekülerizm; dini kurum, sembol ve normların önemini yitirerek doğaüstü inançların itibar kaybetmesi; dünya hayatının aklın öncüllerine göre yorumlanması ve modern bir hayat tarzının benimsenmesidir.
NEDİR?
Latincede ”devir, nesil, mekân” gibi anlamlar taşıyan sekülerizm kavramı “saeculum” kelimesinden gelmektedir. Zamanla “dünya” manasında da kullanılmıştır. Zaman; şimdiye, mekân ise içinde yaşanılan bu dünyaya ait olmayı vurgulamaktadır. Türk Dil Kurumu ise kelimeyi “dinden bağımsız olan, dünyacılık” olarak tanımlamaktadır.
Sekülerizm kavramına geçen yüzyıllar içinde farklı manalar yüklenerek sosyal bilimler açısından karmaşık bir hal almış olsa da tüm tanımlamaların ortak noktası “dine karşı olma, kutsalı saf dışı bırakma” olmuştur.
Siyasi anlamda sekülerizm din ve devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanmıştır, bir yönetim biçimi olarak teokrasinin zıttı kabul edilmiştir. Felsefede ise düzenin dogmatik dini inançlarla değil nedensellik ve deneysellikle kurulmasıdır.
Nihayetinde sekülerizm; dini kurum, sembol ve normların önemini yitirerek doğaüstü inançların itibar kaybetmesi; dünya hayatının aklın öncüllerine göre yorumlanması ve modern bir hayat tarzının benimsenmesidir.
TARİHİ SÜREÇ
Sekülerleşme tezi, Avrupa’nın Aydınlanma Hareketi ile ortaya çıkmıştır. Bilim ve modernitenin ilerlemesiyle beraber yeryüzünde kutsalın herhangi bir değerinin kalmayacağını, dinin değersizleşerek günlük hayattan ihraç olacağını, tanrının sahneden ineceğini ve yerine aklın geçeceğini iddia etmektedir. Hatta bu sonun ne zaman gerçekleşeceğine dair tarihler bile verilmiştir.
Sosyal Bilimlerin kurucularının XIX. yüzyılda temel tezleri dinin zamanla yok olacağı yönündeydi. XX. yüzyılda ise ilkel devirlerden kalan din olgusunun artık ölüm vakti gelmişti, teknoloji ilerledikçe modernite hayata hâkim olacak ve sonuçta din ortadan kalkacaktı.
Bu bakış açısı zaman içinde “sekülerleşme tezi”ni oluşturmuştur. Bu tez tek taraflı ve batının kendi tarihi tecrübesine dayanarak ideolojik bir nitelik taşımaktadır. Buna göre din kötüdür ve bir an önce kurtulmak gerekmektedir.
SOSYAL BİLİMCİLER VE SEKÜLERİZM
XIX. yüzyılda bir takım filozof, şair ve düşünür tanrının olmadığı ve dinden kurtarılmış bir dünya tasavvur etmekteydi.
Max Weber, sekülerleşme kavramından önce “rasyonelleşme” kavramı üzerinde durmuştur. Weber’e göre rasyonelleşme gözün açılmasıdır. Bu ise “gizem-büyü” gibi şeylere değil “aklın” verilerine inanarak bir hayat tasavvurunda bulunmaktır. Gözün açılması bu kavramların değersizleşmesidir. Gizem öğrenilen bir alan değil insan aklı ile fethedilmesi gereken bir alandır. Weber bu “rasyonelleşme-gözünü açma” sürecini sekülerleşme olarak adlandırır.
August Comte, Pozitivizmin İlmihali’nde bilimin yükselişini dinin çöküşünü tasarlamıştır. Freud’a göre din ve tanrı bir yanılsamadır, insanların gerçekliğin acılarıyla yüzleşmesini engellediği için olgunlaşmalarını geciktirmektedir.
