
Hoş geldin. Biliyorum memnun değilsin burada olmaktan. Ama burası dünyadır; nereye varsan, varmadığın yerdesin.
Sınava geç kalan genç. Hoş geldin...
Sen okul kapısının önünde ağlıyorsun, ben başka bir kapının önünde. Anahtar kilidin içinde döndü, sürgü sürüldü, içerden gelen sesler uzaklaştı. İkimiz de anladık. Kapı açılmayacak.
Emekler zayi oldu. Hoş geldin. Geriye doğru saydığımız günler ve aylar kucağımızda gömülmek için bekliyor. Sen ağladın, gözyaşına gömüldün, kurtuldun. Benim kelimelerim mezarımın üzerini durmadan açan bir fırtınaya dönüştü.
Yerdesin ağlıyorsun. Yerdeyim ağlıyorum. Yukardalar ağlamıyorlar. O zaman bir adım öndeyiz seninle. Düşenler bir adım önde başlarlar toprağa dönme koşusuna. Düşen insan, düştüğü yerde kendini karşılamayı, teselli etmeyi, yaralarını sarmayı ve kendini taburcu etmeyi öğrenir.
Kılıçla ölmek hafif bir ölümdür Ortaçağda. Ağır olanı insanı dörde bölerek öldürmektir. Şükredelim ki Ortaçağda değiliz. Seninle en fazla ikiye bölündük. Bir yarımız sistemin içinde kalsa da diğer yarımız bizde kaldı. Bizde kalanı tamamlayalım bundan sonra. Kendi istediğimiz gibi tamamlayalım. Kendi bildiğimiz gibi. Ben romanlardan, şiirlerden, ayetlerden bir kalem yontacağım kendime, diğer yarımı kendi ellerimle tamamlayacağım. Belli ki uzun sürecek. Ama sen! Elini sallasan bahar. Nehir ayakuçların. Hepsi sensin, her yer senin, kâinatın her zerresi sana bir kalem yontmakla meşgul. Hayat senden yana. Bahar ve müjde... Kalan ömrün geçen ömrünü kucaklayacak kadar…
Düştün. Hoş geldin. Ama kalkman benimki kadar zor olmayacak. Benim her doğruluşumda başka bir şey gelip çarpar omuzlarıma ve yeniden düşerim. Sürekli aynı noktaya dönerim. Kalkmak için asıldığım ne varsa üzerime devrilir. Yaşlandıkça zorlaşır. Okudukça zorlaşır ve öğrendikçe zorlaşır. Yeraltına iner soluksuz kalırsın, açık denizlere açılıp nefessiz kalırsın, mağaralara girer taştan kapağı kımıldatacak iyilikler arar durursun. Ama sen altında yumuşak bir koltuk varmış gibi gömül düşüşüne. Tören alanından geçen sıradan insanları görüp düşmeyi nimet bil.
Sıradanlığın ve normalin içini dolduranlar zulmün arkını açtıklarının farkında değiller. Farklı olanı boğmaya çalışan su oradan gelir. O suyun önündesin. Hoş geldin. Senin bileklerin sağlam! Oysa benim bileklerimi bu dünyaya şahitliğim kırdı. Kaç yanmış ayak gördü bu gözler, kaç çocuğun kopmuş bacaklarını, kaç bileğin parçalanışını, kaç ayakkabısız topuk gördü, kaç kopuk parmak. Seninki ufak bir sendeleme sadece, küçük bir tökezleme. Yeniden başlamak için bir vesile. Yenilmedim demek için. Sistemlerin acımasızlığını görmen için. Kendine yeni zırhlar ve kılıçlar bükmen, kor ateşin yaktığı demirin nasıl sağlamlaştığını görmen için. Tüm bunlar senin için. Varsın bu travmayı nasıl atlatacağını konuşsun psikologlar. Bil ki her yara ayağının altındaki boşluğu dolduran bir taburedir.
Buradasın. Hoş geldin. Bir yol hikayesinin giriş kısmı burası. Yolunu kaybetmemek için ekmek parçası bırakan çocuk, ekmek parçalarından bir yol yaptığının farkına varmaz. İlk ekmek parçasını bıraktın düştüğün yere. İlk yarayı bıraktın. İlk yenilmişliği. İlk incinmeyi. O halde kaybolmayacaksın.
Hoş geldin. Biliyorum memnun değilsin burada olmaktan. Ama burası dünyadır; nereye varsan, varmadığın yerdesin.