
Gençlik meselesi tarih boyunca hep gündemde kalmış, çağın önde gelen isimleri; Peygamberler, âlimler, düşünürler ve diğer kanaat önderleri gençlik üzerine çeşitli fikirler ve söylemler oluşturmuşlardır. Binyıllardır devam eden bu durum günümüzde de aynıdır tabii. Hatta gençlik üzerine konuşmanın ve çalışmanın giderek daha da önemli bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda da özellikle toplumun normlarını inceleyen sosyologlara, uzmanlara kulak vermek gerekiyor… Biz de bunu düşünerek, ilahiyatçı-sosyolog Erol Erdoğan’la gençlik araştırmalarını ve İslami camiaların gençlerle olan ilişkisini konuştuk…
Katıldığınız bir televizyon programında Argetus Araştırma Şirketi’nin verilerini kaynak göstererek “Türkiye’de hiçbir sağcı ve solcu grup gençlere ulaşamıyor. Tüm vakıf, dernek vb. grupların gençlere ulaşma oranı maalesef yüzde 10” şeklinde bir ifadeniz oldu. Gençlere neden ulaşılamıyor sizce?
Evet, bu ifadeleri önce Vuslat Platformu’nun Abant’ta düzenlediği Gençlik İstişaresinde sonra A Haber TV’de söyledim. Öncesinde de CF Dergisi’nin Mayıs 2016 sayısında yayımlanan ‘Gençlik Kimin?’ başlıklı yazımda benzer analizlerde bulunmuştum. Tekrar etmek gerekirse, ülkemizdeki hiçbir siyasi ve fikri cephe hem kendi gençliğine, hem de tüm gençlere yeterince ulaşamıyor. Mesela AK Parti aldığı yüzde 50’lik oyun, CHP aldığı yüzde 25’lik oyun, MHP ise aldığı 12-15’lik oyun ondan birine tekabül edecek oranda dahi gençlere ulaşamıyor, onların kalbine değemiyor ve aklına hitap edemiyor. Siyasi partiler öyle olduğu gibi sivil, dini, kültürel gruplar için de durum farklı değil. Gençlere ulaşamıyor olmanın çok sayıda sebebi var ama temel engel olarak, gençlerle muhatap olunduğunda, anlamak değil anlatmak, dinlemek değil konuşmak, iletişim değil iletmek tercih edildiği için hem sol camia, hem de dindar-muhafazakâr camia, ülke gençliğine ulaşamadığı gibi ulaşılan gençlerle de nitelikli diyalog kuramıyor. Gençlerin ilgi, merak ve yeteneklerini dikkate almak yerine onlara kendi ezberimizi ve hayalimizi telkin ediyoruz.
Dindar camianın gençlere ulaşamıyor olmasının kendine has sebepleri de var mı?
Evet, ülkemizdeki dindar-muhafazakâr siyasetin oy oranı yüzde 70’ler civarında olmasına rağmen, ulaştıkları gençlik ülkemiz gençliğinin yüzde 10’u bile değil. Neden ulaşamıyor diye sorduğumuzda yukarıdaki sebeplerin yanı sıra, İslamcı camianın kültür ve sanat politikalarına ve kültür-sanat çeşitliliğine yeterince önem vermeyişini ayrıca sebep olarak gösterebiliriz. Kültür ve sanata az önem vermek, toplumla ama en çok da gençlerle eksik iletişim ile sonuçlanıyor.
Bu iletişimsizlik nasıl bir sonuç doğuruyor?
Gençler ile büyükler arasındaki ‘ş’si olmayan bu iletim trafiği iki şekilde sonuç veriyor. Büyükler bir süre sonra gençlere “Laf dinlemiyorsunuz!” diyerek eleştirmeye, gençler de “Bizi anlamıyorsunuz!” diyerek karşı eleştiri getirmeye başlıyor. Böylece iki ayrı dünya oluşuyor, herkes kendi yoluna gidiyor, iki taraf birbirini idare ediyor veya çatışıyor. Bu birinci sonuçtur. Bazen de genç, kendi doğasını bastırıyor ve büyüklerden gelen telkinlere uymaya çalışıyor, o zaman da klişelerle konuşmaya ve düşünmeye başlıyor. Büyüklerin tecrübesini ve ezberlerini içselleştiriyor, onların bakış açısını kendi yaşamışlığı gibi kabulleniyor, onları anlatmaya başlıyor.
Bahsettiğiniz gibi ülkemizdeki muhafazakâr grupların; cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler ve diğer yapılar, gençlere ulaşmada problem yaşayabiliyor. Peki, bu noktada sizin geliştirdiğiniz, “bu olabilir” dediğiniz bir çözüm var mı?