LAİKLİKLE ARASINDAKİ FARKLAR
Laiklik ve sekülerizm kavramları gerek akademi dünyasında gerek medyada birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Fakat etimolojik ve tarihsel bağlamda değerlendirildiğinde aradaki farklar açığa çıkmaktadır.
Sekülerizm din-toplum arasındaki ilişkiyi ele alırken laiklik din-devlet arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır.
Laiklik en geniş anlamıyla din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanırken sekülerizm dinin toplumda prestij kaybederek referans olmaktan çıkması şeklinde açıklanıyor. Yani laiklik siyasal alanda söz konusu iken sekülerizm bireysel alanda kullanılmaktadır. Laiklik bir siyasi ilke, kural koyucu olarak işlev görürken sekülerizm dinin dönüşümüne müdahale etmeden sürece adını vermektedir. Bu durumda laik devletlerin seküler olmayan toplumları ya da laik olmayan devletlerin seküler toplumlarının olabileceği söylenmektedir.
Devletlerin laikleşmesi anayasaya konulacak bir hükümle mümkün olabilecekken toplumların sekülerleşmesi bir kanun ile mümkün olmamaktadır. Türkiye’nin laikleşme süreci bu anlamda ilginç bir örnektir. Tepeden inme yasalarla toplumu sekülerleştirme çabaları ve yaptırımları halkın dinini devletin görmeyeceği yerlerde yaşamasına sebep olmuştur.
Özetle laiklikte kamu “din devlete karışmasın” derken sekülerizmde kişi “din hayatıma karışmasın” demektedir.
ORTAYA ÇIKMA SEBEPLERİ
Rönesans ve reform tecrübelerinin yanısıra bilimsel gelişmelerle birlikte doğa olayları gizemini kaybetmiş, metafizik yorumlar yerine insanlar artık teknik açıklamalar yapmaya başlamıştır. Teknolojik devrimle beraber gündelik yaşam organizasyonlarında zorlu şartlarda yüzen bir varlığa sığınmak yerine teknolojik tedbirler almaya başlamışlardır. Kapitalizmin yayılması neticesinde daha fazla kar elde etme kaygısı, rekabet, serbest piyasa ekonomisi gibi durumlar geleneksel toplum yapısı ile uyuşmadığından çözülmeler yaşandı. Dini tecrübelerin azalmasına, maneviyatla ilişkiye mesafe konmasına sebep oldu. Kentleşme ile beraber insanların geleneksel ahlaki tutumları değişmiş, bireysel yaşam ön plana çıkmış, şehirlerde sosyalleşme alanlarının çoğalması gibi sebeplerden dini pratiklere daha az vakit ayrılır olmuştur. Modernite ile beraber sorunlara dini referans alan çözümler üretmekten uzaklaşılmış dini kurumlar, semboller, ritüeller gündelik hayatın dışına itilmiştir.
Gizli Sekülerleşmeye Dikkat!
Türkiye’de Tanzimat’tan önce ayak sesleri duyulan sekülerleşme Cumhuriyetle beraber devlet politikası haline gelmiştir. Devlet politikaları zamanla koyduğu düzene göre toplum modeli üretir. Fakat Türkiye’de laik devlet nizamının en koyu zamanlarında bile toplumun küçük bir oranı seküler hayat tarzını benimsemiştir. Sekülerizmin tepeden inme kanunlarla toplumun derinliklerine nüfuz edemeyeceğini tarihi tecrübeler göstermiştir. Günümüz Türkiye’sinde ise toplumun çeşitli kesimlerinde farklı düzeylerde sekülerleşme söz konusudur. Yani Türkiye toplumu için ne doğrudan seküler denilebilir ne de tamamen dindar. Yapılan araştırmalar neticesinde dindar bir hayat sürmeyenlerde “açık sekülerleşme” görülürken dini, bir hayat rehberi edinenlerde “örtülü sekülerleşme” gözlemlenmektedir. Açık sekülerleşme adından da anlaşıldığı gibi dini hayatlarının merkezine almayan kesimlerce seküler hayat tarzını benimseme ve alenen yaşamadır. Örtülü sekülerleşme ise kişilerin dindar oldukları halde gündelik yaşam pratiklerini sekülerizmin önermelerine göre belirlemeleridir.
