Murat Kaya
Bizi O’na kardeş yapacak en mühim hususlardan biri de dünyada kalıcı olmadığımızı, kısa bir nöbet için buraya geldiğimizi, bizden önce gelip gidenler gibi bizim de bir gün buradan ayrılacağımızı ve tarih olacağımızı unutmamaktır.
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) kabristana geldiler ve:
“Selâm size ey mü’minler diyarının sâkinleri! İnşallah bir gün biz de sizin yanınıza geleceğiz. Kardeşlerimizi görmemizi çok isterdim” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:
“-Biz sizin kardeşleriniz değil miyiz, yâ Rasûlullah?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.):
“-Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır” buyurdular. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:
“-Ümmetinizden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksınız, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordular.
Rasûlullah (s.a.v) onlara:
“-Bir adamın alnı ve ayakları beyaz olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını, hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde tanıyamaz mı?” diye sordular. Sahâbe-i kirâm:
“-Evet, tanır ey Allah’ın Rasûlü!” cevabını verince Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurdular:
“-İşte kardeşlerimiz de abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak geleceklerdir. Ben, önceden gidip Havuz’umun başında ikrâm etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim Havuz’umdan kovulacaklardır. Ben onlara «Buraya gelin!» diye nidâ edeceğim. Bana: «Onlar Sen’den sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in Sünnet’ini takip etmeyip başka yollara saptılar)» denilecek. Bunun üzerine ben de: «Uzak olsunlar, uzak olsunlar» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39; Fedâil, 26)1
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, muhtelif meclislerde, kendisine kardeş olma vasfıyla şereflenebilecek kimselerin özelliklerini haber vermişlerdir. Yukarıdaki hadis-i şerife göre onların en başta gelen hususiyetleri abdestle maddî ve mânevî temizliği elde etmiş olmalarıdır. Onlar yüzlerini ve gönüllerini nurlandıran, Rableri ve hemcinsleri yanında tertemiz olan insanlardır.
İnsanın yüzü, gönlünün aksettiği bir ekran gibidir. Bir insanın yüzüne bakılınca onun duygu dünyasıyla ilgili epey bir kanaat oluşuverir. Yani bu ikisi birbirinden pek ayrılmaz.
Ebedî Gençlik
İşin can damarını oluşturan noktalardan birine daha temas edelim. Berâ (r.a) anlatıyor:
“Biz Rasûlullah (s.a.v.) ile bir cenâze teşyîinde bulunmuştuk. Efendimiz (s.a.v), kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki gözyaşlarıyla toprak ıslandı. Sonra da:
«-Kardeşlerim! İşte asıl böylesine mühim bir yer için hazırlık yapın!» buyurdular.” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)
Demek ki bizi O’na kardeş yapacak en mühim hususlardan biri de dünyada kalıcı olmadığımızı, kısa bir nöbet için buraya geldiğimizi, bizden önce gelip gidenler gibi bizim de bir gün buradan ayrılacağımızı ve tarih olacağımızı unutmamaktır. Bu kısa hayattan ebedî hayata gideceksek o zaman hem yol hazırlığı, hem de ebedî hayat hazırlığı yapmamız gerekiyor. Zira gittiğimiz yerde ne kadar kalacaksak ona göre hazırlık yapıyoruz. İşte Rasûlullah (s.a.v.) de kardeşlerine şiddetle bunu tavsiye ediyor. Ebediyen genç ve pür sevinç kalmanın yolu bu tavsiyeye uymaktan geçiyor.
İstanbul’un Fethi
Son olarak çok önemli bir noktaya temas edelim: Allah Rasûlü’ne kardeş olabilmenin en büyük âmillerinden biri, Allah yolunda usûlünce ve şartlarına riayet ederek cihad etmektir. Yani şartlara, zamana, imkânlara ve kabiliyete göre gayret etmek, çalışmak. Bu gayretlerin en üstünü, cephede düşmana karşı savaşarak vatan için, İslâm’ın geleceği için canı feda etmektir.
Bişr bin Sühaym (r.a) anlatıyor: Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in şöyle buyurduklarını işittim:
“İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!”
Bu hadisi rivayet eden sahâbenin oğlu Abdullah bin Bişr der ki: “Bir gün Emevî valisi Mesleme bin Abdülmelik (v. 121/739 [?]) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona hadisi naklettim. Bunun üzerine Mesleme hemen Kostantıniyye üzerine gazâya çıktı.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 335; Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 81/1760; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 468/8300; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VI, 218)
Rasûlullah (s.a.v.) bir müjde daha vermiş ve; “Ümmetimden Kayser’in şehrine (İstanbul’a) ilk gazâ eden ordu, mağfirete nâil olmuştur (onların günahları affedilir)” buyurmuşlardı. (Buhârî, Cihâd, 93)
İstanbul’a sefere giden ilk ordu hicrî 52 senesinde yola çıkmıştı. Orduda Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a) de vardı. Vefat ederse Kostantıniyye şehrinin kapısının yanına defnedilmeyi vasiyet etti. Kabrini düzleyip hiçbir iz bırakmamalarını istedi. Ebû Zıbyân hâdiseyi şöyle nakleder: Ebû Eyyûb (r.a), Rumlara karşı tertip edilen gazâya katılmıştı. Yolda hastalandı. Vefatı yaklaşınca şöyle dedi:
“–Şayet ölürsem beni yanınıza alın ve ileri götürün! Rum topraklarına doğru gücünüz yettiğince uzağa taşıyın. Düşman saflarıyla karşılaşıp artık ilerleyemez duruma geldiğinizde, beni oraya ayaklarınızın altına defnedin!” (Bkz. Ahmed, V, 419, 416)
Eyyûb Sultan Hazretleri o zaman 80 yaşının üzerinde ruhu genç bir sahâbe idi.
