
Cervantes’in Don Kişot’u İspanyolcanın şaheseriyse, Taberî’nin Câmiü’l-Beyân’ı da Arapçanın şaheseridir! Ben de çok bir şey söylemiyorum, sadece Taberî’yi kendi dilinden okumak için Arapça öğrenmek gerektiğini söylüyorum.
Yeni Bir Dibace
İrfan Atlası, üç yılı aşkın bir zamandır okuyucularıyla buluşuyor. Geçen zaman içerisinde, bazen İslâm’ın değerler silsilesinden bir halkaya tutunduk; bazen de bu değerlerin temsilcisi olan bazı şahsiyetleri misafir ettik sayfalarımıza. Amacımız, irfan denizine dalmak, o masmavi atlasta bir sefere çıkmaktı. Daha açık bir deyişle, bin yılları aşıp gelen İslam mirasını tanımaya, anlamaya, özümsemeye çalışmaktı.
Ancak, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik; döndük arkamıza baktık ki bir arpa boyu yol almışız. Çünkü gerçekten çok engin bir miras ve o mirası ilmek ilmek dokuyarak daha da derinleştirmiş güzide şahsiyetler var karşımızda. Şairimizin: “Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır.” dediği gibi, bizim de ömürlerimiz ömürlere ulansa, o yolun nihayetine erişemeyeceğimiz aşikâr.
Ancak yılmak yok; aynı ceht ve gayretle, daha derin bir nefes alarak yola devam ediyoruz. Niyetimiz, o büyük ustalara çırak olabilmek; onların rahle-i tedrisinde ilmin derin sularına dalmak! Kurtulmak, malûmatfuruşluğun sığlığından; bilgiçliğin hodkâmlığından... İrfanın: “Kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim!” olduğunu nazar-ı itibara alarak, ilmi irfana dönüştürmek. İrfanın ışığıyla aydınlanıp içimizi ve dışımızı onunla tezyin etmek... Şu halde irfan yolculuğumuz kutlu, yolumuz açık olsun!
Ümmetin Bilge Müfessiri
Kur’an-ı Kerim, İslam’ın merkezinde bulunur. O bakımdan İslam’ın ilk günlerinden günümüze, Kur’an’ı doğru anlamak ümmet için çok büyük bir önem arz etmiştir. Netice itibariyle Kur’an, her türlü tahriften (saptırma), tebdilden(değiştirme) korunmuştur; önemli olan korunmuş olan bu kitabın Allah’ın muradına uygun bir biçimde anlaşılmasıdır.
Sahabeden Hazret-i Ali, Hazret-i Âişe, İbn Mes’ûd, Abdullah İbn Abbas, Ubey İbn Ka’b (radıyallâhü anhüm) gibi büyük sahabilerin bu konuda oldukça gayretli ve titiz olduklarını biliyoruz. Onlar Peygamber Efendimizden (sallallâhü aleyhi ve sellem) aldıkları Kur’an tefsirine dair mirası zenginleştirerek sonraki kuşaklara naklettiler. Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Katâde, Hasan el-Basrî (radıyallâhü anhüm) gibi büyük tâbiler onların okullarında yetişip Kur’an tefsirinin temel taşları oldular. Onlar Kur’an’ın anlamlarının resmî kayıtlarını tutarak, adeta anlamların yanlış yönlere çekilip farklı amaçlar için kullanılmasının önüne geçtiler. Bir başka ifadeyle, lâfzen korunmuş olan Kur’an’ın, mana bakımından da korunmasını sağladılar. Büyük müfessir, büyük tarihçi Taberî, bu noktada çok önemli bir görevi üstlendi.
Ebû Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberî ( 251-310/838-923; rahmetullâhi aleyh), Peygamberimizden, Sahabe-i Kiramdan, Tabiinden ve sonraki müfessirlerden gelen tefsire dair rivayetleri, Câmiu’l-Beyân adlı tefsirinde bir araya getirmiştir. Taberî, Müslümanların üç asır boyunca ürettikleri tefsir mahsullerini eserinde toplamıştır. Bu bakımdan eser, binlerce rivayetin yer aldığı devasa bir tefsir koleksiyonudur. Taberî üstadın ümmete en büyük hizmeti, kendinden önce yaşayıp da eserleri sonraki nesillere ulaşmayan büyük müfessirlerin görüşlerini ümmetin istifadesine sunmuş olmasıdır.
