Teorik olarak 10 yıl cumaya giden biri 520 ders süren bir eğitimden geçmiş demektir. Bu süre 30 yıla çıktığında ders sayısı 1560 gibi büyük bir rakama ulaşmaktadır. Sonra bu yaygın eğitim türü bir ömür devam eden tek eğitim türüdür.
Bledyan Hoca... Şimdi bu iki kelimeyi yanyana gördüğünüzde yaşadığınız şaşkınlığın aynısını ben de yaşadım. Hoca ve adı Bledyan. Kendisi Arnavut. Üniversiteyi İzmir`de okumuş. Arnavutluğun Prizren şehrinde Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı`nda çalışıyor. Sohbet ediyoruz ve yanımızda Trabzonlu bir arkadaş da var. Trabzonlu arkadaşın milliyetçi damarı kabarıyor ara sıra şaka yollu sözler söylüyor. Bledyan Hoca da “Akan Şükürü bildin? O da Arnavuttur beya!” diyor gülüyoruz. Birçok isim saydı şaşırdım doğrusu.
Konu dönüp dolaşıp siyasete geldi. Nasıl gelmesin ki? Müslüman bir coğrafya neresi olursa olsun sıkıntı içinde günümüzde. Kapitalizmin artık dünyanın en ücra noktalarına kadar ulaştığı -Castro`nun Kübası da dahil- açık değil mi?.. Kapitalizm`den konu açılınca Amerika`nın bölgeye olan ilgisinden bahsediyor ve Rusyaya karşı oluşturulmak istenen müttefik dayanışmadan(!)
Peki diyorum, komünizmin etkileri var mı hala? Özellikle gündelik hayatta? Yok diyor, varsa da artık sadece zihinlerde bir anı, hatıra olarak kaldı o günler. “Çocukluğumdan hatırlarım evimizin basıldığını, sadece Müslüman olmak yeterli sebebti rejim tarafından zulüm görmek için.”
Şimdi durum ne?
“Bak, o gazeteye sarılı şeyler renkli cam. Yeni, büyük bir cami yaptırıyoruz Prizren`de pencereler için aldım onları, orada bulamamıştım. Yüzlerce genç okuyor Liselerde, hem kendi dillerini ve dinlerini en iyi şekilde öğreniyorlar.” ve ekliyor: “Aslında biliyor musun, sorduğun soruyu Türkiye için sormak lazım, çünkü Türkiye baskı konularında daha sıkıntılı.”
Haklı... Bledyan Hocayla tanışmadan önce Cuma hutbeleriyle ilgili bir yazı yazmayı planlıyordum. Türkiye`de dinin dahi devlet eliyle şekillendirilmek istenmesi neden insanları rahatsız etmiyor anlamadığım için... Aslında Bledyan Hoca`nın sorusu tam da benim konumla alakalı, denk geldi yani. Hayatın kanına karışan ve onu şekillendiren modern dünya insanlara kulak arkasından vaaz edip dini unutturuyor. Emin olun, “Yaşamak Allah`ı unutturuyor artık.” Bir yaprağa bakıp bütün ormanı seyre dalanlar yok mu? Var elbette ama genel durum bu...
Cuma namazında bakıyorum etrafıma, kaç kişi gönülden dinliyor diye? Kendimi saymıyorum, çünkü hiç gönlümü verebilmiş değilim. Gerçekten durum vahim, herkes ya işini gücünü düşünüyor, ya da etrafına bakınıyor. Taşra da durum daha vahim olur biliyorum. Arka saflarda kahvehanede yarım kalmış muhabbet devam ettirilir.
