Afrika, yanlış tanınan bir coğrafya… Her yönüyle mümbit bir ortam. Zor şartlarda yetişmiş, içinden çıktığı topraklarda bir fidan yetiştirme gayretinde olan birçok özel insanı bulabilirsiniz. Üstat Nuh Sawadogo da bunların en ayrıcalıklı olanı. Ülkesiyle beraber değişik beldeleri ilim tahsili için ziyaret etmiş, bunu Suriye’de tamamlamış mümtaz bir sima. Bir ilahi takdir onu, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’yle tanıştırır. Birisinde Allah’ın arzına renk ve uzaklık farkı gözetmeksizin el uzatma aşkı, diğerinde değişik güzellikleri ülke insanına taşıma azmi vardır. Bu bir milat olur hayatında. Şimdi ülkesinde daha kaliteli çınarları yetiştirmek için çalışıyor. Kendisine “Bu çağda, yokların ve zorlukların kol gezdiği bir bölgede nasıl adam yetiştirilir?” diye sorduk. Yetişmek ve yetiştirmek için gayret gösterenlere bir numune-i imtisal olsun diye…
Sizce Afrika’da ve özellikle Burkina Faso ölçeğinde uygulanan eğitim metotları nasıl bir insan ortaya çıkarıyor? Yani, Afrika’nın sıkıntıları nelerden kaynaklanıyor?
Afrika mazlum bir kıtadır. Sıkıntısının ana kaynağı, zincir halkasının sürekli kopmasına bağlıdır. Burkina Faso denildiğinde, sosyal bağları güçlü olan bir toplum akla gelirdi. Afrikalıların geleneksel yaşayış sistemi, kabileye güven ve sadakat, yaşlılara saygı, çocuklara merhamet, toplumda dayanışma ve yardımlaşma gibi hayati derecede önem arz eden prensiplerin üzerine kurulmuştur. Büyükler şöyle derlerdi: “Önder, (kral) yalan söyleyemez. Yaşlı adam veya kadın, adaletten şaşırmaz.” Yaşlılık, kemale erişmektir. Önder olmak, yalandan sakınmak anlamına gelirdi. Bu iki hususa bakıldığı zaman, Afrika kıtasının tamamen hapishane gibi olmadığı görülür. Şehirlerin etrafının kalelerle çevrilmemesinin nedeni daha iyi anlaşılır.
Hocam, bahsettiğiniz hususlar, Afrika halkının İslamiyet’ten önceki durumunu anlatıyor. İslamiyet’ten sonraki durumu nasıl değerlendirirsiniz? Kısacası Afrikalı Müslümanların artı ve eksik yönleri nelerdir?
Doğrusu Afrika’nın altın çağı, 15 ile 17 asırlar arasıdır diyebiliriz. Bu zaman dilimi, İslam medeniyetinin zirveye çıktığı dönemlerdir. Nijerya’nın kuzey batısında yer almış Karno Borno İslami saltanatı, Mali’nin batısında yer almış Timbukti İslami Üniversitesi, buna somut birer delil olarak gösterilebilir.
Hatta Nijer devlet arşivler merkezinde, 70 bin Arapça eser kayıtlıdır. Burkina Faso’nun eski döneminde İslamiyet ile teması olmamakla beraber, resmi yazışların Arapça olarak yapıldığı bilinmektedir. Demek ki sömürgeci devletler Afrika kıtasına girmemiş olsaydı, tamamıyla İslam dini yayılmış olacaktı. Hatta tarihçiler esmer Afrika ve siyahi Afrika olarak kıta üzerinde yaşayanların ayrımını yapıyorlar. Afrika kıtasında yaşayan beyaz ve siyah Müslümanları birlikte değerlendirdiğimiz zaman, Afrika’nın Müslüman oranı yüzde 60 olarak görülecek. Lakin Müslümanları azınlık göstermek için İslam düşmanları, Afrika halkını parçalara ayırıyorlar.
Hocam, Afrika kıtasının Müslüman kimliğini eski çağlara dayandırarak ifade ettiniz. Derler ki: “Gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkelerin arasındaki tek fark, yetişmiş bir avuç insandır.” Acaba, Afrika kıtasının eğitim sisteminde neler olmuş da kıta bu perişan hale gelmiştir?
