Ekim 2006 yılında ilk sayısıyla yayın hayatına başlayan GENÇ Dergisi, bu ay itibariyle tam 10 yılı geride bırakmış oldu. Böylelikle bizler de bu ay, hem 10 yılı geride bırakmanın huzurunu, hem de 11. yılımızda sizlere hediye edeceğimiz yeni kitabımızı sunmanın sevincini yaşıyoruz. “365 Serisi” dediğimiz kitap formatımız devam ediyor. Yeni kitabımızı dergimiz yazarı, Tarih Gastesi ekimizin editörü Sinan Özgenç hazırladı. “İslam Mücahidlerinden 365 Kahramanlık Tablosu”nun akıcı üslubunu, tarihsel olayları ve kahramanlarımızı, sade ve duru anlatımını GENÇ okuyucuları çok sevecek. Sinan Özgenç’e, hazırladığı bu güzel eseri sorduk…
“İslam Mücahidlerinden 365 Kahramanlık Tablosu” GENÇ’in 365 serisinin son kitabı ve büyük heyecan uyandırıyor bizlerde. Neden böyle bir kitap hazırlandı? Yani bu bir ihtiyaçtı diyebilir miyiz?
Evet, bu bir ihtiyaçtı. Neden ihtiyaç olduğunu ise kahramanlık kavramının ne olduğunu ve özünde hangi gayeye hizmet ettiğini izah etmeden anlatmak zor…
Peki kimdir kahraman? Ve gayesi nedir?
Burada sözlük tanımına girmek istemiyorum. Her kavramda olduğu gibi kahramanlık kavramı söz konusu olduğunda da farklı bakış açılarına göre farklı tanımlamalar yapılabilir. Ancak bizim için önemli olan ve bizim ümmete yönelik gayelerimiz açısından baktığımızda şunları söyleyebiliriz.
Kahraman ve kahramanlık kesinlikle toplumsal kavramlardır. Kahramanlardan söz ettiğimizde belki müşahhas manada fertlerden söz edilebilir ama esasında her kahraman bir arketiptir ve bu manada toplumsal bir işlevin tanımlayıcısı ve taşıyıcısıdır. Muhtasar olarak ifade etmek gerekirse “Her kahraman bir davadır”, her kahraman bir davanın taşıyıcısıdır. Kahramanlar ve kahramanlık kavramı ise bu yüzden cemiyet hayatı açısından çok önemlidir.
Şahıslar, atıldıkları maceralar çerçevesinde belirli amaçlara yönelik olarak gösterirler kahramanlıklarını. Bu noktada kahramanın şahsından ziyade macerası ve o macera içinde sergilenen şahsiyetler, temel insan davranışları, zaafları, faziletleri ve bütün bunların ne tür etkileşimler neticesinde hangi sonuçları doğurduğuna dair çıkarılabilecek dersler önemlidir. Her kahraman temelde bir kemalat yolcusudur. Kahramanların atıldıkları maceralar ise özünde onların seyr-i süluklarıdır. Bir kahramanın macerasını okumaya başladığımızda aslında olan kemalat yoluna dair ibretler çıkarmaktan ibarettir. Çünkü her kahraman, macerasına; bitirdiği yere kıyasla çok daha cüz’i olgunlukla başlar. Hadiselerin akışı içerisinde menzile ulaşmak gayesiyle yaptıkları veya yapmadıkları onu gayesine yaklaştırır veya uzaklaştırır. Kahraman, yoldaki hatalarından ders alıp onları tashih ederse gayesine ulaşır, düzeltemezse bir yerlerde takılı kalır, macerası o noktada sona erer yahut gecikir. Kahraman, macerası içinde öğrenir, ders çıkarır, keşfeder. Böylelikle bizler de onunla beraber öğrenir, ders çıkarır ve keşfederiz. İşte bu manada kahramanın toplumsal işlevi büyük ve önemlidir.
Kahramanları kahraman yapan ortak özellikler nelerdir?