Mustafa İslâmoğlu hoca hutbenin önemini bakın nasıl açıklamış: “Bu öyle bir okuldur ki, öğrenci sayısı 100 milyonlarla ifade edilebilir. Hutbe sayesinde, dünyanın yedi iklim dört köşesinde bir buçuk milyarlık bir kitle eğitilmektedir. Teorik olarak 10 yıl cumaya giden biri 520 ders süren bir eğitimden geçmiş demektir. Bu süre 30 yıla çıktığında ders sayısı 1560 gibi büyük bir rakama ulaşmaktadır. Sonra bu yaygın eğitim türü bir ömür devam eden tek eğitim türüdür. Yediden yetmişe herkes bu eğitime katılmaktadır. Bu eğitim yüz yıl değil, bin yıl değil, 1400 küsur yıldan beri sürmekte ve dünya durdukça da sürecektir.”
Evet! Böyle bir eğitim bu... Ama biz ne yapıyoruz? Orman haftası, Sağlık haftası, şu günü bu günü deyip adeta boşa geçiriyoruz Cuma`ları. En dini konularda bile hutbe metni o kadar tatsız tutsuz ki! Kendimi akademik bir toplantıda hissediyorum. Hala fark etmediyseniz bundan sonra iyi dikkat edin, bir de kendinize sorun, dinlediğiniz onca hutbeden aklınızda kalan bir başlık, bir cümle var mı? İşinizden çıkıyorsunuz, dükkânınızı kapatıp geliyorsunuz camiye hem namazınızı eda edecek hem birkaç şey dinlemiş olacaksınız dininiz adına. O da ne! Orman haftası! Çimlere basmayalım aziz cemaat diye başlıyor Hoca Efendi... Diyanet İşleri Başkanlığı Haziran 2006’da hutbelerin hazırlanmasını İl Müftülüklerine devretmiş. İyi de etmiş, yani tek merkezden gönderilip Edirne ve Kars`ta aynı hutbe okunmuyor artık. Peki ya zihniyette bir değişiklik var mı? Nedir o zihniyet? “Suyun üstünden gitme zihniyeti.” Günün tam ortasında, hayata yarım saatlik ara vermiş insanlara biraz dininden bahsedin be kardeşim! Ankara Müftülüğü`nce hazırlanıp Kocatepe Camii`nde okunan birkaç hutbe başlığı örneğin: “ Sağlığımızı koruyalım, Çevre sorumluluğu, İnsan sağlığı, Cumhuriyet fazilettir, Enerji tasarrufu ve israf.”
“Ilımlı İslam”, “Bop” falan diye söze başlayan biri varsa kaçarım oradan ben. Yani ucuz siyaset yapıp “bunlar ılımlı İslam projesinin sonuçları” falan demem. İnanmıyorum bu yorumlara. Hele adaşım Taha Süha`nın “CIA Genç Dergisini de dinliyor mu acaba?” sözünden sonra. :) Ama şöyle bir örnek geldi aklıma şimdi: Mevlana Hz`lerini -sadece- kültürel bir imge olarak kullanmak mesela, varım buna, göz önündeki olayı, toplumsal gerçekliği anlat yeter ki! Ramazan ayında ünlü bir popçu kızımızın Mesnevi’ye sempati duyması ve birkaç okuma yapması ramazan programı sunması için yeterli olabiliyor, derin fıkhî konularda ekranlarda hocalarla tartışmaya girişebiliyor.
Hutbeler bir sistem sorunudur. Devlet vatandaşından, vatandaş da devletinden korkuyor bu ülkede… İşte bir örnek. Önümde Zaman gazetesinin belgeye dayanan bir haberi duruyor. 28 Şubat`ın şanlı (!) Paşası Orgeneral Çevik Bir ÖSS`de uygulanan katsayı uygulamasının mimarıymış! Belgenin orjinalinden alıntılıyorum: “Genelkurmay Başkanlığı`na ulaşan bilgilerden, yükseköğrenim kurumlarına öğrenci seçiminde etkili olan Ortaöğretim başarı puanı uygulamasının irticai gruplarca istismar edildiği öğrenilmiştir.” Bu nedene dayandırılarak katsayı engeli konuyor ortaya.
Kürtçe yayınına başlayan TRT 6 ile Cuma hutbeleri aynı kaderi paylaşıyor aslında. İkisi de devlet denetiminde. Nerede insan orada devlet... Devletimiz var olsun ne diyelim(!)