Türkiye’deki kadim tartışmalardandır sağ-sol tartışması. Üzerine çokça kafa yorulsa da meselenin derinliğine, sağın ve solun düşünce olarak temellerine değinmek bu anlamda ciddi bir ihtiyaç ve bilgi kaynağı olmuştur hep. Bu anlamda Ahmet Tarık Çelenk, ciddi bir çalışmaya imza atarak “Türk Sağının Düşünce Atlası” kitabını yayımladı. Kendisiyle 631 sayfalık, Türk siyasi hayatı ve yakın tarihimizden birçok önemli isimle söyleşi de içeren kitabı üzerine konuşmak istedik.
“Türk Sağının Düşünce Atlası” Türkiye’deki sağ düşünceye karşı derinlemesine bir analiz ve ciddi bir eleştiri taşıyor. Kitabın hikayesine kısaca değinir misiniz?
Bu zamana kadar düşünce hayatımda farklı farklı idealist, muhafazakar, düşünce ahlakı güzel olan birçok insan gördüm. Düşünme noktasında ise çok sofistike sorunlar, mesela Kürt sorunu, LGBT sorunu, çevre sorunu gibi yabancı sorunlar hakkındaki soruları çok da doğru cevaplayan insanlar göremedim. Bu tür sorunları eleştirmeliyiz ama ben bunları daha çok sol kesimde gördüm. Biz gençken Türkçülük, Milliyetçilik, İslamcılık düşüncelerine yakın olarak büyüdük. Sovyetler Birliği’nin yıkılışını, tüm Türk dünyasıyla ilişki kurma şansını yakaladık. Arap baharıyla, Ak Parti’nin de iktidara gelmesiyle İslam dünyasıyla ilişki kurma şansını yakaladık. Ama maalesef uygun bir model geliştirmedik ve bugün Türk dünyasıyla olan ilişkilerimiz hâlâ istenen seviyede değil. İslam dünyasında ilgili ilişkilerde kafa karışıklığı hâlâ değişik alanlarda mevcut. Bunlar beni kendi geleneğimizin ötesinde düşünmeyle ilgili bir sorunumuz olduğu ve retorikle ilgili temel bir fikir üretememe sorununa sahip olduğumuz kanaatine vardırdı. Ve sol kesimden popüler bir gazeteci arkadaşımızın ”Sağcılardan çekmediğimiz kalmadı yıllar boyunca, onlar iktidardalar biz ise fikir üretiriz” demesi beni çok düşündürdü ve böyle bir kitabı hazırlamaya sevk etti.
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi bir dönemin önemli siyasi aktörleriyle kitabınızda röportajlar var. Neye göre belirlediniz bu isimleri?
Bana göre Türk sağının ya da Türk muhafazakar düşüncesinin ikiyiz-üç yüzyıllık serencamı; bu devlet artık Batı karşısında mağlup oldu, bu mağlubiyetimizin sebebi fikirlerimizden midir yoksa Batı’nın ilmini, fennini, tekniğini almamamızdan mıdır sorusuna cevap arayan, devletin başlattığı ve dışarıya gönderdiği öğrenciler ve dışarıdan getirttikleri insanlar, buradaki fikir akışkanlıklarıyla gelişen bir süreç; bu süreç üzerindeki arayışlarıdır. Bugün Türkiye’yi yöneten insanlar bu sağ birikim üzerine şekillenen insanlardır. Bunlar arasında devlet adamları var, akademisyenler var, düşünce adamları ve tabii ki Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül gibi isimler de var. Onlar Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) idealist gençliğindendi, bu anlamda bir kuşağı temsil ediyorlar. Bu isimler Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı oldu, Dış İşleri Bakanı oldu sonra Cumhurbaşkanı oldu. Belki o yıllarda böyle şeyleri hayal bile edemiyorlardı. Peki fikirlerini rahat uygulayabildiler mi yoksa fikirleriyle gerçeklikler arasında belli açıklıklar mı oldu?.. İkinci mesele ise Ahmet Davutoğlu’nu devlet adamından ziyade değerli bir mütefekkir olarak görüyorum. Belki de son iki yüzyılın en önemli mütefekkirlerinden birisidir. Ahmet Davutoğlu paradigma inşa edebilecek nitelikte bir insan. Son iki yüz-üç yüz yıllık sağın serencamı tartışırken Ahmet Davutoğlu gibi hayatta olan birisinden konuşmamak mümkün değildi. Sağ olsun o konuda da destek verdi. Onun dışında siyasetçileri, dönemin akademisyenlerini, sivil toplum liderlerini seçtik. Bunların dışında da soldan farklı bakış açısı olarak DEV-GENÇ’in önemli isimlerinden Bülent Uluer var, İsrail hapishanelerinde üç buçuk yıl yatmış, kurşunlar yemiş, ateist de değil ve köklü bir eleştiri getiriyor. Mesela diyor ki ”Siz Mısır’daki geleneği sahiplendiniz, halbuki İstanbul’da kendi anlayışınızı üretecektiniz.” Yine Bilgi Üniversitesi’nden Murat Paker önemli bir bakış açısı getiriyor. Sonra İslamcılık ve Türk sağı üzerine çalışan bir gazeteci olan Ruşen Çakır’la görüştük. Bu anlamda tüm bunları toparladık ve okuyucunun ilgisini konulara çekmeye çalıştık.
Her sağcı İslamcı mıdır? Ya da muhafazakar İslamcı mıdır aynı zamanda?