Bu iki durumun ayrımını yapmak için çok basit bir yol var, rutin hayatımızda alışkanlıklarımızın referans noktası nedir? Bu soruya kendimize yalan söylemeden cevap verirsek neticeyi görmüş oluruz. Tüketim alışkanlıklarımız, insanlarla ilişkilerimiz, eğlenme ve üzülme biçimlerimiz kısacası hayatı nasıl yaşıyoruz, hangi anlamları yüklüyoruz tekrar tekrar sorgulamamız gerekiyor.
Seküler Aile Tükenen Aile
Toplumun genel sekülerleşme eğiliminin doğal bir çıktısı olarak aile kurumu da sekülerleşmektedir. Ailede sekülerleşme eş seçimi, nikâh şekli, düğün-ölüm merasimi, çocuklara isim verme, sosyalleşme vb. alanlarda kendisini göstermektedir. Gündelik hayat uygulamalarında ailenin tercihleri dinin emir ya da tavsiye ettiklerinden yana mı oluyor yoksa menşei batı toplumları olan alafranga yaşantının kopyası olarak mı alınıyor buna bakmak gerekiyor. Kopya tabirini özellikle kullandık zira kendini seküler olarak tanımlayan aileler aslında kendi seküler stilini bile oluşturamıyor, batının pratiklerini doğrudan uyguluyor.
Peki, ne görüyoruz batıda? Ne yazık ki babasız çocuklar, yalnız anneler, tek ebeveynler olarak ifade edilen perişan, mutsuz, kimsesiz, karamsar, ümitsiz insan tiplerinin amaçsız ve anlamsız yaşantılarını görüyoruz. Türkiye’de açık ya da örtülü seküler aile modellerinde oran henüz batı toplumlarındaki kadar yüksek değil. Fakat sekülerleşme bir süreçtir. Tamamlanmış bir olay değildir. Bu korkunç tabloyu fark etmeyerek dünyevileşmenin aileye dolayısıyla topluma felaketten başka bir şey getirmeyeceğini görmezsek acı son ile yüzleşmeye hazır olmak mecburiyetinde kalırız. Zira ailenin sekülerleşmesi demek aynı zamanda tükenişi demektir.
Kutsalın Sönüşü mü? Dönüşü mü?
Sosyal Bilimciler arasında şeksiz şüphesiz kabul gören sekülerizm tezi 20. yy sonlarında Peter Berger, Rodney Stark, Daniel Bell gibi bir takım sosyolog tarafından yargılanmaya başlandı. Onlara göre din marjinalleşerek yeryüzünden sıyrılmıyor, aksine hiç bir yere gitmiyordu. Bu sosyologlar tarafından savunulan yeni paradigmaya göre kiliseye gitme oranı düşse de insanların çoğu ölümden sonraki hayata inanıyordu. Sekülerleşme tezi temelsiz fikirlerden ibarettir ve “teori” olmaktan öte bir “din” haline getirilmiştir. Bugün istisnaları olmakla beraber dini coşku ve heyecan devam etmekte, din var olan gücünü korumaktadır. İddia edildiğinin aksine toplumlar modernleştikçe dinsizleşmemiştir. Bilimin ilerlemesiyle beraber kutsalın etkisi azalmamış, artmıştır. Yeni paradigma savunucularını iki farklı kategoride değerlendirmek mümkün. Birincisi kutsal geri döndü diyenler, ikincisi kutsal hiç gitmedi diyenler. İki grubun da ortak sözü ise çöken din değil sekülerizm teorisi olmuştur demek yanlış olmaz. Yani kutsal ne söndü ne döndü; kutsal olan bitenin hepsini gördü!
