
Kuşkusuz, bizler için anmakla, anlamakla büyük faydalar edineceğimiz en güzel insan Kutlu Nebi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. O’nun (s.a.v.) gençlerle olan ilişkisi, genç dostlarının örnek hayatları ve müjdelenen haberler, insanlık için ne kıymetli yol haritasıdır. Bundan ilhamla, dergimizde bu ay Efendimizin (s.a.v.) gençlerle olan ilişkisine, -bize göre- çocuk yaştaki dostlarına nasıl görevler verdiğine, İslam’ı tebliğde sorumluluk yüklediğine değiniyoruz. Bu uğurda sayısız çalışmaya imza atan, öncülük eden Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan hocamıza da bu minvalde sorular sorduk...
Ahzab Suresi’nde “Allah ve melekleri peygambere salât ederler, Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin” buyuruluyor. Bu ayeti nasıl anlamamız gerekiyor?
Allah Teala’ya hamd-ü sena, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’ya salât-u selam, âl ve ashabına ve onların yoluna güzelce tâbi olanlara saygı ve ihtiram ile sözlerime başlarım.
Ümmet-i Muhammed’in Hz. Peygamber (s.a.v.) ile münasebetlerinde gözetmesi gerekli ahlaki çizgi, tavır ve davranış biçimi yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in muhtelif sure ve ayetlerinde, değişik vesilelerle açık bir şekilde belirlenmiştir. Özellikle Ahzab ve Hucurat sureleri, bu açıdan fevkalade önemli ilkeler içermektedir.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) sıkıntı verecek, onu üzecek davranışlarda bulunmamanın gerektiğine dikkat çekilen Ahzab Suresi’nde,1 ümmet-peygamber ilişkisinde pratik ahlaki bir noktanın da “Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin”2 ayetiyle Peygambere salât-u selam getirmek olduğu bildirilmiştir.
Allah ve melekleri Peygambere salât ederler, cümlesini alimler “Allah şanını yüceltir, melekler överler” diye yorumlamış ve mü’minlerin salavat getirmesini de dua etmek, rahmet dilemek olarak anlamlandırmışlardır. Bu sözlü anlamın yanında fiili mana olarak ”desteklemek, yardımcı olmak” diye anlamak da mümkün gözükmektedir.
Her ümmet ve toplumun başıyla ilişkilerinde bazı özel ahlaki ve edebi kaidelerin bulunması pek tabii ve hatta zorunludur. Peygamber-ümmet ilişkilerinde de aynı durum söz konusudur. Bu bir ayrıcalık olmaktan çok, ilişkilerdeki seviye, ihlas ve disiplin açısından üzerinde durulacak dini-medeni bir konudur. Kimi alimler, bu ayet-i celileyi esas alarak ömürde bir kez salât-u selam getirmenin farz; ötesinin müstehab olduğu görüşündedirler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı ümmetin en olgun, en medeni ve en içten davranışlarda bulunması elbette gereklidir. Ümmet tam da bu noktadan başlamak suretiyle belli bir kıvama ve kaliteye ulaşacaktır. Çünkü ümmetin peygamberle olan ilişkileri, Allah Teala, insanlar ve tabiat ile ilişkilerine de yansır, onları da şekillendirir.
Öte yandan Hz. Peygamber’e (s.a.v.) salavat getirmek, Allah Teala ve melekler ile -lafzi olarak da olsa- aynı işi yapmakta birleşmek demektir. Bu da kul için son derece heyecan verici bir birliktelik ve ümmet için büyük bir şereftir.
Bu açıdan bakıldığı zaman ümmetin ilk nesli ashab-ı kiramın tavır ve davranışlarını ve erişilmez edep ve faziletlerini anlamak, büyük ölçüde kolaylaşmaktadır. Çünkü Ashab-ı Kiramın Hz. Peygamber’e (s.a.v.) karşı davranışlarında pek samimi olduklarını siyer, İslam tarihi ve hadis kitaplarından okumaktayız.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) duyulan sevgi ve saygının göstergesinin tabii bir uzantısı onun güzel ismi anıldığında en azından “Allahümme salli ala Muhammed” diye salavat getirmek, “es-Selamu aleyke ya resulellah, es-selamu aleyke ya nebiyyellah” diye selam vermektir.
Dinimizde dua edebi olarak, Allah’a hamd ettikten hemen sonra Hz. Peygamber’e salavat getirmek ve duayı yine salavat getirerek bitirmek tavsiye edilmiş. Zira makbul olduğunda kuşku bulunmayan tek dua salât-u selamdır.
Gafil ya da lakayt Müslümanları, yani salât-u selam konusunda cimri davrananları sevgili Peygamberimiz pek ciddi şekilde uyarmıştır: “Ben yanında anıldığım halde, üzerime salât-u selam getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün!”3
Peygamberimize (s.a.v.) salavat getirmenin sınırı olur mu? Ve karşılığı nasıldır bunun?
Sınırı yoktur. Karşılığı da cennette Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) beraber olmaktır.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) çokça salât-u selam getirmenin getirisini bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem haber vermiştir:
“Kıyamet gününde Müslümanların bana en yakın olanları, benim üzerime en çok salavat getirenlerdir.”4
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gençlerle ilişkisini düşündüğünüz zaman, özellikle şimdiki gençlere aktarmamız gerektiğine inandığınız örnekler nelerdir?
Efendimizin gençlere verdiği değer ve yüklediği büyük sorumluluk bakımından birkaç örnek yeterli olacaktır.
