Çanakkale Mahşeri, Deliler ve Dahiler, Ah Yemen, Türk Devlet Felsefesi, Varolmak Kavgası gibi kitapların müellifi Mehmed Niyazi Bey 75 yaşında olmasına rağmen yeni akademisyen olmuş birinin heyecanıyla çalışıyor. Ötüken Yayınları’nın kurucularından olan Niyazi Bey, Necip Fazıl’ın da dostlarından. İSAM’daki kütüphanenin 3. katında kendi masasında yeni kitaplarına hazırlanırken uğradık yanına, Çanakkale’yi konuştuk. İlerleyen yaşına rağmen temiz bir zihni ve berrak bir hafızası var. Sorularımızı içtenlikle cevapladı.
Efendim Çanakkale’yi bizim için anlamlı ve önemli kılan şey nedir?
Çanakkale, Osmanlı Devleti’nin son hamlesidir. Eğer Çanakkale olmasaydı milli mücadele olamazdı. Milli mücadele olmasa Allahualem biz bu durumda olmazdık. Bu yüzden Çanakkale, Türk tarihi içerisinde son derece önemli ve başarılı bir muharebedir. Kuğunun son şarkısıdır* Çanakkale. Ondan daha büyüğü olmadı.
Çanakkale’de bir milletin ruhu saklıdır. Ben Çanakkale’yi çalışmadan önce Almanya’da bulunuyordum. Bir eğlence halindeydik. Yaşlı bir profesör bana geldi “Siz Çanakkale’yi bir daha yapabilir misiniz?” dedi. “Bilmiyorum” dedim. Bu soruyla birkaç defa daha muhatap oldum. Sonra oturup Çanakkale’yi anlama çabasına girdim. Biz o zamana kadar Çanakkale’yi çok iyi bilmiyorduk. Çanakkale korkunç bir muharebedir. 18 yaşında erler gidiyor, beş dakika sonra öleceğini biliyor. Kaç kişi bunu yapabilir dünyada? Dünyanın tüm süper güçleri ağır silahlarla saldırıyorlar ve siz zaten zor bir harbin tam ortasındasınız. Böyle bir şey olabilir mi? Çanakkale böyle bir yer.
Bir anlamda hepsine kafa tutmuşuz.
Öyle tabii. İngiliz, Fransız ve onların sömürgeleri. Avustralya olsun, Hindistan, Yeni Zelanda olsun hepsi bize karşı son derece düşmanlardı. Onların gözünde Osmanlı zaten “hasta adam”dı ve son ölümcül vuruşu yapmak için gelmişlerdi. Muhtemelen İstanbul’u, Ege’yi, Anadolu’yu aralarında nasıl pay edeceklerini belirlemişlerdi.
Mesela Çanakkale’de Arıburnu tarafından Yeni Zelandalılar gelmişti. Seddülbahir tarafından İngilizler. Kendi sömürgelerini getirmişler. Kendileri de savaşmıyorlar. O bakımdan bizim yabancı devletlerle boy ölçüştüğümüz bir yerdir Çanakkale. Tüm büyük kumandanlarımız orada. Esat Paşa, Vehip Paşa, Mehmet Ali Paşa. Alman mareşalleri de vardı. Sonra Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Ali İhsan Paşa hepsi Çanakkale’de bulunmuştur. Çanakkale bizim son dönem tarihimizin de laboratuvarıdır.
Nasıl bir laboratuvar efendim, biraz açabilir misiniz?
Orada bütün askerlerimiz staj yaptı. Daha sonra o stajı milli mücadelede kullandılar. Sonra yeni devleti kurdular. 90 yıldır o günleri anlamaya çalışıyoruz.
Çanakkale’de durum tam tersi olsaydı nasıl bir şey olurdu sizce?
İstanbul’u işgal ederlerdi. Allah bilir elbette ama bu topraklarda İslamiyet de biterdi. Tüm mesele sona ermiş olurdu.
Sadece Türkler savaşmadı orada değil mi?
Osmanlı Devleti bir ümmet devletiydi. Üç yüz bine yakın Arap vardı. Tabii peyder pey geliyorlardı. Bosnalılar vardı, on bin, on iki bin civarında. Gelemeyenler de parasını, kıyafetini, erzağını göndermişler. Bunlar var elbette ama nihayetinde savaş Türkler üzerine bina edilmişti. İstanbul’un neredeyse bütün liseleri öğrencilerini harbe gönderdi. Konya Lisesi, Ankara ve Anadolu’nun diğer illerinden lise son sınıf öğrencileri geldi.
Belki aralarda kaçan askerler olmuştur, onların hikâyesi de var ama çoğunlukla gördüğümüz, o gencecik yavrular büyük bir aşk ve şevkle oraya gitmişler. Ölüme yürümüşler aslında 18 yaşındaki o liseli öğrenciler. Nedir efendim bunun sırrı, bu insanları oraya çeken şey nedir?
Devletin zorlamasıyla olacak şey değil bu. Çoğu gönüllü asker bunların. Mesele şehitliktir. Yaşarsan gazi, ölürsen şehid. Bizim felsefemiz bu. Kaybetmek yok. Tüm yollar kahramanlığa çıkıyor. Annelerin gözü yaşlı olsa da bir taraftan istiyor oğlunun kahraman olmasını. Ezan, din, vatan, bayrak tehlikede, ölünce de şehit oluyorsun, makamların en yücesi.
