
Bizim dilimizden konuşmadıkları için âlimleri suçlamayı, kitapların çok ağır olduğunu söylemeyi bırakmalıyız. Eğer gerekli kişiyi bulamıyorsanız, sizin o gerekli kişi haline gelmeniz lazım. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Âlim olduktan sonra benimle iletişim kurabilirsiniz” dememiştir.
Nouman Ali Khan, Amerika’da yaşayan Pakistan asıllı bir Müslüman. Kur’an Arapçası ve linguistik tefsir çalışmaları yapan ve 2005’ten bu yana yüzlerce öğrenci yetiştiren Beyyine Enstitüsü’nün kurucusu. Sevilen üslubu, esprili hitabeti, hikayeleştirerek anlatması, basit izah etmesi, merak edilen konulara girmesi gibi pek çok etken sayesinde dünyanın her yerinden milyonlarca takipçiye ulaştı. Videoları özellikle genç yaş grubu tarafından çok ilgi görüyor. Aslında kendisi ile aylar önce söyleşi yapmaya çalışmıştım ama fırsat bulamamıştık. Geçtiğimiz ay Türkiye’ye kısa süreliğine geleceğini öğrendiğimde tekrar temasa geçtim. Kabul ettirmek epey zor olsa da tüm sorularımı sorma imkanı buldum. İslam’ın Amerikan yorumundan kızların iktidarına, şöhret ile imtihanından din diline kadar geniş bir alanda sohbet ettik.
Dünyada şu an Amerikan İslam’ı ya da İslam’ın Amerikan yorumu olarak adlandırılan bir akım var. Buradan çok ünlü konuşmacılar çıkıyor, kitaplar yazılıyor ve dünyanın her yerindeki milyonlarca insanı etkiliyorlar. Siz kendinizi bu akımın içerisinde görüyor musunuz?
Hayır kendimi Amerikan İslam’ı denilen akımın içinde hissetmiyorum. İslam’ın evrensel ilkeleri vardır, İslam zamana ve mekâna göre değişmez. Benim İslam’dan anladığım şey farklı kültürlerle etkileşime geçilmesidir. İslam iyi değerlere önem verir. Hint, Amerikan, Avustralya ya da Türk kültürü fark etmez, İslam o kültürü silmek için gelmez. Beni ele alacak olursak, gençliğimin büyük bir kısmı Amerika’da geçti ve orada yaşıyorum. Bununla İslam arasında herhangi bir çelişki olduğunu düşünmüyorum.
BEN İSLAM’I KIZGIN BİR BİÇİMDE ANLATMIYORUM
Fakat şu bir gerçek ki günümüz dünyasında Amerika siyasi, ekonomik ve askeri olarak merkezde. Sözün de merkezinde aynı zamanda. Sizin popüler olmanızda sözün merkezinden İngilizce konuşuyor oluşunuzun etkisi yok mu?
Herkes tarafından erişilebilen açık bir fikir dünyasında yaşadığımızı düşünüyorum. Bundan kast ettiğim herhangi bir insan ne kadar erişim imkânına sahipse ben de o kadarına sahibim. İngilizce artık küresel bir dil haline geldi. Çin’de, Pakistan’da ya da Türkiye’de benden çok daha iyi İngilizce konuşan birçok insan var. Bu kadar popüler olmamın tamamını açıklayamam, çünkü ben de sebebini gerçekten bilmiyorum. Ama açıklayabildiğim kısmı şu olabilir; tepeden inme konuşmamaya çalışıyorum. İnsanlara hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğini veya nasıl daha iyi bir insan olabileceklerini söylemiyorum. Esasen kendimle konuşuyorum. Hayatımda bana zorluk veren şeyleri ve kendimi geliştirmek istediğim konuları anlatıyorum. Bir başkası da bunlara benzer şeyler yaşıyor olabilir.
Bence İslami konuşmalar çoğu zaman çok resmi oluyor. Biri sahneye çıkıp eline mikrofonu aldığında sesleri, vurguları değişiyor, daha ciddi veya daha kızgın bir hâle dönüşüyorlar. Sinirli gözükmedikleri zamanlarda da aşırı şekilde resmi oluyorlar. Bir şeyler öğretirken sanki on altı yaşında bir gençle bir restoranda konuşuyormuşum gibi bir dil kullanıyorum. Sanırım bu, insanların dediklerimi anlamasını daha kolay bir hale getiriyor.
Türkçede bir atasözü var, “Şöhret afettir” şeklinde. Siz kendi hayatınızda bunu hiç tecrübe ettiniz mi?
