
Her akşam bir evde uçuşur ağıtı memleketin. Tabuta tabut, kefene kefen eklenir. Cennette kalalım diye cennete uçar kuşlar… Öğrendik ki insan kendi kadar parçaya bölünebilir, her gidende bir parça bırakır, tek parça halinde kalsın diye bu topraklar…
Hava ne sıcaktır ne soğuktur bu topraklarda…
Puslu ormanlar kanatlarının üzerinde taşır bizi. Kolayca sevmek ve kolayca nefret etmek üzerine kuruludur içimizdeki köprüler, dışımızdaki köprüler. Müebbetten sayılır çoğumuzun yaşadığı hayat. Gençlikten yaşlılığa giden o on beş yirmi yıllık durağan sandığımız süreçte, yüzümüz değişmez ama ölçülerimiz, önem sıralarımız, dengelerimiz değişir. En büyük değişimi o durgun süreçte yaşarız ama eski bir dost çıkıp gelse “hiç değişmemişsin” dese hoşumuza gider. Bazı anlarda değişmek değişmemekten, değişmemek değişmekten üstün değildir.
Dünya ne yakındır ne uzaktır bu topraklarda…
Bu topraklarda ayağı aksayan bir şifanın önünde bulur kendini. Seyahate çıkan kendi evine varır. Kaybolduklarında yitip gitmeyeceklerini iyi bilir gençler. Büyüklerden biri ellerini ceviz ağacı gibi gerer uçurumlara, bir diğeri dua ile sırt sıvazlar. Şimdi git ama sonra gitme derler. Hakikat güneşinin altında kavrulmak cazip gelir, yalanın gölgesi kendisini serinletir ancak, bunu herkes bilir. Bu yüzden herkes göğsünde içli bir mısra, içli bir dua gezdirir bu topraklarda. Acıktım dememeyi, susadım dememeyi, ağrım var dememeyi öğrenir. Bir küçük bakışa sığdırır her isteğini, bir bakışta taşır. Anlayan biri gözlerine bakana kadar, kırpmaz gözlerini…
Kuşlar ne gider ne kalır bu topraklarda…
Her duranın kafesi başkadır, her uçanın kafesi başka. Misafirler için ayrılmış terliklerin, yatakların, yastıkların olduğu evlerde kendisi de ev sahibi gibi yaşamayan, bu yüzden hep yorgun olanlar vardır. Gidenlerin mirasını usulca, kalanların emanetini yavaşça sırtlayanlar. Bir kelimenin hatırına beklerler uçurumlarda. Yokuşlarda o kelimenin hatırına dolaşırlar. Dokundukları o kelime olur, kokladıkları o kelime olur, düşerken tutundukları o kelime olur. O kelimeyi unutmayanlar vardır. Uzaktakiler uzak oldukları için, yakındakiler yakın oldukları için unuturlar. Bu topraklarda o kelimeyi unutmayanların ölçüsü kendinde saklıdır.
Yaşamak ne vardır ne yoktur bu topraklarda…
Kayalardan gelen sesi tanır insan, tohumun sesi midir taşın sesi midir bilir. Tohum mudur ikiye bölünen, taş mıdır bilir. Suyun hareketi taşı aciz bırakır. Yaşayan su mudur taş mıdır bilir. İnsanın yakıtı taşlardır diyor kitabımızda. Günah mı yakar insanı taş mı bilir. Günahın sıcaklığı taşı aciz bırakır. Taş, taştan aşağıya düşer bilir. Her an taşın bir kalpte varlığıyla tanışır insan bu topraklarda. Kalbinde bir taşla bir tetik onaranlar merhametin akan pınarından, tohumun onaran çatlayışından bir yokluk devşirirler. Bir taşın taştan beter oluşuna hapsolurlar.
Yoldayız, birimiz öldük ama ölmedik hepimiz… Yalnızca bir sendeleyiş ölümün varlığını ima etti o kadar. Sonbaharın göğsüne bizi bir anlığına itip geri çekti o kadar. Edindiğimiz mülkü mülk edinmeyiz biz bu topraklarda. Başkalarının mülkünü mülk edinmek, edinilen mülkü başkasına bırakmak hayatın yazılmamış kanunudur, bunu da biliriz. Lakin mülkü nasıl terk ettiğimizin cevabı ile diğerlerinden ayrılırız. Kimi emekleyerek terk eder bu dünyayı kimi dikenli çalıdan sökülür gibi, kimi delikleri yamayarak gider, kimi kırılmışı onararak… Kimi bir ağacın kuytusuna yontup kaybeder yüzünü, kimi bir ağacın dalına tutunup hidayete erer. Kırılmamışı kırıp, yırtılmamışı yırtarak, fidanları kırıp tohumları sökerek gidenler bizden değildir.
Şehadet ne ölmektir ne yitmektir bu topraklarda…
Kalbinde bir mıknatısla yaşar, baktıkça görür, bastıkça gömülür insan kendisine… Kapılar gıcırdayarak açılır yokluğa ritim tutar, pencere önüne bir çiçek baharı hatırlatsın diye konulur, bir hikaye duvarda bir gedik açsın diye anlatılır… Böylece yılgın evlerimiz savunmasız kalmaz. Maskeler, makyajlar, süsler ponponlar, sadece gevşemiş suratların etrafına dizilir bu topraklarda. Maskesi olan yüzleşmeye yanaşmaz elbet, yüzünden kalbi okunanlar ise kirli tetikleri afallatır. Öldürülen yaşar, öldüren hiç yaşamamıştır bu topraklarda… Her akşam bir evde uçuşur ağıtı memleketin. Tabuta tabut, kefene kefen eklenir. Cennette kalalım diye cennete uçar kuşlar… Öğrendik ki insan kendi kadar parçaya bölünebilir, her gidende bir parça bırakır, tek parça halinde kalsın diye bu topraklar…