Geç aynanın karşısına ve bak orada gördüğüne. Lütfen dikkatli bak ama... Bu kimsede olmayan eller, kollar, vücut, şimdiye kadar kimseye verilmemiş ve kıyamete kadar kimseye verilmeyecek o yüz... Ruhunun, kalbinin, zihninin ve daha bilemediğin nice sırrının muhteşem bir algoritma ile bütünleştiği o biricik varlık: SEN. Sadece bu bile doğrulup ayağa kalkman için yeterli değil mi? Ama olmuyor. Sen ayağa kalkamıyor, üzerindeki ataleti atamıyor, neye sahip olduğunu ve kıymetinin ne paha biçilemez olduğunu anlayamıyorsun. Niye hiç düşündün mü? Tam da işte bu kıymetin yüzünden olmasın? Kimsede olmayana sahipsin. Kimseye verilmeyeni göğsünde taşıyorsun. Ve kimsenin başaramayacağı bir iş seni bekliyor. Birilerinin üzerine abanıp da buna engel olmasından daha doğal ne olabilir? Düşmanların var, fark et. Korkma, bir şey yapacak değiller. Tek yapacakları şey seni seninle engellemek. O yüzden silkin, ayağa kalk ve asla BIRAKMA KENDİNİ.
Klinik Psikolog Mehmet Dinç: Niye Bir Gün Daha Yaşamalıyım?
Modern dünya birçok ilerlemeyi, imkanı beraberinde getirirken; irade, tevazu, sabır ve hoşgörü gibi insanın kendine mahsus özelliklerini de bir bir götürüyor. Kontrol edemezsek ileride sadece ”kavram olarak” kullanacağımız bu özellikler bizden gidince, ruhsal sorunların yaşanması; psikolojik ve sosyal travmaların olması muhtemel hale geliyor... Konuya dair ”Bırakma Kendini” diyerek çok güzel bir çıkış reçetesi sunan Klinik Psikolog Mehmet Dinç’e ”kendimizi nasıl bırakmayacağımızı” sorduk, bu ayki dosya çalışmamızı bu röportaj üzerine şekillendirdik...
Hayat, inişli çıkışlı anları, sürprizleri, değişkenlikleri bir arada yaşatıyor. Bazen gücümüzü kaybediyoruz, yani enerjimiz düşüyor. Bu tip anlarda ne yapmalıyız?
Hayatı doğru okumalıyız. Yaşadığımız dünyada, sosyal medyanın ve popüler kültürün devamlı mutlu ve varlıklar olacağımıza dair, önümüze sunduğu zehirli bir anlayış var. Neticede insanlar bugün, geçen asra göre daha hafif zorluklarla karşılaştıkları halde daha ağır cevaplar veriyorlar.
Algıyı Korumak Lazım
Çok uzak değil, bundan 50-60 sene önce dünya iki tane büyük savaş gördü. Açlıklar oldu, kıtlık, işsizlik, ağır hastalıklar yaşandı. 1950’lerde ortalama yaşam süresi 45-50 seneydi. Ama bugünle kıyasladığımızda, psikolojik anlamda bu kadar güçsüz ve dayanıksız olduklarını, zorluklar yaşadıklarını bilmiyoruz. Bugün hayat şartları görece çok daha iyi ama en ufak bir problemde insanlar yıkılabiliyor. Bu büyük oranda hayattan beklentinin, hayatı okumanın yanlış olmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Ben bir hayat yaşayacağım, bu hayatı yaşarken ayağım taşa değmeyecek. Bir problem, dert olmayacak. Hastalık yaşamayacağım, sıkıntı görmeyeceğim. Böyle bir hayat kurgusu yaşayan insanın en ufak bir sıkıntıda hesabının bozulması ve bundan dolayı mutsuz olması mukadderdir. Dolayısıyla öncelikli olarak algıyı korumak lazım. Bir hayat yaşıyoruz, yaşadığımız bu hayatta illaki dert olacak. Mutlaka hastalık ve problemler olacak. Ancak hastalık varsa şifası var, problem varsa çözümü var, dert varsa devası var. Bu kaçınılmaz ve reddedilmez gerçeği bilerek ve kabul ederek yaşamak gerekiyor. İkincisi, insan, hayatının bir döneminde ciddi anlamda bir zorluk yaşıyor ve söz konusu zorluk o kadar ağır geliyor ki kişi düşüp kalkacak güç bulamayabiliyor. Ayağımız takıldığında ne yaparız? Bir yere tutunup, güç alıp kalkarız. İşte O tutunacağımız, güç alacağımız ve bizi düştüğümüz yerden kaldıracak yer neresi? Büyük oranda sıkıntımız bu. Bir, hiç düşmeyeceğimizi farz ederek yaşıyoruz. İki, düştüğümüzde tutunup güç alacağımız yerimiz yok.
Çok önemli bir yere değindiğiniz. Bizim için kaldıraç görevini üstlenecek olan şey ne olabilir? Bunu nasıl bulabiliriz?