Her kahramanın macerası detayda kendine özgü ve eşsiz görünse de hemen bütün kahramanlarda veya maceralarda belirli bazı ortak noktalar vardır. Zaten bunlar esasında kahramanlık sıfatının da birincil nitelikleridir. Örneğin gayesi her ne olursa olsun bütün kahramanların en bariz ortak tavrı fedakarlıklarıdır. Kahraman, kendini adadığı gaye için inancı hariç her şeyinden vazgeçebilen kişidir. Yerine göre servetinden, yerine göre mevkiinden, yerine göre ailesinden, sevdiklerinden, yerine göre ise de bütün bunların hepsinden aynı anda feragat anlamına gelen, canlarından vazgeçtiklerini görürüz. Yoksa öyle çoklarının zannettiği gibi düşman ordularının ortasına yalın kılıç atlamak değildir kahramanlık. Tabii bazen bunu yapmayı da gerektirir ama bu ve benzeri davranışlar öz değil şekildir sadece. Zaten biz de kitaptaki hikayelerin seçiminde bu kriteri esas aldık. Evet; kitabın içindeki pek çok hikaye; savaşlarla, düşmanın içine yalın kılıç dalanlarla, kelle koltukta savaşanlarla dolu ama bütün bunların yanı sıra nefsine karşı cihat edenlerin, başkalarının hayrına olmak üzere yaptıkları fedakarlıklarla, hükümdarların karşısında eğip bükmeden, eğilip bükülmeden doğruyu, sadece doğruyu söyleyenlerle ve kendi ihtiyacı had safhadayken başkasının ihtiyacını karşılamak amacıyla kendi hakkını infak edenlerle de dolu... Zaten bu kitabı baştan sona okuduğunuzda sadece şunu anlasanız yeter; kitap amacına ulaşmış demektir: Kahraman kendini pas geçendir! Nedir kendini pas geçmek? Kendi ihtiyacı varken din kardeşinin, insan kardeşinin ihtiyacını karşılamak için nefsini hiçe sayıp, kendi lüksünden değil; hakkından, ihtiyacından fedakarlık etmektir. Bununsa tek şekli yok. Bazen lokmanı vermekle, bazen hırkanı vermekle, bazen makamını, bazen hatırını, bazense canını vermekle oluyor. Öyle ya; canımıza bile asıl bizim ihtiyacımız varken sırf başkaları yaşasın diye onu feda ettiğimizde esasında infak etmiş olmuyor muyuz? Şehitler en büyük infak sahipleri değiller mi?
Kitapta birçok özel şahsiyete yer verilmiş. Hepsi ayrı ayrı etkiye sahip, öncü isimler ve hikayeleri… Kitabı hazırlarken sizde özel etki oluşturan bir isim, hikaye oldu mu?
Aslında bunun çok önemi olduğunu düşünmüyorum. Herkes kendi meşrebine göre bir kısım hikayelerden etkilenecek veya etkilenmeyecektir. Ama illa bir iki hikaye zikretmek gerekirse Fatih’in hocası Molla Gürani’ye vezirlik teklif etmesine istinaden Molla Gürani’nin reddi ve red gerekçesi ile bir dervişten hayır dua isteyen Haccac’a dervişin ettiği duaya dair hikayelerden etkilendiğimi söyleyebilirim. Derviş, Haccac’ın talebine “Allah’ım bu adamın canını tez zamanda al” diye mukabelede bulununca Haccac, bu davranışının sebebini sorar. Derviş, Hakk’ın hatrını canından âli tuttuğu için şu cevabı vermiştir: “Ben sana beddua etmedim. İstediğin gibi hayır dua ettim. Çünkü sen zalim bir adamsın. Daha fazla yaşadıkça daha fazla zulmedeceksin. Bu durumda Allah’ın senin canını bir an önce alması hem senin daha fazla günaha girmemen hem de mazlumların daha fazla zulüm görmemesi bakımından daha hayırlı olduğu için böyle dua ettim” der.
“Bu yüzden okumalısınız” diyeceğiniz, tavsiye edeceğiniz neler var kitapta?