Afrikalılar, yüzyıllardır tekke eğitim sistemini benimsemişlerdi. Özellikle Mali ve Senegal’e eğitim amaçlı yolculuklar başlamıştı. Tekke eğitim sistemi, terbiye ile mezcedilmiştir. Ailesi ne kadar zengin olsa da Kur’an talebesi olarak eğitime giden bir öğrenci, hocasının ailesine odun ve su taşırdı. Hocasının tarlası varsa sürmeye yardımcı olurdu. Bunun karşılığı hoca, ne bilirse ilmini ona aktarır ve gitgide İslam’ın ışığı bölgeden bölgeye taşınırdı. Öğrenciler sadece bilgiyi öğrenmez, aynı zamanda büyüğe saygıyı, hocaya itaati ve hizmeti de tatbiki olarak tamamlardı.
Tekkelerde eğitilmiş insanların çoğu sabırlı ve dayanıklı olurlardı. Burkina Faso’dan örnek verecek olursak, Müslümanların ticaret sektöründeki payı yüzde 80 oranındadır. Bunun tek nedeni, tekke terbiyesinin eseridir. Burkina Faso’nun pamuk sektörünü ayakta tutan ziraatçılar bunlardır. Eskiden Kur’an hocaları, gerçekten züht içinde yaşarlardı. Camilerde karşılıksız namaz kıldıran bu fedakârlık örnekleri yaşlı imamlarımız, hâlâ mevcuttur. Sadece mahallede yapılan ufak törenlerden ellerine geçen basit imkânlarıyla ailelerini geçindiriyorlardı. Tekke terbiyesi onlara, azmi, kararlılığı, yetinmeyi, almadan vermeyi ve mücadeleyi öğretmişti.
Sanırım Daha Sonra Franko Arap Eğitimi Geldi Bölgeye…
Evet, 1960 yıllarında Franko Arap Eğitimi’nin Batı Afrika’ya girmesi, İslam eğitiminin ileriye bir adım attığının işareti olarak kabul edilmiştir. Fakat Franko Arap Eğitim Sistemi, yapı itibariyle batı eğitim sistemine benzemektedir. Bu sebeple bazı tasavvuf erbabı tarafından eleştirilmiştir. Fakat zamanla hâkimiyeti de artmıştır. Franko Arap Eğitim Sistemi’ni Afrika kıtasına getiren ilk dernek; Senegal’de yer alan İslam Kültürü Derneği’ydi. Müslümanların arasında bu sistemin yaydırılmasının sebebi; Hıristiyanlığı yayma amacıyla sömürgecilerin beraberinde getirildiği batı eğitim sisteminin karşısına, Müslümanca durabilmektir.
Üstadım, sizden yetişme sürecinizle ilgili bilgiler alabilir miyiz? “Genelde Afrika’nın, özelde Burkina’nın bu şartlarında bir insan nasıl yetişiyor?” diye bir sorunun cevabı olarak…
Ben, 1972 yılında Titao kasabasında gözlerimi dünyaya açmışım. Beş yaşından itibaren öğrencilik serüvenim başlamış oldu. İlk olarak babamın açtığı Kur’an kursuna gitmeye başladım. Babamın en küçük öğrencisiydim. Akşamları yapılan etütlerde beni arardı, dizine oturturdu ve gündüz ezberlediğim ayetleri dinlerdi. Babam, Rahmatulay Köyü’nde bölgenin ilk medresesinin açıldığını duyunca, beni oraya yolladı. Sekiz yaşlarındaydım o zamanlarda. İlkokul müdürü, beni dinledi ve dört sınıf atlattırıp direk ilkokul beşinci sınıfa kaydetti. İki sene sonrasında ilkokul bitirme sınavına girip zafer ile kazandım. Ve oradan başkent Vagadugu’ya yöneldim. Orada bulunan bilim enstitüsünde ortaokul bölümünü bitirdim. Sonra Tunus tarafından düzenlenen Kur’an-ı Kerim yarışmasına katılıp, ülkenin en başarılı üç öğrencisi arasına girdim. Tunus’ta hem hafızlığımı hem de lise öğrenimimi başarıyla bitirdim. Tunus’tan Suriye’ye üniversiteye girmek maksadıyla gittim. Üniversite’de iki bölüme kayıt oldum ve ikisini de başarıyla bitirdim. Yüksek lisansı bitirdikten sonra doktoraya başlayacaktım ki Osman Nuri Topbaş Hocamızla tanışmış oldum. O, öğrenmek yerine bildiklerimi öğretme ve İslam için çalışma aşkını bana aşıladı ve bu şevkle ülkeme döndüm.
