Bugün Asım’ın Nesli idealinden beslenmiş, Büyük Doğu ruhunu duymuş, İmam Hatip ocağında ısınmış bir Başbakan, adeta tekrar “Ayağa kalk Sakarya!” diyebilmiştir. Ve bunu Tüm İslam ümmetinin huzurunda, tüm dünyanın gözü önünde söyleyebilmiştir.
İlkbahar günlerinde hiç kampa gittiniz mi? Havalar ısınmaya başlamış, ağaçlara su yürümüştür. Yapraklar yeşermiş, dallar yavaş yavaş çiçeğe durmuştur. Mis gibi bir hava vardır kırlarda. Ancak toprak soğuktur henüz. Sırtı yeterince ısınmamıştır. Gece yattığınız zaman soğuğun altınızdan çektiğini hissedersiniz. Bir taraftan koyu bir karanlık çökmüş, etraftaki varlıklar seçilmez olmuştur.
Bu durumda yapılacak en güzel şey, bir ateş yakmaktır. Bir ateş yakmak, etrafında toplanmak ve birbirinize sokulmak. İyice sokulmak. Isınmanın en güzel yoludur bu. Sonra usul usul bir sıcaklık yürür damarlarınıza. Bu, sadece ateşin sıcaklığı değildir. Muhabbetin, sohbetin sıcaklığıdır da. Daha doğrusu birlikteliğin, yakınlığın verdiği bir sıcaklıktır. Bu birliktelik sayesinde, soğuk da dağılıp gitmiştir, karanlık da, insanın içine dolan korku ve evhamlar da. Taptaze bir gün doğana kadar uyumak aklınıza gelmez artık..
***
Gazze bombalanırken ve hiç birimizin elinden o meşum bombardımanı durdurabilme adına bir şey gelmezken, böyle bir üşüme hissine kapıldığımızı hissettim. Üşüyorduk ve tek yapabildiğimiz Gazze’de yanan ateşin çevresinde bir gönül halkası oluşturarak birleşmek oldu. Darmadağınık yüreklerimiz, Filistin davası etrafında bir araya geldi, ellerimiz duaya kalktı. Büyüğümüzün, küçüğümüzün, gencimizin, orta yaşlımızın, zenginimizin, fakirimizin, okumuşumuzun, cahilimizin yürekleri ve elleri.. Birbirimize daha bir sokulduk, şimdiye dek hiç olmadığı kadar. Birbirimizin sıcaklığını, kardeşliğini hissettik. Kâbe etrafında saf saf namaza duran müminler gibi, Gazze etrafında adeta saf bağladık.
Bir ülke değil sadece, tüm ümmetin kalbi attı orada, hepimizin yüreği aynı acıyı derinden derine hissetti. Tıpkı Peygamber Efendimizin (s.a) hadis-i şeriflerinde buyurdukları gibi: “Müminler tek bir vücut gibidirler, azalardan biri rahatsızlansa, diğer bütün azalar uykusuz kalır, ateşler içinde o acıya ortak olur.”
Gazze sanki tüm ümmetin damarlarına kan pompaladı. Can verdi ölü ruhlarımıza. Ümmet olduğumuzun şuuruna vardık. Üzerimizdeki ölü toprağını silkeledik bir nebze de olsa. Karanlıkların yavaş yavaş dağıldığının habercisi gibiydi bu ateş. Yepyeni bir sabahın doğuşunun müjdecisi gibiydi.
***
Peygamberimiz (s.a) bir gencin hikâyesini anlatır bize. Bir kralın sihirbazı yaşlanmıştır. Kraldan kendisine sanatını öğretebileceği bir genç göndermesini ister. Bu işlere meraklı bir genç bulunur, sihirbaza gönderilir. Genç, sihirbazın yanına gelip giderken, Hak dava uğrunda sürgün olmuş bir ihtiyarla tanışır. Sihirbazın değil, gerçekte bu münzevi ihtiyarın hak yolda olduğunun idrakine varır bir gün.