Elbette söz konusu tefsir, bir rivayetler yığınından ibaret değildir. Taberî, dil ve fıkıh, kelam, hadis gibi dinî ilimlerdeki engin bilgisiyle tefsire ciddi bir derinlik de katabilmiştir. Onun tefsirini bu denli değerli kılan, belki de ustaca topladığı rivayetler yanında bunlar arasında tercihler yapmış, ilmini de konuşturmuş olmasıdır. İmam Nevevî: “Ümmet, Taberî tefsiri gibi bir tefsir yazılmadığı konusunda ittifak etmiştir” sözünü boşuna söylememiştir. Ebû Hâmid el-İsfereyânî de: “Bir adam İbn Cerîr’in tefsirini elde etmek için Çin’e kadar gitse, çok bir şey yapmış sayılmaz (yani buna fazlasıyla değer!)” demiştir. Burada Taberî’ye büyük değer atfeden Prof. Dr. Yusuf Işıcık Hocamızın şu sözünü de kaydetmek istiyorum: “Bütün tefsirler yansa, kül olsa; yalnız Taberî tefsiri kalsa, tefsir olarak ümmete yeter!”
Taberî tefsiri ne sebeple olduğu bilinmez, bir ara İslam dünyasında kaybolmuştur. Tabii oryantalistik çalışmaların zamanla hız kazanması, onların tefsir külliyatına dair ilgileri; İslam dünyasında buna paralel olarak gelişen çalışmalar, Taberî tefsirine karşı ciddi bir merak uyandırmıştır. Tefsirin kayıp olduğu sıralarda mesela müsteşrik Nöldeke: “Bu kitabı elde etmiş olsaydık, ondan sonra yazılmış olan diğer bütün tefsirlere ihtiyacımız kalmayacaktı. Ancak ne yazık ki tefsirin tamamı kaybolmuş görünüyor!” der.
Ancak bu sözlerin üzerinden çok geçmez. Müsteşrik Goldziher’in ifadesiyle, Şark ve Garp’taki bütün ilim çevrelerini sevindiren bir sürpriz yaşanır. Bu devasa kitabın Emir Hâil Kütüphanesinde tam bir yazması bulunur ve Kâhire’de 1911yılında 30 cilt olarak yayımlanır. Goldziher’in kendisi de tefsiri şu ifadelerle övmüştür: “Bu tefsir, bir yönüyle rivayet tefsirinin zirvesidir; bir yönüyle de başlangıç noktası olup Kur’an Tefsir Literatürünün temel taşıdır.” (Goldziher, Mezâhibü’t-Tefsîri’l-İslâmî, s. 107,108)
Taberî Tefsirinin Kıymeti
Burada Taberî üstadın Kur’an’ı tefsir ederken kendisine prensip edindiği birkaç noktadan da söz edelim. Kur’an; hadisler, siyer, tarih, kısaca tarihî arkaplan olmadan anlaşılamayacak bir metindir. Belki günümüzdeki en büyük problem, Kur’an’ı sadece metninden anlamaya çabalamaktır. Hatta metnin de ötesinde sadece meallerden anlamaya çalışmaktır. Bu da yanlış İslam tasavvurları ortaya çıkarmaktadır. İşte Taberî tefsirinin kıymeti burada ortaya çıkmaktadır. Bu tefsir naklettiği rivayetlerle, Kur’an’ın arkaplanını anlatmaktadır bize. Tabir caizse, Kur’an’ın o geniş hinterlandını çizmektedir. Kur’an vakıalara göre ve peyderpey inmişse; bizim o vakıaları bilmemiz, elbette bizi doğru anlamlara götürecek, bize yol yöntem gösterecektir.
