"Ben her taşı beş yüzyıl önce konmuş, Bir camiye tutunarak buluyorum kendimi, Bir yağmadan böyle kurtarıyorum kendimi.” Sezai Karakoç
Gülüşleri, sevinçleri, kahkahaları, öfke dili birbirine benzese de herkes birbirine yabancı ve uzak. Suskun ve yalnız kalbinde “ufuk” değil, küçük bir kıyı endişesi ile sabahlıyorsun. Rumen yazar İstrati’nin tabiri ile anayurdunu sırtında taşıyan yabancı gibisin. İnsanlarla yan yanasın ama sırtında ağır bir yük var. Başını kaldırabilirsen belki diğerlerini yüklerinden tanıyacaksın. Ama başın eğik dolaşmaya alıştın bir kere.
Birbirine dolaşan bileklerin, koşturan ve sendeleyen ayakların arasında kendi bakışın kadar küçük bir dünya arayıp oraya sığınmaktan vazgeç. Karşında uzanan ovaları, dağları, kâinatı, gezegenleri gör. Orada o ayaklar arasında ufacık bir yer yeter bana deme. Yükün iyice ağırlaşmasın ve eziyete dönüşmesin. Sessiz bir kaybediş başlamasın. Kendinden menkul küçük hedefinde, iyice küçülerek kaybolma.
Ebedi gençliği tanımlarken bu dünyanın sınırlarını aşar büyük insanlar. Bitişlerin değil yeni başlangıçların hesabını yaparlar, dinlenmenin değil yorulmanın kollarında serpilen bir bilinç ile ilerlemeye çalışırlar. Cüneydi Bağdadi Hazretleri’nin ölürken son sözünün “Bismillahirrahmanirrahim” olduğu rivayet edilir. Her şey yeni başlıyor demektir bu. Ölümü de kapsayan bir hayatın bilincinde olmaktır. Eskiden büyüklerimiz sadakaları temizce paketler, beyaz zarflara koyar, üzerlerine de “Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederiz” yazarlarmış. Sadakanın muhtaçtan önce kudret sahibinin eline geçtiğinin bilinci ile. Bu verme bilinci de insanın ufkunun hem bu dünyayı hem de ahiret hayatını kapsayabildiğinin bir göstergesidir. Sezai Karakoç’un beş yüz yıllık caminin taşlarına dokunarak yağmadan kurtulduğunu söylemesi gibi sen de geçmişten kopup gelen böyle inceliklere tutunarak kendi yağmandan kurtul!
Contact filminde, kızının “Evrende başka canlılar var mı?” sorusuna “Eğer yalnızsak bu büyük bir yer kaybıdır” cevabını veriyor baba. Böyle düşünmek, insanın varlığını küçümsemektir. İnsanı büyük kılan uğruna âlemler yaratılacak bir ilahi mesaja muhatap olması değil midir? Ayaklar arasındaki o küçük yere ulaşmaya çalışma, bu insanı güdük bir bakıştan ibaret kılar. Başka insanların dertlerine merhem olan, iyilik adına kıtadan kıtaya geçen, mülteci kamplarının arasında mekik dokuyan insanlara çevir yüzünü, kendinden uzaklaşarak sonsuzu sarmalayan bir bakış kazanan bu insanlara. Başkasını düzeltirken ve imar ederken kendi kalplerini ve bakışlarını da imar eder onlar. İhtiyaç sahibi ile kucaklaştıkları an ayakuçlarına kâğıtlar, yazılı kurallar, ihtiyaç listeleri, biletler, faturalar, devrimler, burjuvazi, çok laf dökülüverir. Diğer ayakların arasına karışır her biri. Bakışlarını yerden kaldıramazsan dökülen bu şeyleri görürsün sen de. Dünyan onlar kadar olur.
Sırtındaki yükten kurtuluşun yok.
İnsan olmanın yükü boynunu bükecek, belini eğecek.
İnsan kendi yükünü değil bir diğer insanın yükünü hafifletebilecek, sadece.
Böyle.