Fetih, askerî güçle olduğu gibi ilim, fikir ve kalemle de olur. Asıl fetih de zaten gönüllerde olan bu fetihtir. Askerle yapılan fethin kalıcı olması da buna bağlıdır. Dolayısıyla gönüllerin fethine öncelik vermemiz gerekmektedir.
Düşmanın Üzerine Atlayın
İstanbul surlarının dibinde enteresan bir hâdise yaşandı. Hâlid bin Velid’in oğlu Abdurrahman’ın kumandası altında bulunan İslâm ordusu, Allah Rasûlü’nün İstanbul’un fethiyle ilgili müjde ve iltifatına nâil olmak ümidiyle bütün gücüyle cihad ediyordu. Rumlar arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırken, Ensar’dan bir zât, atını Bizanslıların ortasına kadar sürdü.
Bunu gören mü’minler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız!” âyetini hatırlayarak:
“-Lâ ilâhe illâllah! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor!” dediler.
Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) şöyle dedi:
“-Ey mü’minler! Bu âyet, biz Ensâr hakkında nâzil oldu. Allah Teâlâ, Peygamberi’ne yardım edip dinini galip kıldığında biz, «Artık mallarımızın başında durup onların ıslâhı ile meşgul olalım» demiştik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Rasûlü’ne:
«Allah yolunda infak ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz, zira Allah, (iyilikte bulunan ve ihsân şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever»2 ayetini vahyetti. Bu ayet-i kerimedeki, kişinin «kendi eliyle kendisini tehlikeye atması»ndan maksat, bizim bağ ve bahçe gibi dünya malıyla uğraşmaya dalıp, cihadı terk ve ihmal etmemizdir.”
Ebû Eyyûb (r.a), seksen yaşının üzerinde olmasına rağmen cihadı terk etmedi. Şehîd olup İstanbul’da defnedilinceye kadar Allah yolunda cihad etmeye devam etti. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihad, 22/2512; Tirmizî, Tefsîr, 2/2972)
Arkadan Kuşatma
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in fetih müjdesine nâil olmak için herkes gayrete gelmişti. Hz. Osman (r.a), komutanlarına hiç vakit kaybetmeden Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini verdi. Bu emir, İstanbul’un batı yönünden sıkıştırılarak fethin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple o, Endülüs seferine katılanlara şu mektubu yazmıştı:
“İstanbul ancak Endülüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, âhir zamanda İstanbul’u fethedenlerin ecrine siz de ortak olursunuz. Ve’s-selâm.”3
Böylece Hz. Osman zamanında, Kuzey Afrika’daki fetihler tamamlanmış, İslâm’ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans’ın batıdan sıkıştırılması planları tatbikata konulmuştur.
Roma’nın Fethi
Müjdeye nâil olan olmuş, peki biz ne yapacağız? Geç mi kaldık acaba, bize de bir fırsat yok mu? Rivayetlere baktığımızda bizim içinde pek çok fırsat kapılarının bulunduğu görülmektedir. İşte bunlardan biri:
Ebû Kabil (r.a) anlatıyor: Abdullah bin Amr bin Âs (r.a)’nın yanında idik. Kendisine Kostantiniyye ve Rûmiyye’den (Roma’dan) hangisinin önce fethedileceği soruldu. Abdullah (r.a), halkaları olan eski bir sandık getirtti. İçinden bir yazı çıkardı ve şöyle dedi:
“Rasûlullah (s.a.v)’in çevresinde toplanmış mübârek hadislerini yazdığımız bir esnâda ona:
«-Hangi şehir önce fethedilecek, Kostantiniyye mi yoksa Rûmiyye mi?» diye soruldu. Allah Rasûlü (s.a.v):
«-Hiraklin şehri (yani Kostantiniyye) önce fethedilecek!» buyurdular.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 176; Dârimî, Mukaddime, 43/492; İbn-i Ebî, Şeybe, Musannef, IV, 219; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 468/8301; IV, 553/8550; IV, 598/8662; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VI, 219)
Fetih, askerî güçle olduğu gibi ilim, fikir ve kalemle de olur. Asıl fetih de zaten gönüllerde olan bu fetihtir. Askerle yapılan fethin kalıcı olması da buna bağlıdır. Dolayısıyla gönüllerin fethine öncelik vermemiz gerekmektedir.
Dipnot:
1- Ayrıca bkz. Nesâî, Tahâret, 110/150; İbn-i Mâce, Zühd, 36; Muvatta’, Tahâret, 28; Ahmed, II, 300, 408.
2- el-Bakara 2/195.
3- İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 144; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 93; Muhammed Hamidullah, “Fethul-Endelüs (İspanya) fî Hilâfeti Seyyidinâ Osmân sene 27 li’l-Hicre”, İ.Ü. Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978, VII, 221-225.