Halk, putperest bir hayat yaşamaktadır. Kral da bu düzenin değişmemesi için her şeyi yapmaktadır. Genç, bu bozuk düzeni değiştirebilmenin çarelerini, hakkı insanlara ulaştırmanın yollarını araştırmaya başlar. Ev ev, köy köy dolaşır, hakikati anlatır. Kral durumu öğrenir, genci öldürmeye girişir. Ancak Allah’ın izni ve inayetiyle ona hiçbir şey yapamaz.
Genç, krala kendisini nasıl öldürebileceğinin yolunu gösterir. Bütün halkı bir meydanda toplayacak, eline bir ok alacak, gencin rabbinin adıyla deyip oku fırlatacaktır. Kral, gencin dediği gibi yapar. Genç, Allah yolunda kendini feda eder. Bunu gören herkes oracıkta iman eder. Gencin bu samimiyeti, hem halkı uyandırmış, hem de kralın bir tek genç karşısında nasıl aciz kaldığını ortaya çıkarmıştır.
Gazze’de şehit düşen binlerce Müslüman sanki böyle bir şuur vermektedirler bize. Belki haddim değil bunu söylemek ama onlar ümmetin tekrar kendine gelip dirilmesi için kendilerini feda etmiş gibiler. Sanki o canlar hepimize yeni bir can, yeni bir ruh katıyorlar. Öte yandan şehadetleri ile, gencin karşısındaki kral, Davud’un karşısındaki dev adam Calut/Galyot gibi, İsrail’in acizliğini de haykırıyorlar. Dev gibi görünen o cüce İsrail’in sadece savunmasız insanlara gücünün yettiğini tüm ümmete göstermiş oluyorlar. Cesaretimizi kamçılıyorlar.
***
Üstad Necip Fazıl, Sakarya şiirini yazıyor ve Büyük Doğu’da yayımlıyor. Bekliyor ki, ertesi gün Anadolu: “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!” mısraını okusun ve ayağa kalksın. Üstad işi biraz da muzipliğe dökerek der ki: “O gün bir tek kişi kalktı ayağa, o da amuda kalktı!”
Evet, o gün Anadolu ayağa kalkmamıştır belki. Ancak bugün Asım’ın Nesli idealinden beslenmiş, Büyük Doğu ruhunu duymuş, İmam Hatip ocağında ısınmış bir Başbakan, adeta tekrar “Ayağa kalk Sakarya!” diyebilmiştir. Ve bunu Tüm İslam ümmetinin huzurunda, tüm dünyanın gözü önünde söyleyebilmiştir. Anadolu ile birlikte tüm İslam halkları ayağa kalkmış, Osmanlı’ya, Abdülhamid’e, Recep Tayyip Erdoğan’a selama durmuştur.
İslam dünyasının her yerinden Türkiye’ye teveccühler yönelmesi küçümsenecek bir durum değildir. Başbakan’ın Davos’taki bu çıkışının, gönlümüzde fırtınalar koparması azımsanacak bir olay değildir. Bu, İslam dünyası halkları olarak bizlerin sıcak bir birlikteliği ne kadar özlediğimizin açık bir göstergesidir.
“Arab’ın Eşeği” hikâyesi e-postalarınıza düşmüştür. Muhtemelen o hikaye Davos’ta Sayın Başbakanımızın asil duruşundan önce yazılmıştı. Daha sonra yazılsaydı orada bir karakter daha yer alacaktı. Eşeğin arkasına küçük bir sopa ile vuran çocuğu bu işe cesaretlendiren veya eşeğe “çüş” deme cesaretini gösteren âkil bir adam!
***
Gazze bombalanırken, yaralı bir yürek vardı acılar içinde kıvranan. Bir şeyler yapabilmek için çırpınıp duran. Bir taraftan da volkan gibi etrafa alevler püskürten..