Anti-Aging Yalan, Var Biraz da Sen Oyalan
İnsan fıtratı aşkın olana inanmaya meyillidir. Meyilden de öte muhtaçtır. Enerjisini, dinamizmini mukayyed bir dönem olan gençlik safhasına hapsetmemek için endüstriyi, teknoloji ve tasarımı “anti-aging” adı altında çalışmalar yaparak sonuna kadar kullanmaktadır. Bu çabalardan bile insanoğlunun kalıcı olmak gibi bir derdinin olduğu aşikârdır. Sonsuzluğa hasret olan insan ait olmadığı bu dünyaya ve bu zamana takılıp kalarak ruhuna azaptan başka ne verebilir ki? Dünyevi hazlar bir süre tatmin etse bile nihayetinde ebediyete olan susuzluğunu dindirmeyecektir.
İslam dini insanlara hiçbir devirde dünyevileşmeyi gaye-i hayal olarak işaret etmemiştir. “Esas hayat ahiret hayatıdır” diyerek uhrevi olana, sonsuzluğa teşvik etmiştir. Fakat ısrarla öte dünya vurgusu yapan İslam, bir o kadar da bu dünyaya ait olmayı önemser. Bir farkla ki, bu durum sekülerizmde olduğu gibi salt dünya hayatını öne çıkarmak değil ahiretle zorunlu bir denge kurmaktır. Bu denge imanın gereğidir.
Ne Derinlere Dal Ne Kıyısında Kal
İslam bize “Dünya ahiretin tarlasıdır.” diyerek dünyanın bir sermaye olduğunu ifade ederken “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” ikazı ile bundan çok daha fazlası var, “oyun ve eğlence” den ibaret olana dalıp gitmeyin uyarısında bulunmuştur. Yayın danışmanımız Mehmet Lütfi Arslan’ın bu dengeyi çok güzel izah eden “hayatı emaneten yaşama, kıyısında kalma, bir lütuf olarak gör.” dediği “Hayatı Sevmek Şükürdür” başlıklı bir yazısı var, okumanızı tavsiye ederiz.
Bu Devirde Günah mı Kaldı?
Bugün alkol kullanmayı bırakan birisi neden bıraktın diye sorulunca “günah olduğu için bıraktım” dediğinde aldığı tepki “bu zamanda günah mı kaldı” şeklinde olabiliyor. Fakat aynı kişi sağlıklı yaşamak “vücut yapmak” için bıraktım dediğinde alkış alabiliyor. Yine tesettür giyim kisvesinde “seküler manto” adında bir kıyafet milyonlara satılabiliyor. Kutsal olanı bayağı görürken döneme göre –güzel görünme, klas durma, karizmatik olma gibi- yeni kutsallar çıkarmak ise sekülerizmin kendi içindeki çelişkilerini tekrar tekrar ortaya koyuyor.
Sel Gider Kum Kalır
Biz yine ipimizi sağlam yere bağlayalım ve “Allah adın zikridelim evvela”. Allah adın zikretmek O’nun ölçüleri dâhilinde yaşamaktır. Dini aidiyetlerimizden uzaklaşmayalım, uzaklaştırılmaya müsaade etmeyelim. Gündelik hayatımızı O’nun çizdiği hududa riayet ederek yeniden düzenleyelim.
Dünyanın içindeyiz, muhakkak bir zaman ve mekân kaydı var. Buradayız, buralıyız. Burayı yadsımadan dünyanın içinde kalarak gözümüzü ötelere dikelim. Yusuf Kaplan, Sezai Karakoç için “dünyayı tanıyan ama dünyayı tanımadığını ilan eden birisidir” diyor. Kişilik bazında ne kadar önemli bir duruş.
Sonuç olarak dini hayattan çıkarmak demek insanlığı, vicdanı, vefayı, fedakârlığı, diğerkâmlığı, huzuru, iyiye güzele dair ne varsa hepsini hayattan çıkarmak demektir. En acısı ise ebedi gençliği elinin tersi ile itmektir!