Taberî öncelikle ayetin zâhirine (ilk akla gelen anlamına) önem veriyor. Özel bazı sebepler olmadıkça da zahiri anlamdan çıkmıyor. Bu özel sebepler de, sahabeden, tabiinden ve diğer âlimlerden gelen görüşlerdir. Yani onlar ayeti zahirin dışında tefsir etmişlerse Taberî onların görüşünü tercih etmiştir. Kur’an’ın o dönemlerde farklı mezhep ve fırka taassuplarına kurban edildiği, farklı emeller için kullanıldığı hesaba katıldığında; onun bu girişiminin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
O, rivayetlerin yanı sıra, Arap dilinin hususiyetlerini de tefsir amaçlı kullanmıştır. Bu amaçla çokça kadim Arap şiirini delil olarak getirmiştir. Özellikle anlaşılması güç (müşkil) ayetlerde, Arap dilini en önemli müracaat kaynağı olarak görmüştür. Prof. Dr. Yusuf Işıcık Hocamızın dediği gibi, Taberî tefsiri aslında bir Müşkilü’l-Kur’an (Kur’an’ın anlaşılmayan ibarelerini açıklama) kitabıdır. Yine onun tespitine göre, Taberî tefsirinin bir özelliği de, muhtemel yanlış anlamları da vererek bu yanlışlara düşmekten alıkoymasıdır.
Son bir özellik daha: Taberî, yersiz ayrıntılara girmeyi, bilmenin veya bilmemenin fayda sağlamayacağı konuların peşine düşmeyi gereksiz görür. Meselâ Hz. İsa’ya indirilen sofrada ne vardı? Şuayb (a.s) Hz. Musa’nın kayınpederi olan Yotro muydu? Yusuf (a.s) kaç dirheme satıldı? Bu gibi konular hakkında Taberî: “Bunları bilmek faydasızdır, bilmemek de herhangi bir zarar vermez, okuyucunun bunların zahirini ikrar etmesi yeterlidir!” der.
Ey Genç!
Benim burada Taberî tefsirini anlatmaktaki niyetim tabii ki Türkçede yapılmış olan Taberî çevirisini okumaya teşvik değildir. Çünkü tefsirin tadı oradan alınamayacak; Taberî’nin derinliği oradan keşfedilemeyecektir. Hani İngiltere Kralı mabeyncisine: “İspanyolca öğren!” demiş, o da kendisine büyükelçilik verileceğini düşünerek gecesini gündüzüne katmış, İspanyolca öğrenmiş, huzura varıp bu dili öğrendiğini söyleyince de kral: “Şahane! Şimdi size Don Kişot’u İspanyolcasından okumanızı tavsiye ederim.” demiş ya…* Cervantes’in Don Kişot’u İspanyolcanın şaheseriyse, Taberî’nin Câmiü’l-Beyân’ı da Arapçanın şaheseridir! Ben de çok bir şey söylemiyorum, sadece Taberî’yi kendi dilinden okumak için Arapça öğrenmek gerektiğini söylüyorum.
Bunun bir örneği de var aslında: Fuad Sezgin! Fuad Sezgin, İstanbul’da Alman Müsteşrik Helmut Ritter’le görüşür. Helmut Ritter ona Arapça öğrenmesini söyler. Çağımızın en büyük ilimler tarihçisi Fuad Sezgin, bir taraftan Arapça öğrenmiş, bir taraftan da 7,8 ay gibi kısa bir sürede Taberî tefsirini baştan sona okumuştur. Belki daha doğru bir ifadeyle, Taberî tefsirini okurken, Arapçasını mükemmel derecede geliştirmiştir.
Buradan ilim taliplerine örnek olur düşüncesiyle bir yıldır, her Cuma, namaz sonrası Prof. Dr. Yusuf Işıcık hocamızın nezaretinde, Doç. Dr. Fethi Ahmet Polat hocamızın gayretiyle Taberî tefsiri okumaları yaptığımızı duyurmak isterim. Yusuf Işıcık Hocamız her dersin sonunda, derse katılan ilim tâliplerine ilme verdikleri destekten ötürü teşekkür ediyor. Esasen bizim onlara teşekkür etmemiz gerekirken...
İmam Gazâlî’nin “Yâ fetâ!” hitabını ödünç alarak hitap etmek istiyorum şimdi sana. (Bidâyetü’l-Hidâye, s. 122) Ey Genç! Ben de senden, bütün meşguliyetlerinden biraz sıyrılıp ilme destek çıkmanı, irfana omuz vermeni bekliyorum. Biraz fedakârlık, diyorum! Selam ve dua ile…
*Çok hoşuma giden bu anekdotu, Tarih Gastemizin yazarlarına borçluyum. (Tarih Gastesi, Haziran, 2010, s.5)