Tabii ki her sağcı İslamcı değildir. 1970 yılında çarpışan iki grup vardı: Sağcılar ve solcular derlerdi. Sağcılar içinde Akıncılar, Yeniden Milli Mücadeleciler, MTTB’ciler, Ülkücüler ve buna benzer gruplar vardı. Bunlar İslami ve dini hassasiyeti, bazıları Türk milliyetçiğini öne alırlar hatta aralarında ufak tefek Kuva-yı Milliyeci Milli Kemalistler de olurdu. Sol dediğimiz gruplarda ise Sovyetler Birliğini savunan İleri Gençler Derneği’nden (İGD), DEV-GENÇ’ten, devrimci yoldan, sol Kemalistlerden, milli demokratik devrimcilerden, tepeden inmeci jakobenlerden, CHP’ye kadar her şey vardı. 70’li yıllarda vuruşanlar, sağda-solda vuruşanlar olarak adlandırılırdı. Tabii 1980’li yıllarda İran İslam devriminden sonra Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla tüm bu kavramlar değişti, iç içe geçti, ters oldu, hatta dedi ki İdris Küçükömer ”Türkiye’deki sol sağdır, sağ soldur.” Günümüze bakacak olursak Ak Parti bugün taşların pembelerine, ezilen sınıflara, kasabalılara, işçilere, gecekonduda yaşayan insanlara bir sol partinin vermesi gerekenden çok daha fazla çözüm üretiyor. Aslında Ak Parti’nin sol yönü de var tabii o tarafa girmiyoruz. Biz 1970’li yıllardaki bir çatıdan bahsediyoruz çünkü o çatının insanları bugün Türkiye’yi, Türkiye düşünce hayatını, Türkiye’nin siyasi hayatını yönetiyorlar. Ona göre sağ-sol dedik, yani bir çatıyı kastettik. Başka bir isim de olabilirdi ama en iyi çağrışım yaptıran isim bu. Yoksa biz Avrupa’daki sağa, Avrupa’daki muhafazakar olgudaki sol terimlerine göre bunu yaparsak bu çok ciddi bir akademik tartışmadır, bizi bağlamdan kopartır. Sonuç itibariyle sağcı dediğimiz zaman anlaşılanlar çok nettir solcu dediğimiz zaman da anlaşılanlar çok nettir bu kitapta.
Sizi sağcı bir kimlikle tanıdık bu zamana kadar hatta siz de kitabınızın giriş kısmında “Nasıl sağcı oldum?” diyerek buna değindiniz. Peki Türkiye’deki sağ düşüncesinin geleceğini nasıl yorumluyorsunuz?
Anneannem Ermeni-Rus işgallerini yaşamış 2. Abdülhamit’i tanıyan bir Osmanlı hanımefendisiydi ve bizi de o doğrultuda yetiştirdi. Bir gün teyzemin oğlu geldi ve bana Lenin’den bahsetti. Tarihin bir ezme ve ezilme mücadelesi olduğunu ve ezen sınıfların iktidarlarını sürdürmek için devamlı yeni kavramlar ürettiklerini, dini; Allah’ı ve ona inanmayı uydurduklarını uzun uzun anlattı. Onun anlattıklarından sonra 11-12 yaşındaki bir beyin olarak 3 gün boyunca varoluşsal bir bunalıma girdim. Bir karar verme aşamasındaydım; bu varoluşsal bunalıma dayanamayacaktım ve sağcı olmaya karar verdim. Sağcı kimliğim de o zamanki akımlarla şekillendi tabii. Yeniden Milli Mücadele, Müslümanlık, İslamcılık, Milliyetçilik düşüncelerine ilgi duyduk, bunları savunduk. Bunlarla her zaman bir ilişki içindeydik ve halen o ilişkideyiz.
Türkiye’deki sağ düşüncenin temeline baktığımız zaman İbn-i Haldun’dan, İbn-i Rüşd’den belki Gazali’den temelde çok ciddi kopukluklar olduğunu görebiliyoruz. Metodolojik ve epistemolojik kopukluklar yüzünden tarih üzerine bir bağlam oturtamama, bir modelleme sorunu karşımıza çıkıyor ve bu soruna bağlı olarak Türk sağı fikir üretemiyor.
Türk halkı hep sağ değerleri savunur, Türkiye’deki iktidar hep sağ olacaktır. Çünkü sağ hayatın içindendir; ekonominin, ticaretin, kazanmanın, kaybetmenin, hepsinin içindendir. Sol ise bürokrasidir; halkın nabzını tutamamadır, çok soyut manada kalır. Kitapla ilgili televizyon kanallarıyla istişare ettiğim zaman Ayşe Hür ve Erdoğan Aydın bayağı sıkıştırdılar beni, sonunda aynı soruyu sordular. Ben de şöyle cevap verdim: Türkiye’deki sağ düşüncenin geleceğini bilmiyorum ama Türkiye’deki sağcılarla muhafazakarlar hep iktidarda olacaktır. Solcular da bol miktarda onlara fikri danışmanlık yapacaktır.
Muhakkak okuyun diyeceğiniz 3 kitap?
Rene Guenon / Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri
Ahmet Davutoğlu / Alternatif Paradigmalar (doktora tezi, İngilizce)
İbn-i Haldun / Mukaddime
”İyi ki yapmışım” dediğiniz bir şey?
Mühendisliği ya da işletmeciliği bırakıp düşünce alanına girmek, düşünce alanında bir şeyler üretebilmek. Bu 8-9 yıl önce verdiğim bir karardı ve şu anda bunu iyi ki yapmışım diyorum.
Elinizde bir mikrofon olsa ve tek cümleyle tüm dünyaya seslenebilecek olsanız, ne söylerdiniz?
Hepiniz bir Adem’in çocuklarısınız, yarın yine aynı şekilde Adem’le beraber toplanacaksınız ve birbirimize karşı yüzümüzün kızarmayacağı şekilde yaşamamız gerektiğini; şu kısa dünyada ortak bir babamız, annemiz olduğunu unutmayın.