Macera, aksiyon, destan sevenler için bütün bunlardan kitapta bolca bulunduğunu söyleyebilirim. Ancak ne kitabın özü ne de bizim bu kitabı hazırlamaktan maksadımız o değil. Her şeyden evvel; tarihinin başlangıcından itibaren İslam’ın, fertlere nasıl bir cemiyetperverlik ruhu kazandırdığına, tarihi ve manevi öncülerimizin nasıl bir fedakarlık şuuru içinde dünyaya iyiliği yaymaya çalıştıklarına ve dava şuurunun ne olduğuna dair fikir edinebilmek için bu kitabın okunması gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca bu tür kitapların milli şuurun oluşmasında hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Kendi milletinin kahramanlıklarını, başarılarını, tarihin akışını değiştiren atılımlarını, insanlığa olan katkılarını, medeniyette ulaştığı zirveleri tanımayan, bundan gurur duymayan (kibir manasında değil) bireyler yolunu kaybediyor. Bu bariz. Milletini sevmeyen asimile oluyor. Başka kültürlerin etkisine ve hizmetine giriyor. Bu durum tek tek şahısların olduğu gibi ülkemizin ve milletimizin de zararına sonuçlar doğuruyor. O yüzden diyorum; biz neden ve nasıl millet olmuşuz, arz üzerindeki misyonumuz neymiş, geleceğe taşımamız gereken davamız hangisiymiş... Bütün bunları anlamak için bu kitabın okunmasını öneriyoruz. Tek başına değil tabii... Daha pek çok benzeriyle beraber. Ama bu kitap iyi bir başlangıç olur kanaatimce.
Tarih, din ve öncü şahsiyetler yanlış kalemlerin elinden yorumlandığında büyük bozulmaların oluşmasına neden olabiliyor. Kitabınız ve araştırmalarınız neticesinde hem bu kitabı bunlardan ayıran özelliklerden hem de gördüğünüz durumdan biraz bahseder misiniz?
Evet; bu büyük bir sorun. Değerlerimizin istismarının önüne geçilmesi gerek. Lakin bu tek başına devletin veya bazı sivil organizasyonların vazifesi değil. Yahut tek kitapla aşılabilecek bir sorun değil. (Kur’an-ı Kerim bunun istisnası olmak kaydıyla söylüyorum.) Nedense pek çok insanın bu şekilde tuhaf bir beklentisi var(!) Şuur herkese farz. Ama oluşması biraz zaman alıyor. Şimdi burada neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair ahkam kesecek değilim. Haddim de değil zaten. Lakin şahsi tecrübelerime dayanarak sadece şunu söyleyebilirim; aklımızı kullanmaktan korkmamamız gerekiyor artık. “Ben bilmem beyim bilir” mantığı getirdi bizi biraz da bu noktaya. Bundan kaçınmamız lazım. Kendi özgün fikirlerimizi geliştirmemiz gerek ki önümüze sunulanlardan hangisinin makul, hangisinin ifsat, hangisinin imar edici olduğuna karar verebilelim. Sonuçta ahirette hesabı biz vereceksek kararı da bizim vermemiz gerekiyor. Allah kimsenin kararını başkasından sormayacak. İbrahim Suresi 22. ayette ifade edildiği gibi insanlar, şeytanın kendilerini saptırdığını söylediklerinde şeytan bile “Hayır ben sadece teklif ettim siz de kabul ettiniz. Yoksa benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu” diyecek. İşte bunun bilincine çok iyi varmamız gerek. Hayatımız boyunca önümüze sürekli olarak doğrular ve yanlışlar gelecek. Seçimi yapacak olansa sadece ve sadece kendimiz olacağız. Artık “Biz aslında ona uymuştuk, o bizi yanılttı. Biz aslında buna uymuştuk, bu bizi yanılttı” diyemeyeceğimiz bir gün gelecek. Nihayetinde birilerine tabii ki uyabiliriz. Aksi eşyanın tabiatına ters. Lakin kime ve neye uyup uymayacağımız hususunda da kararı yine biz vereceğiz. Hesabı da... İşte bu yüzden şuur şart. O olmadan doğru seçimler yapamaz, doğru kararlar veremeyiz. Doğru ve yanlışa karar verme müktesebat işi biraz da. O yüzden okuyun derim... “Bu kitabı ‘o kötü örneklerden’ ayıran özelliklerden bahseder misin?” dedin ya... Edemem. Eğer edersem onlar yanlış bu doğru demiş olurum. Oysa o kalem sahipleri de tam olarak bunu yapıyorlar. Ben sadece okuyun, kıyaslayın, kendiniz karar verin diyebilirim. Buna değecek.