
Büyüklerinden öğrendiğin bir iyiliği köz gibi avucunda üflemeye çalıştığını görseler dalga geçerler, o köz alev almasın diye aşağılarlar. “Değersizleştirmek” karanlığın yeni psikolojik silahıdır. Sana vahşi derler, bedevi, zavallı, aciz derler. Böylece avcunda bir yanıp bir sönen közü palazlanıp alazlanmadan devirirler.
Karanlıkta yaşamaya alışırsan, odanın ortasında durup “önüm mü daha karanlık, arkam mı?” diye sormazsın. Bilirsin ki çekmecenin içi karanlıktır, cezveden taşan karanlıktır, perdenin kıvrımlarına karanlık sinmiştir. Sevdiklerin karanlığın ağır örtüsü altında kalmıştır, kuşlar karanlığa konar, gökyüzünden kurum gibi yalnızlık dökülür. Ceplerinde yuvarlak bir top gibi karanlığı döndürürsün.
Karanlıkta yaşamaya alışırsan ışığı unutur gözlerin, refleksini kaybeder. Aydınlık kör edici bir ayrıntıya dönüşür. Işıktan kaçarsın. Karanlığım benim dersin, kahramanım, sevgilim.
Modern teknoloji, egzoz dumanı, zift çalınmış asfaltlar, daracık parklar, etrafındaki duvarı yükseltmeye devam eder. Petrol uğruna birbirini öldüren adamların konvansiyonel silahları sıvaların arasından ışık sızmasın diye delikleri namluları ile tıkar. Bir çocuğun gözlerinde ışık parlayacak olsa çarklar, dolaplar, dümenler çıldırmış gibi dönerek gözkapaklarımızı ağırlaştırır. Denizlerin bulanıklığı, ırmakların kirliliği, pet şişelerin ve naylon sepetlerin serseriliği sen daha da karanlıkta kal diye rafine bir zift dokur.
Karanlık karanlığa eklenir. Uç uca, diz dize oturur işi karanlık olanlar, içi karanlık olanlar. Cama ışık vuracak olsa ceplerinden kurumlarını çıkarıp telaşla elden ele gezdirirler. Biz derler bu karanlığı imar edene kadar ne aydınlıklar yıktık. Dişlilerin arasında kaç mum öğüttük, kaç ışığı kurşuna dizdik. Karanlık tek ve biricik olsun diye nasıl uğraştık.
Büyüklerinden öğrendiğin bir iyiliği köz gibi avucunda üflemeye çalıştığını görseler dalga geçerler, o köz alev almasın diye aşağılarlar. “Değersizleştirmek” karanlığın yeni psikolojik silahıdır. Sana vahşi derler, bedevi, zavallı, aciz derler. Böylece avcunda bir yanıp bir sönen közü palazlanıp alazlanmadan devirirler.
Bir mendil gibi dört ucundan içe doğru katlarlar kalbini. Ama hayır derler bilgi çağındayız, kalbini kaldıralım. Kanaati kaldıralım, sadakati kaldıralım, vefayı kaldıralım. Yerine kanaatin tanımını, sadakatin hikayesini, vefanın kronolojik tarihini koyalım. Arama motoru bulamaz derler, dedenin bisikletle Cuma namazına giderken ettiği duanın diğer cumaya kadar ağzında eksilmeden nasıl durduğunu. Ninenin bitmek bilmeyen hoşgörüsünü kataloglarda, vitrinlerde bulamayız derler.
Onun yerine eksilmenin konforunu, bitmenin hazzını, tükenmenin mutluluğunu verelim. Böyle böyle karanlığımızı karanlıklarıyla sıvar dururlar.
Şimdi “Kalbimizde cılız da olsa bir ışık olmalı” desek neye yarar? Karanlığı yırtar mı bu söz? Gözlerimizi karanlığa alıştırmayan, reflekslerimizi köreltmeyen bir ışık olmalı desek. Zift izini durultabilir miyiz? Karanlık bir diğer karanlığa eklendiği an, apartmanın otomatı gibi yanıveren bir ışık olmalı desek. Yakılmamış bir ışık gibi kendi içimize çöker miyiz?
Bizim içimizde kör karanlıklara alıştırmayan bir görme isteği olmalı desek…
Bir arkadaşımın gözleri görmeyen yaşlı bir babaannesi varmış. Köyde yüksek bir yere çıkar ve yüzümü Kabe’ye döndürün dermiş. Sonra da hasret ile ağlarmış. Onu karanlığa alıştırmayan, yerinde durdurmayan, dağların tepesine çağıran şey nedir? Karanlıktadır evet ama başka türlü bir ışığı vardır onun. Başka türlü görmektedir. Kuyudaki Yusuf gibi, balığın karnındaki Yunus gibi karanlığın içinden karanlığı söküp atan bir görme şeklini öğrenmiştir.
Zulmün hızını “az da olsa devamlı iyilik” ile kesebileceğini bilenler, kendiliğinden gelen, bozulmamış, refleks haline gelmiş, kendilerinden öncekilerin kurduğu harıl harıl işleyen bir saat ile uyanırlar. Yıllar sonra çocuklarımızı karanlığa alıştırmayacak hangi saatleri kuruyoruz, hangi düğmeleri yerleştiriyoruz zifiri duvarlara?.. Sevdiklerimizin üzerine atılı siyah tülü kaldırıp havalandıracak kaç iyiliğin kanadını yontuyoruz?..
Karanlığın en zifiri anında bile “başka türlü görebilmek” gibi bir isteğimiz var mı?