Ne Dediler?
Ne Deizm Ne Ateizm, İlle de Sekülerizm
İsmail Kılıçarslan
İsmail Kılıçarslan, süregiden deizm tartışmalarını bir köşe yazısında kaleme almış ve meselenin deizm ya da ateizmden öte sekülerizm olduğunu şu cümlelerle vurgulamıştı:
“Hümanizm, deizm, ateizm bilmem ne yükseliyor mu, düşüyor mu bilmem. Ama sekülerizmin tüm dünyayı bir “haz bataklığı”na sürüklediği gerçeğinden kaçarak yapılacak hiçbir şey olmadığını biliyorum.
Sahne hocalarımızla diyanet uzmanlarımız, siyasilerimizle bilirkişilerimiz tartışmayı sürdüredursunlar; dünyevileşmek, dünyayı yegâne gerçek, kendini yegâne “biricik” saymak şu köhne gezegenimizin sonunu getirecek.
İnsandan üstün bir varlığın, dünyadan güzel bir yerin, vicdandan başka terazinin olmadığını düşünmek insanı canavara, hatta zombiye dönüştürecek. O zaman göreceğim ben tartışmayı “vardı-yoktu” düzlemine taşıyan ilginçlik biçimini…”
Sekülerizm İnsanı Hakikatten Uzaklaştırdı
Yusuf Kaplan
Yusuf Kaplan, gazete köşesinde kaleme aldığı “Sekülerleşme Felaketi ve Hakikati” başlıklı yazısında sekülerizm hakkında şu cümleleri kuruyor;
“Sekülerleşme süreçleri, insanı her bakımdan özgürleştirmeyi vadediyordu.
Oysa bugün geldiğimiz noktada, sekülerleşme süreçleri, hem insanı ve toplumu yok etti, hem hayatı anlamsızlaştırdı; hem de insanı hız ve haz arasına hapsederek dünyanın sorunlarına yabancılaştırdı, hakikatten uzaklaştırdı:
Aracın, gücün ve güç üreten araçların putlaştırılmasına yol açarak, aracı/gücü ellerinde bulunduran aktörlerin azmanlaşmalarına, vicdansızlaşmalarına zemin hazırladı. Ve dünyayı yaşanılamayacak bir yer hâline dönüştüren küresel/postmodern yeni-sömürgeciliğin adı, adresi ve keşif kolu oldu.”
Sekülerizm Kıskacında Debelenen İnsanlık
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın görevi devraldığı törende ilk sözlerinin “Sekülerizm, yani dünyevileşme ve hiçbir değer tanımama kıskacında debelenen insanlığa ulaşmak için her zamankinden daha çok çalışmamız gerekiyor.” olması çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Bir kesim yeni başkanın laikliğe karşı olduğu iddiasında bulundu. Bazı isimler bu sözleri bulunduğu makam gereği “mahzurlu” buldu.
Tavsiye Kitap
1- Sekülerizm Sorgulanıyor: Toplumların modernleştikçe dini hayatlarından çıkaracağı iddiasının yanlış olduğunu düşünen sosyal bilimcilerin tespit ve görüşlerini içeren makalelerinin Türkçeye çevrilerek derlendiği bu kitap dinin geçirdiği anlam değişikliğini ortaya koyan ilk toplu çalışma özelliği taşıyor. Çeviriler oldukça kaliteli ve berrak bir niteliğe sahip.
2- Laik ama Kutsal: Sekülerleşme tezinin geçerliliğini kaybettiğini ve bunun ideolijik bir tezden ibaret olduğunu savunan sosyal bilimcilerin görüşlerini bir araya geldiği kitap Ali Köse’nin bu alanda ortaya koyduğu bir başka derleme eser. Her çeviri kitap kendisini okutmaz malum. Ali Hocanın alandaki donanımı ve rahat üslubu eseri anlaşılır ve zevkli hale getiriyor.