(Gülüyor) Evet insanlar böyle düşünebiliyorlar. Şahsen, her şeyi bize Allah’ın verdiğine inanıyorum. Allah bize aynı anda iki şey veriyor: Nimet ve sınav. Bu Allah’ın bize verdiklerinden nasıl faydalandığımıza göre değişiyor. Verilenler nimet olarak kalacak mı, yoksa bir sınava mı dönüşecek?
Kur’an’da rüzgârdan bahsedilir. Rüzgâr hayatı taşır. Tohumları getirir, bulutları sürükler. Dünya üzerindeki hayat olabilmesinin sebeplerinden biri rüzgârdır. Ama rüzgârın aynı zamanda yok etme özelliği de vardır. Nimet aynı nimettir ama aynı zamanda yok edici güce de sahiptir. Şöhretin de bundan farkı yoktur. Şöhret, para, güç; bunların herhangi biri iyilik için kullanılabileceği gibi birinin mahvolmasına da sebep olabilir.
Ünlü olmam sebebiyle inanılmaz insanlarla tanıştım, popüler olmasaydım onlarla tanışma şansım olmazdı. Kur’an’da araştırmalar yapıyorum. Seyahat ederken bazen kimsenin tanımadığı ama beni tanıyan muhteşem öğrencilerle, âlimlerle, araştırmacılarla, fikir insanlarıyla tanışıyorum. Bu sayede bana gelip, Google’da ya da YouTube’da asla bulamayacağım çalışmalarının bazılarını benimle paylaşıyorlar. Bunu yapmalarının tek sebebi ise beni tanıyor olmaları. Bu, şöhretin harika bir nimet olabileceğine dair küçük bir örnek sadece.
Sanırım ünlü olmanın en tehlikeli yanı ise insanın kendini diğer insanlardan daha değerli görmesidir ya da dikkatlerin sürekli kendi üzerinde olmasına alışmaktır. Evet, şöhret bir sorun olabilir ama elhamdülillah ben bunu yaşamıyorum.
İSLAM’I YAŞAYIP SONRA TERK EDEN O KADAR GENÇ VAR Kİ
Dünyayı çokça dolaşmış ve gözlemlemiş birisi olarak size sormak isterim, sizce bugünkü gençliğin en büyük problemi nedir?
Son on yıl içinde bu konular hakkındaki fikirlerim değişti açıkçası. Eskiden en büyük problemin iman sorunu olduğunu, Allah’a ve Kur’an’a yeterince inanmadığımızı düşünüyordum. Şimdilerde bunun, problemin bir kısmı olduğunu düşünüyorum ama daha derinde olan bir noktayı görmezden geliyoruz. Dünyanın her yerinden İslam’ı yaşayıp sonra terk eden birçok gençle tanıştım. İslam’la ilgili küçücük bir şeye dahi tutunmakta zorluklar çeken insanlarla görüştüm. Allah ve Kur’an’la ilgili soruları vardı, bazı şeyler onlara mantıklı gelmiyordu. Bu tip insanlarla yaptığım yüzlerce hatta binlerce kez yaptığım konuşmalarda sorunun kökeninin her seferinde aynı şey olduğunu fark ettim.
Ailelerde, arkadaşlar arasında ya da hayatlarında başlarına gelen duygusal travmalar, psikolojik suiistimaller veya bazı korkunç trajediler sorunun esas kökeni. Manevi bir sorun olduğunu düşünmeye devam edebiliriz ama benim tecrübelerime göre neredeyse her manevi sorunun kökünde duygusal bir problem yatmaktadır. İslam ve Kur’an’ın sadece manevi sorunlara çözüm sunduğunu düşünüyoruz ama aslında duygusal ve psikolojik problemler için de çok derin ve güçlü çözümler içermektedir. Öfke kontrolü, depresyon, korku, kaygı, üstesinden gelinemeyen ve geçmişten gelen kötü tecrübelerin açtığı yaralar için de çözümler içerir.