Siz bu şartlarda yetiştiniz. Şimdiki gençler nasıl yetişmeli dersiniz? Mesela kendi çocuklarınızla ilgili uygulamanız nedir?
İslam bayrağı, çağdan çağa ilim vesileyle bize ulaşmıştır. Bize emanet edilen bu sancak, ahirete kadar ayakta kalacaktır. O yönüyle, başta Osman Nuri Topbaş Hocamıza sonsuz şükranlarımı sunmak isterim. Allah’ın nurunu tamamlamak niyetiyle Afrika’da bu bölge için eşsiz okullar açıldı. Kendi kasabamda bırakın devlet okulunu, medrese bile yokken dünyaya geldim. Bir o döneme, bir de şimdiki nimetlere bakınca, hayalimin zorlandığını görüyorum. Öğrencilere sadece çok çalışmak kalıyor. Kendimden örnek verecek olursam, büyük oğlum, hafızlığını pekiştirmek için Mali’de eğitme devam ediyor. Zor da olsa başarmak zorundayız. Hazreti İbrahim nesline dua etmişti de Allah “Benim vaadim zalimlere ulaşmaz” dedi. Bundan öğreniyoruz ki Allah’ın yoluna hizmet etmek, herkese verilmeyen özel bir lütuftur.
Bugün, basitçe çok şeyi elde etmek isteyen kolaycı bir nesil var. Çalışmadan kazanacak, okumadan âlim olacak, sıkıntı görmeden zafere ulaşacak… Bu hastalık için nasıl bir reçeteniz var?
Bu hastalıklara reçete olarak Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatından ibret almak yeterlidir. Dünya’ya yetim gelmesi, altı yaşında yapayalnız kalması ve buna rağmen El-Emin unvanını hak etmesi önemli bir işarettir. Hem Mekke, hem de Medine döneminde yaşadığı zorluklara karşı takındığı tutum, bize büyük bir ibrettir. Onun için Araplar derler ki, “Kim hayatta şanlı olmak isterse, gecelerde uyanık kalması gerekir.” Çok çalışmamız lazım. Hocamızın günlük hayatı aslında bizim içim ibret verici bir düsturdur.
Dönüp arkanıza baktığınızda, yapmadığınız nelerin kaldığını düşünüyorsunuz? Şimdi 12 yaşlarında bir genç olsaydınız, neler yapardınız?
Dünya’ya tekrardan gelip 12 yaşlarında bir genç olsaydım, Medine İmam Hatip Lisesi’ne girerdim, pahası ne olursa olsun. Bizim zamanımızda, “Dini tahsil, ancak Arapça ile olur” diye düşünülüyordu. Şimdi Medine Lisemizin öğrencilerine baktığım zaman anladım ki, bu işin ana temeli iman ve azimdir. Liseden mezun olup, üniversitede okuyan ve bununla beraber hafızlığa çalışan öğrencilerimiz var. Dünya kazancını kaçırmamak için uğraşan öğrencilerin aksine…
Bu dergiyi okuyanların çoğu Türkiye’de yaşayan gençler olacak. Son olarak, onlara bu mazlum kıtadan neler söylerdiniz?
Derim ki: Türk gençleri! Geçmişte ve gelecekte İslam ümmetinin derdine derman olacak öncü bir millete mensupsunuz. İslam dünyası size bakıyor. Hilafet sancağını toprağınızda yükseltmiştiniz. Ama bu sancak gene o topraklarda yere düştü. Bu bayrağı düştüğü yerden tekrar kaldırmak, sizin görevinizdir. Bilin ki, o bayrağı tekrardan kaldırmak için her yerde size yardımcı olacak eller vardır. Artık uyandınız ve diğer milletlerin uyanmasını sağlamak için uyanık kalmamız lazım. Allah’a emanet olunuz.
Bu güzel bilgiler için sizlere teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.