Bir insan olabilir, bir söz, bir hayal yahut bir ideal, hedef olabilir. Neye tutunuyoruz biz zor zamanlar için? Dayandığımız bir insan var mı? Dayandığımız bir ideal, fikir var mı? Bunların cevabını aramalıyız. Bazen bir söz, bir şarkı bile insanı ayakta tutabilir. Benim seminerlerimde sorduğum bir soru var. Diyorum ki insanlara “Bugün niçin ölmek istemezsin?” Yani Azrail gelse karşına, “Canını alacağım fakat bir imkan vereyim sana, beni ikna et, bir ay yahut bir yıl yaşamanın hakikaten senin için önemli olduğuna” dese, nasıl cevap vereceğiz bu soruya? Ben niye bir gün daha, bir yıl daha yaşamalıyım? Benim bir gün, bir yıl daha yaşamamdan ben dahil kimler faydalanacak, ben dahil kimlerin hayatı değişecek? Bunun cevabı yoksa orada sıkıntı var demektir.
Bu soruyu tersinden “Öldüğümüzde dünyadan ne eksilecek?” olarak da sorabiliriz belki.
Kesinlikle. Varlığım ile yokluğum ne etki ediyor, ne bırakıyor? Allah bizi yaratmış ve canlıyız. Çiçeği de, kediyi de yaratmış. Toprak da canlı. Hatta eşyanın bile canlı olduğunu söylüyorlar. Şimdi bu kadar canlı arasında bir tek insanın aklı ve kalbi var. İnsanın aklı ve kalbi varsa bu canlılığın bir fark getirmesi lazım. İnsanın bir kedi gibi, bir yaprak gibi, bir toprak gibi yaşamaması lazım. Bu ne olacak peki? Tüketim desek, hayvan da tüketiyor, bitki de tüketiyor.
Geçenlerde dikkatimi çeken bir haber oldu. Rusya’nın başkenti Moskova’da yaşayan bir muhabir var. Şehir şu şekilde kurulmuş; ortada şehir merkezi, etrafında mahalleler var. İnsanlar metro ile şehir merkezine gidiyorlar. Şehir merkezinde oturmak pahalı, iş yeri var genelde. Adam da dış mahallelerden birinde oturuyor, sabahleyin kalkıyor ve iş yerine gidiyor. Bir gün üç tane köpeğin metroya bindiğini görüyor. Kimse bir şey demiyor. Köpekler bir durakta iniyorlar. Bu durum adamın hoşuna gidiyor. Başka bir gün yine aynı köpeklere rastlıyor. Köpekler aynı durakta biniyorlar ve aynı durakta iniyorlar. Düşünüyor ve bunu araştırıp haber yapmaya karar veriyor. Muhabir gerekli araştırmayı yapınca görüyor ki, bu köpekler dış mahallelerde terk edilmiş binaların orada yaşıyorlar, sabahleGeçenlerde dikkatimi çeken bir haber oldu. Rusya’nın başkenti Moskova’da yaşayan bir muhabir var. Şehir şu şekilde kurulmuş; ortada şehir merkezi, etrafında mahalleler var. İnsanlar metro ile şehir merkezine gidiyorlar. Şehir merkezinde oturmak pahalı, iş yeri var genelde. Adam da dış mahallelerden birinde oturuyor, sabahleyin kalkıyor ve iş yerine gidiyor. Bir gün üç tane köpeğin metroya bindiğini görüyor. Kimse bir şey demiyor. Köpekler bir durakta iniyorlar. Bu durum adamın hoşuna gidiyor. Başka bir gün yine aynı köpeklere rastlıyor. Köpekler aynı durakta biniyorlar ve aynı durakta iniyorlar. Düşünüyor ve bunu araştırıp haber yapmaya karar veriyor. Muhabir gerekli araştırmayı yapınca görüyor ki, bu köpekler dış mahallelerde terk edilmiş binaların orada yaşıyorlar, sabahleyin kalkıyorlar ve metroya binip şehir merkezine gidiyorlar. Çünkü oradaki çöplerde yiyecek bulma ihtimalleri daha fazla. Orada yiyeceklerle karınlarını doyurup akşam tekrar dönüyorlar. Adam bunun üzerine kendisinin de aynısını yaptığını fark ediyor. Sabah kalkıyor, dış mahalledeki evinden çıkıyor, iş yerine gidiyor, yiyecek bulacak parasını kazanarak akşam evine geri dönüyor. Hakikaten bir ideal, bir dert yoksa, bir anlam koymadıysak hayatın içerisine, bizim de yaptığımız bir kedinin, bir köpeğin yaptığından farksız.
Gençler Üretime Geç Katılıyor
Birçok kez “Bırakma Kendini” vurgusu yaptınız. Meseleyi baştan yanlış kurguladığımızın altını çizdiniz. Toz pembe bir hayat beklerken tam tersi ile karşılaşınca afallıyoruz. Bu durumu değiştirebilmek için hangi adımları atmamız lazım?