İnsanlara iyileşebilmeleri için zaman ve fırsat vermek zorundayız. İslam’ın çok güzel ve merhametli olduğunu düşünüyorum ama İslam’ı insanlara öğretme şeklimiz çok da merhametli değil. Dinimizi öğretme metodlarındaki merhamet algısının yeniden kazanılması gerektiğini düşünüyorum. Size küçük bir örnek vereyim. Diyelim ki ailenizden biri vefat etti ve birileri ağlıyor. Onların yanına gidip “Ağlama! Sabret!” diyoruz. Çünkü eğer ağlıyorlarsa sabırları yok demektir. Bu bir sorun işte. Bu yanlış. Hz. Yakup, Hz. Yusuf kaybolduğunda o kadar ağladı ki gözleri görmez oldu fakat Kur’an’da Hz. Yakup için “sabır insanı” denilmektedir. Biri ağladığında bunda bir sorun yoktur. Çocuğumu, ebeveynlerimi, eşimi, kardeşimi kaybedip de ağlarsam “Benim iyi bir imanım yok çünkü ağlıyorum. Demek ki bende sabır yok” denilerek aslında işler daha zor hale getiriliyor. O an, rahmet ve merhamet gösterme zamanıdır, birine kendi duyguları yüzünden kendini daha kötü hissettirme zamanı değildir. Bunlar Kur’an’ın ve Peygamberimizin (s.a.v.) çok daha fazla merhametli olduklarına dair küçük örneklerdir sadece. Ama bizim İslam hakkındaki konuşmalarımız ve görüşlerimiz o kadar hassas değil.
Aslında güzel bir yere geldiniz. Merhamet algımızı tekrar gözden geçirmeli ve insan psikolojisini de iyi anlamalıyız. Buradan hareketle şunu sormak isterim: Hocalarımızın, alimlerimizin kurduğu din dili ile bugünkü gençliğin tabii dili arasında derin bir boşluk var mı? Biraz evvel İslam’ı yaşayıp sonra terk eden, soğuyan gençlerden bahsettiniz. Burada hocaların sorumlulukları var mı sizce?
Öncelikle şunu söyleyeyim, İslam’ı öğrenirken üsluplar arasındaki uçurumu ben de tecrübe ettim. İslam’ı öğrenmek istemedim, çünkü o üslup farkına ben de maruz kaldım. Eskiden camiye gitmekten nefret ederdim. Hayatımın en güzel uykularını hutbe esnasında çekiyordum (gülüyor). Evet bir boşluk vardı ama sadece üslup boşluğu değildi bu. Aynı zamanda vücut dili, kullanılan kelimeler, görünüş şekilleri ile ilgili de boşluklar vardı. Karşımdaki insana bakıyordum ve 700 yıl önceden gelmiş gibi görünüyordu. Bu kişi bana benim hayatımla ilgili ne söyleyebilir ki? Ben kimseyle o şekilde konuşmazken ve kimse de bana bu şekilde konuşmazken nasıl olur da bu kişi bana bir şeyler anlatabilir? Bu yüzden yapılan konuşmalar bana yapılmıyor gibi hissediyordum. Sadece oturur ve dinlemiş olmak için dinlerdim ama kendimi vermezdim. Bunun yerine telefonumla oynardım.
Bana göre bu âlimlerin ve hocaların da suçu değil. Çünkü bu insanlar da bu şekilde eğitim gördüler. Bence şunu anlamamız önemli: Âlimlerimizi yukarıda, halkı ise aşağıda düşünürsek; bu ikisinin arasındaki boşlukta, öğrenmeye hevesli olan, hizmet etmek isteyen genç insanlar var. Bu gençler bilgiyi “sıkıcı/zor kaynaklardan” alıp daha uygun bir dille halka aktarabilirler. Burada kendimden bahsetmiyorum kesinlikle. Beni izleyen ve okuyan gençlerin sosyal bir çevreleri var. Arkadaşları var, restoranda buluşuyorlar, beraber üniversiteye gidiyorlar. O arkadaş gruplarına ben asla ulaşamam ama onlar ulaşabilirler. Beni takip edenlerle benim aramda bir bağlantı var ama onların arkadaşlarıyla benim aramda bir bağlantı yok. Bu yüzden bu gençlerin elçi olmaları gerekiyor.
Bizim dilimizden konuşmadıkları için âlimleri suçlamayı, kitapların çok ağır olduğunu söylemeyi bırakmalıyız. Eğer gerekli kişiyi bulamıyorsanız, sizin o gerekli kişi haline gelmeniz lazım. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Âlim olduktan sonra benimle iletişim kurabilirsiniz” dememiştir. Çok fazla bilgim yok diyebilirsiniz. Tamam demek ki biraz biliyorsunuz. O zaman o birazı paylaşın, her şeyi paylaşmak zorunda değilsiniz. Evet, âlimlerin anlaşılması zor bir üslubu olabilir ama bu onlardan faydalanılamayacağı anlamına gelmez. Öğrenmeye daha hevesli olan öğrenciler onlardan faydalanabilir ve daha sonra öğrendiklerini insanlara daha basit bir dille aktaran iyi bir mesajın elçileri haline gelebilirler.