Onlara ölümü güzel gösteren bir şey var orada. Bir şehadet arzusu belki. Bugün de aynı aşk devam ediyor mu sizce? Alman profesör sormuş ya “Tekrar Çanakkale’yi yapabilir misiniz?” diye. Yapabilir miyiz?
Aynı aşk devam etmiyor deniliyor ama bir bando başladığı zaman iş değişiyor (gülüyor). 15 Temmuz’da gördük. Millet gitti tankın önüne yattı. Bizim milletimiz başka bir millettir. Kültürümüz erozyona uğramıştır. Bu hakikati yok sayamayız. Ama buna rağmen aslında esas kültür yine altta bulunuyor.
Cumhuriyet kurulduktan sonra yazılan resmi tarih, Mustafa Kemal’i Çanakkale’de kilit noktaya yerleştirdi. “O olmasaydı Çanakkale’de muzaffer olamazdık” gibi.
Mustafa Kemal Çanakkale’de albay. Bir albay nasıl kilit nokta olabilir? Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Vahdettin’in de torpiliyle başkumandan oldu. Biz her şeyi O’na bağlamak gibi bir hataya düşüyoruz. Mustafa Kemal de diğer komutanlar gibi orada bir kahramanlık yaptı. Diğerleri ne kadar kahramansa o da o kadar kahraman. Ama bu konuları çok deşmemek lazım, eşelediğimizde orada çok çapanoğlu çıkabilir.
Çanakkale’nin o kahramanlık öyküleri özellikle insani yönüyle bugüne yeterince aktarılabiliyor mu? Pek çok film yapıldı ve kitap yazıldı doğrusu, sizin de “Çanakkale Mahşeri” isimli çok etkileyici bir çalışmanız var ama yeterli buluyor musunuz?
Hiçbirisi doğru dürüst değil. Onu söyleyeyim. Tam kıvamlı bir şekilde anlatamıyoruz. Çünkü yazarlarımız, yönetmenlerimiz oraya postu sermiyorlar. Yıllarını orada geçirmiyorlar. Etüt etmiyorlar. Masa başında anlaşılmaz bu olaylar. Senden, ötekinden alıyor ve biraz da kurgu ile yapıp gidiyor. Hâlbuki orada iki yüz elli üç bin askerimiz vefat etti. Her askerin bir bir hikayesi çıkarılmalıydı. Başkaları olsa iki yüz elli üç bin roman yazarlar Çanakkale hakkında.
“Çanakkale Mahşeri”ne ben başladığım zaman Çanakkale hakkında yazılmış sadece yirmi üç kitap vardı. Almanya’ya baktım yedi yüz küsür kitap yazılmış. Yani Almanlar Çanakkale harbi konusunda bizden 30 kat fazla kitap üretmişler. 7 yıl çalıştım kitap üzerinde.
Yirmi üç kitapla çalışmak çok zor olmuştur sizin için.
Zor tabii. Alman kaynaklarından da destek aldım. Bunların kimisi İslam’ı seven camia kimi Mustafa Kemal’i. İki tane profesör, “Mustafa Kemal olmasaydı ne olurdu?” konulu kitap yazmışlar. Onlara bir şey anlatmak pek mümkün değil.
Yeni Zelandalılar bile orayı kahramanlık destanı olarak görüyorlar filmleriyle, kitaplarıyla işliyorlar bunu. İşgal etmeye geldikleri yerden yüce iyilik öyküleri çıkarıyorlar. Yaşayan biziz yazan onlar efendim.
Bizim de artık daha büyük bir tutkuyla Çanakkale’ye eğilmemiz lazım. Eskiden büyük milletmişiz de, son dönemlerde kültürümüz iyice yozlaştı maalesef. Büyük tarihler küçük milletlere zuldür. Biz küçük millet olmaya razı olamayız.
Şimdilerde malumunuz milletvekili seçilme yaşının on sekize indirilmesi konuşuluyor. Çanakkale’de 18 yaşında sorumluluk alanların bugünün gençliğine örnek olması bekleniyor.
Benim bildiğim devlet şuurludur. On sekiz yaşına indirelim ona bir şey demiyorum ama gençlerimiz sorumluluk şuuru edinmeli. Tarih şuuruna sahip olmalı. Bir tane devletimiz var onu da sele kaptırmayalım. Birkaç gazete, televizyon hikâyesi alıp gençliği götürebilir. Bunu da göz önünde bulunduralım. Liyakati esas alalım.
Buradaki sizin çalışma planınız nasıl?
Rahatsızlığımdan önce sabah 9’dan gece 11’e kadar çalışıyordum İSAM’da. Şimdi 11 gibi geliyorum, akşam 7’de bitiriyorum.
Şu anda özel ilgilendiğiniz bir konu var mı?
Kût’ül-Amâre var. O’nu çalışıyorum. Bir de Zenci Musa konusunda bir hazırlığım var. Hastalıklarım arttı, konuşmada bile güçlük çekiyorum. Umarım her ikisini de kitaplaştırabilirim.
* Bu isimde Beşir Ayvazoğlu’nun bir kitabı vardır. Kuğunun son şarkısı batı kültüründe sıkça kullanılan bir deyim. Sanatçının kariyerinin zirvesi, son ve muhteşem eseri anlamındadır. Kuğular en güzel seslerini ölürken çıkarırlarmış.