
Tek katlı müstakil bir evdin, ama bohemlerin doluştuğu beş katlı bir binadan daha heybetliydin. O, “ağzımdan büyük” lafları ettiğimde ve yumruğu daha büyük olanlar üstüme yürüdüğünde, koşup kollarına sığındığım metruk bir sevgiliydin.
Ön bahçe;
Bahçesinde ceviz ağacı olan kocaman bir evdin. Haylaz bir yağmur gibi ezip geçtiğimde menekşelerini ve asi bir rüzgâr gibi vurup çıktığımda kapını, yine de beni bekleyeceğini bilirdim.
Ekmeğin üstüne atılmış biraz kekik, parmak uçlarımı dokundurarak su içtiğim çeşme ve çamaşır sepetinden bir tuzakla avlamaya çalıştığım serçeler… Hepsi senin bahçenindi.
Düşüp yaralanacağım mazgalın yoktu, takılıp düşeceğim çıkıntıların, asılıp devireceğim fazlalıkların… Sade ve emniyetliydin tıpkı annemin kolları gibi…
En fazla perdelerini kapatırdın beni görmemek için, oysa kapın daima ardına kadar açık olurdu. Her ikindi vakti yeniden tazelerdin sevgini ve açardın sardunyalara dolanmış perdelerini…
Bahçe duvarına boynumu büküp oturduğumda ve mekân mefhumunu silip yutan fikirler beynimde köhne saraylar kurduğunda, arkama yaslanıp bir anlık gafletle düşmediysem, o ceviz ağacını vakti zamanında yetiştirdiğin içindi. Ben hep ceviz ağacına yaslanınca geldim kendime, gittiğim yerlerden…
Tek katlı müstakil bir evdin, ama bohemlerin doluştuğu beş katlı bir binadan daha heybetliydin. O, “ağzımdan büyük” lafları ettiğimde ve yumruğu daha büyük olanlar üstüme yürüdüğünde, koşup kollarına sığındığım metruk bir sevgiliydin.
Arka bahçe;
Yastık dantellerini buruştura buruştura büyüdüm ben, tırnak yaralarımı yola yola… Yüzüne ne telefonlar kapadım seni sevmiyormuş gibi yaparak… Kaç kez bağıra bağıra terk ettim seni… Kuş sürüleri gibi cılız ama uğultulu öfkeler saldım üstüne… Gözlerimi attığım isyan denizi her gün yeni daireler doğurdu gözlerinde…
Elime bir balta alıp o ceviz ağacını devirmeyi ve fide vermeyecek saçma sapan ideallerden bir bahçe yeşertmeyi ne çok istedim.
Dikenli tellere astım geçmişimi ve patikalarda tozudum…
Sonra çok döndüm şehirlerde, çoğu telefon kulübesinde saatlerce dinlendim. Radyo frekanslarına takıldım, kitapçıların raflarına gömdüm başımı… Ağladım, ağlamayı bir şeye benzetmeksizin.
Sonra bir öğrenci kitaplığında bir ceviz ağacı keşfettim yeniden. Yapraklarını okudukça anladım ve usulca seni hayal ederek “mukadderat mı bu” dedim.
Bir ömür çaldığımı sanıyordum senden, başka bir ömrü özgürlüğe uçurduğumu, bir ömrü karanlık bir kuyudan çektiğimi ve başka bir ömrün yarasını kül ile ovduğumu zannediyordum.
Oysa herkesin bir ömrü olurdu
Ve herkesin bir babası…