HANIMLAR DAHA CİDDİ VE ÇALIŞKAN
Biz daha önce Genç Dergisi’nde “Kızların İktidarı” diye bir kapak dosyası yapmıştık. Üzerinden 7 yıl geçti ama hâlâ aynı ifadeyi savunuyoruz. Neredeyse her yerde, sosyal ve kültürel etkinliklerde, eğitim konularında kızlar başı çekiyor. Kim var denildiğinde onların sesi çok daha fazla çıkıyor. Bu hayır yarışında erkeklerin geri kalmasını nasıl görüyor ve yorumluyorsunuz?
Bunun sebebine gelmeden önce şunu söylemeliyim. Sekiz yıldır tam zamanlı olarak öğrencilere Kur’an Arapçası öğretiyorum. Tam gün gelen 30 hanım, 30 erkek öğrencim var. Sınav yaptığımda kız öğrencilerden biri sınavdan 100 aldı. Sonra yanıma geldi ve ağlamaya başladı. 100 almıştı ve ağlıyordu. “Niye ağlıyorsun?” diye sorduğumda “100 aldım ama hâlâ sanki tam olarak anlamamışım gibi hissediyorum. Bunun için daha fazla ne yapabilirim?” dedi. Aynı sınavda bir de erkek öğrenci vardı; 60 almıştı ve gülümsüyordu. Ona “Niye gülüyorsun?” diye sorduğumda “60 aldım ama konuyu anladım sanırım” dedi (gülüyor).
Allah iki farklı tür yarattı. Hanımlar öğrenme konusunda oldukça ciddiler ve erkeklere göre çok daha fazla çalışkanlar. Kur’an da bundan bahsediyor. Allah kadınlara, gözle görülmeyen şeyleri daha çok önemsemelerini sağlayacak bazı şeyler vermiştir. Daha uzun süre dua ederler, daha uzun namaz kılarlar, meseleleri daha çok önemserler, alışverişe gittiğinizde bile bu böyledir. Diyelim ki eşinizle çıktınız ve bir araba alacaksınız. Erkek: “İşte mavi renk araba. İşte bu. Hadi alalım” derken kadın “Bekle bekle! Bunu biraz düşünelim. Ben o kadar da emin değilim” der. Çok daha fazla tereddüt ederler.
Allah kadınlara, görülmeyenle ve gelecekle ilgili merak duygusunu erkeklere göre daha çok vermiştir. Allah bunu onların ruhlarına koymuş ve şu çok açık ki İslam ile ilgili öğrenme isteklerinin daha fazla olması da bundan kaynaklanıyor. Ama maalesef kızlarımıza, kız kardeşlerimize ve annelerimize daha fazla öğrenme ve bir âlim olabilme fırsatını vermiyoruz. Hâlbuki bizim tarihimiz bu şekilde değil. Tarihimizin en büyük hadis araştırmacılarından bazıları kadınlar tarafından eğitilmiştir. Geçmişte, en eski muhaddislerden en yenilerine kadar birçok muhaddis üzerine çalışma yaptım. Bu çalışmalarım esnasında Aişe Abdurrahman Bintü’ş-Şatı’nın eserleri karşıma çıktı. Tam anlamıyla tamamlanmış bir tefsiri yok, bazı surelerle ilgili yorumları var ve kendisi geçenlerde vefat etti. Muhteşem bir insandı, ümmet için bir hazineydi. Bu yüzden hanımların katkıları da göz ardı edilmemeli ve çalışmaları için imkan sağlanmalı. Benim, benden daha iyi birer öğretici olacaklarına inandığım en iyi öğrencilerim hanım öğrencilerim. Allah onları korusun.
Modern hayatın sizce en önemli nimeti nedir?
Fırsatlar. Daha fazla iyilik yapmak için hiç olmadığı kadar fırsatımız var.
Günde kaç saat uyuyorsunuz?
6 saat.
Bir gün tamamen size kalacak olsa kaç saatinizi kitap okumaya ayırırsınız?
1,5 saatten fazla okumam.
Tasavvufi akımlara nasıl bakıyorsunuz.
Tek bir formülle açıklanabilecek bir şey olduklarına inanmıyorum. Allah kendisine ulaşabilmek için birçok yol sunmuştur. Başka bir yolu izleyenleri yargılamamız doğru olmaz.
Tarihi şöyle gözünüzün önünde hızlıca canlandıracak olsanız, sizi en çok etkileyen kişi olarak kim belirirdi?
Musa (a.s.). Kur’an’da en çok bahsedilen peygamber kendisi.
En çok pişmanlık duyduğunuz şey nedir?
Kur’an’ı daha erken ezberleyebilmek isterdim. Kendimle daha iyi ilgilenmeliydim, hayatımı daha erken dengelemeliydim.