MUS’AB B. UMEYR
Mus’ab radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in (s.a.v.), geleceğin İslam başkenti Medine’ye birinci akabe biatından sonra yirmili yaşlarında İslam davetçisi olarak görevlendirip gönderdiği ilk delikanlı sahabe idi. Allah kendisinden razı olsun.
Bu misyonuyla Mus’ab b. Umeyr, Yesrib Müslümanlarının rehberi olmuş ve Yesrib’i Müslümanlığa hazırlama hizmetini gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle o radıyallahu anh, günümüzün küçülen dünyasında değişik kıta ve yörelerde Allah kullarına İslam’ı öğretme hizmetine talip olacak genç Müslümanlara öncülük etme şerefinin de sahibi olmuştur.
Günün Mus’ab b. Umeyr’leri, o mürşit ve mücahid sahabi gibi İslam’a hizmet yolunda yardan ve serden geçebilen ve bunu asla şova dönüştürmeyen kabiliyetli, ihlaslı ve yetişkin Müslüman gençlerdir. Bunun belli bir yapısı ve kapısı yoktur. Kim bu kıvamda, niyette ve gayrette ise o, Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh’ın günümüzdeki temsilcisidir.
Bugünün sanal dünyasında internet ortamında İslam daveti yapacak, fiziken değilse bile hizmet bakımından muhacir sayılacak, dünya dillerini İslam tebliğine aracı kılacak gençler de davetçi olma noktasından Hz. Mus’ab’ın takipçileri kabul edilebilirler.
HZ. ALİ
Hz. Ali kerremallahu vecheh, İslam’ı kabul etme cesaretini ve basiretini gösteren ilk delikanlı olduğu gibi, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hicret yolculuğu başlangıcında, evi Mekkeli müşriklerce sarılmışken, yatağında yatmak ve emanetleri sahiplerine teslim etmek görevi kendisine tevdi edildiği anda da yirmili yaşların verdiği yiğitlik ve Müslüman teslimiyet ve bilinci ile o vazifeyi kabul etmek suretiyle Efendimizin (s.a.v.) hicretine yardımcı olmuştur. Hicretin başlama noktasında Hz. Ali gibi bir genç Müslümanın; bitiş noktası Yesrib’te de Mus’ab b. Umer gibi hizmet ve irşat görevlisi bir genç Müslümanın yer almış olması, İslam’ı ve Müslümanları mesele edinen inançlı gençler için yeterli tarihi teşviktir sanıyorum.
ÜSAME B. ZEYD
Hz. Peygamber (s.a.v.), hicri 11. yılın Safer ayında (Mayıs 632) Suriye bölgesine göndermek üzere Hibbu Resulillah (Resulullah’ın Sevgilisi) diye bilinen 18 yaşındaki Üsame b. Zeyd komutasında bir ordu hazırladı. Hz. Ebu Bekir ile Ömer gibi önde gelen sahabeleri de onun emrine verdi. Gençliğine yönelik eleştirileri bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem karşılamış ve Üsame’nin liyakatine şehadet etmiştir.
OSMAN B. EBİ’L-AS
Hicri 9 (miladi 630) yılında Taif’ten Medine’ye gelen altı kişilik bir heyetin en genç üyesiydi. Heyet Taif’e dönerken zekası ve dine olan ilgisinden dolayı Resul-i Ekrem onu imam tayin edip cemaate imam olduğunda namazı fazla uzatmamasını tavsiye etti.
Efendimizin gençlik yıllarıyla ilgili neler söyleyebiliriz? Mesela peygamber olmadan önce, nasıl bir gençliği vardı?
Deyim yerinde ise, pırlanta gibi bir gençlik hayatı vardı. O günün şirk toplumunda kendisinden başka “el-Emin = tam anlamıyla ve her yönüyle güvenilir” diye anılan bir başka kişi yoktur. Üstelik bu tanımlama, peygamberliğini ilan ettikten sonra canına kastedecek kadar kendisine düşmanlık eden Mekke’nin putperest kodamanları tarafından verilmişti. Başka detaya gerek olduğunu sanmıyorum.
Muhakkak okuyun diyeceğiniz 3 kitap?
Muhammed Hamidullah merhumun İslam Peygamber’i; Erkam yayınevinin yayımladığı Riyazü’s-salihin tercüme ve şerhi (Peygamberimizden Hayat ölçüleri) ve benim İslami Yapılanmada Siret ve Sünnet kitabım.
Elinizde bir mikrofon olsa ve 1 cümleyle dünyaya seslenseniz, ne söylerdiniz?
“Eslimu teslemu = İslam olun kurtulun!” derdim.
Son olarak hocam, sıklıkla duyarız “Peygamberimizi (s.a.v.) rüyamda gördüm” diyenleri. Peki Efendimizi (s.a.v.) rüyada görenler aynı kişiyi mi görüyordur?
Eğer yalan söylemiyorsa (ki onun vebali çok büyüktür,) Efendimizi (s.a.v.) görmüştür. Çünkü şeytan, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) görüntüsüne bürünemez.
Dipnot:
1- Bk. el- Ahzab (33), 53
2- el-Ahzab (33), 56
3- Tirmizi, Daavat 100; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 254; Bazı kitap ve yazılarda görülen (s.a.) veya (s.a.v.) şeklindeki kısaltmaların, sallallahu aleyhi ve sellem diye okunması, görevin yerine getirilmesi açısından ihmal edilmemelidir.
4- Tirmizi, Vitr 21