Evet, Hakan Albayrak’tan söz ediyorum. O, Gazze’de yaşananları çok farklı açılardan okudu bizim için. Karamsarlık bulutları gezinmeye başladığında üzerimizde, ümidimizi ve gayretimizi diri tutmak adına yüreğindeki bütün enerjisini seferber etti.
Hakikati söylemekten de eksik ve yanlışlar yapıldığında bunları eleştirmekten de geri durmadı. Yeri geldiğinde yiğidin hakkını teslim etmeyi de boynunun bir borcu gibi gördü.
İşte Başbakanımız, yıllardır Müslümanların birliği için didinip duran, yanıp tutuşan delişmen bir yazara aşağıdaki satırları yazdırmıştır:
“Sevgili Başbakanım, şu anda size karşı öyle muhabbet doluyum ki, muhabbetim öyle dolup taşıyor ki, kendimi öyle tutamıyorum ki, saygısızlık gibi algılayabileceğinizi hiç umursamadan "Sevgili Başbakanım" diye hitap ediyorum size. Sevgili Başbakanım… Cân-ı gönülden Sevgili Başbakanım… Bu satırları Libya`nın başkenti Trablus`ta bir otel odasında yazıyorum. 29 Ocak 2009`u 30 Ocak 2009`a bağlayan gecenin üçünde, tarihî bir dönüm noktasının tam ortasında yazıyorum. Sizi tebrik etmek için yazıyorum. Sizi tebrik etmek… Ama nasıl? Bugün yaptığınız şeyin, bugün olduğunuz şeyin hakkını verecek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Hem dün hem bugün. Hem Davos`ta hem Yeşilköy`de. O sözler, o hareketler, sonra yine o sözler…
Ancak bir rüya bu kadar güzel olabilir. Asaletimiz yerde sürünüyordu; onu yerden kaldırıp şahlandırdınız. Dünya siyaset sahnesinde nice zamandır ayaklar altına alınıp çiğnenen insanlık şeref ve haysiyetini, ahlak ve fazileti, insaf ve adaleti bir bayrak gibi yükselterek kalplerimize sürur verdiniz.
İlahlık iddiasındaki uluslararası sistem lordlarına kulluk eden ve sizin de kulluk etmenizi isteyen monşerlerin soysuz denge hesaplarına tükürüp, maşeri vicdanın sözcülüğünü üstlendiniz. İsrail`i ve onun yalakalarını yerin dibine öyle bir batırdınız ki, bütün dünya Müslümanlarının ve göğüslerinde bir yürek taşıyan bütün insanların başlarını göğe erdirdiniz…”
Türkiye’den Gazze’ye destek için giden konvoy, Şam’a uğruyor. Şam’daki Müslümanlarla bir gösteri yapılıyor ve şu slogan atılıyor: “Suriye Türkiye belde vahide!” (Suriye Türkiye tek bir ülke!) Bu, Hakan Albayrak’ın çok önce söylediğinden başka bir şey değildir aslında: “İslam Birliği’nin Nüvesi Olarak Türkiye-Suriye Birliği.” Bu sanki, yıllar önce görülen bir rüyanın gerçek oluşunun ilk kıvılcımlarıdır. Bu bakımdan Hakan Albayrak’ın sesine kulak vermek, onu takip etmek gerektiğini düşünüyorum.
***
Nuri Pakdil diyor ki: “Aynı ocaktan ısınıyoruz. İleri!” Bu yazıda aslında, bu sözün verdiği ilhamla gençler olarak beslenebileceğimiz, bize ruh verecek kaynaklar üzerinde durulacaktı. Mehmed Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Nurettin Topçu’dan, Sezai Karakoç’tan, Nuri Pakdil’den söz edilecekti. Ancak yaşanan son olaylar, okunacak onlarca kitaptan daha büyük dersler verdi bize. Bunların yanında, ısınmamız gereken başka ocakların olduğunu gösterdi.