Çözüm basit. İletim değil iletişimi tercih edeceğiz. Çocuklar ve gençlerin doğuştan sahip oldukları yeteneklerinin peşinden giderek kendilerini gerçekleştirebilmelerinin imkânlarını oluşturacağız. Dikte etmek, şekil vermek, zorlamak yerine onların ilgi, merak ve fıtratlarına göre davranacağız. Gencin kendini gerçekleştirmesine razı olacağız. “Gencin kendisi” dediğim, onun doğası, fıtratı, doğuştan sahip olduğu yetenekleridir. Gençlerin fıtratına güveneceğiz. Her şeyi kendimiz düşünmeyeceğiz gençlerin düşüncelerini dikkate alacağız, her şeyi kendimiz yapmayacağız gençlerin yapabildikleri şeylerde onların yanında veya arkasında duracağız. Bunları sayarken “Ben böyle yapıyorum” iddiasında değilim, maalesef hepimizin ezber davranışları var. Üstelik ezberlerimizi ‘tecrübe’ diyerek tabulara dönüştürüyoruz. İnsanı doğru okumak için, ön yargısız olmak ve insanın doğasını ve fıtratını kavramak gerekir.
Bir “kültürel iktidar” meselesi var ki özellikle biz gençlerin ortasında bulunduğu tartışmalara neden oluyor. Muhafazakâr ve mütedeyyin grup, medya organı veya şahıslar, “kültürel iktidar sizin değil bizimdir” diyor yani. Kültürel iktidar bir müsabaka sonucu gibi “senin-benim” türünden bir şey midir size göre? Neler söylemek istersiniz?
Ülkemizde ve dünyada kültürel iktidarın bugün itibariyle Müslümanlarda olmadığını düşünenlerdenim. Toplum ve insanın şekillenmesinde ve yaşamında kültür ve sanat iklimi etkilidir. Oysa ülkemizdeki sağcı-dindar akımlar kültür politikalarında isteksiz olmuşlar, bu alanları daha çok sol gruplara ve sol siyasete terk etmişlerdir. Mesela son 50-60 yıldır hiçbir sol parti tek başına iktidara gelmediği halde 15 solcu isim Kültür Bakanlığı yaptı. Koalisyon hükümetlerinde kültür politikaları “Kültür ise verin sola” mantığıyla CHP ve diğer sol partilere teslim edildi. Hatta sağ veya dindar partiler tek başına iktidar olduğu zamanlarda da içlerindeki en solcu ismi kültür bakanı yaptı. Bunun somut örneği 5-6 yıl Kültür Bakanlığı yapan Ertuğrul Günay’dır. Sadece İstemihan Talay ve Ertuğrul Günay’ın kültür bakanlığı süresi yaklaşık 11 yıldır. İslamcılar eğitimi çok önemsediler, kültürü hafife aldılar, kültür ve sanata kısmen yabancı durdular. Kültür bir iklimdir, tüm zamanımızı ve toplumu kuşatır, doğal eğitir; eğitim ise didaktiktir hayatımızın hepsini kapsamaz. Ayrıca eğitim politikaları kültürel iktidarın etkisi altındadır. Sinema, kitap, diziler-belgeseller, tiyatro, müzik, televizyon, müze, turizm… Hepsi kültürel alanla ilgilidir. Hepsi bizi biçimlendirir, hepsi iklim oluşturur.
Kendimizi kitap okumakla sınırlandırmamalıyız, geceyi-gündüzü, denizleri-nehirleri, kuşları-kedileri, mevsimleri-iklimleri, olanları-olmayanları yani kâinatı ve insanı okuma çabası içinde olmalıyız.
Peki, kültürel iktidarı kazanma ihtimalimiz yok mu?
Kesinlikle var. “Yeni bir medeniyet mümkün mü?” başlıklı konferanslarımda bunun mümkün hatta zorunlu olduğunu anlatıyorum. Müslümanların sahip olduğu inanç sistemi, insan ve kâinata bakış zenginliği, tarihi tecrübe, medeniyet mirası bize bu imkânı sağlayacak güce sahip. Bunu nasıl sağlayacağımıza dair kafa yormalarımız eksik.
Bir röportajınızda modernizmden bahsederken, “Müslüman, Müslüman gibi düşünemiyor” demişsiniz. Bu husustan hareketle, sizce nasıl düşünüyoruz? Ve nasıl düşünmeliyiz?
Herkesi içine alacak şekilde genelleme yapmak doğru değil ama zaman zaman Müslüman gibi düşünemiyoruz. İslam Medeniyeti içinde değil küresel modernizm ikliminde yaşıyor olmamız bunun temel nedeni. İslam Medeniyeti, bir miras olarak görünürlüğünü devam ettirse de esas itibariyle ‘durağan’dır, dominant değildir, belirleyiciliği zayıftır. Müslümanlar, İslam’ı başka form, kültür ve medeniyet kalıpları içinde yaşamaya çalışmaktadırlar. Bu ise dinin anlaşılması ve eksik yaşanması anlamını da taşıyan karmaşık bir durumun varlığına işaret etmektedir. Onun için sözgelimi yüz sene önce karşı çıktığımız kimi yanlışları, maslahatları gerekçe göstererek, bugün savunabiliyoruz. Ne bileyim elli sene önce bize dayatılanları sahiplenmeye, savunmaya, uygulamaya başlayabiliyoruz. Müslümanca düşünmenin yolu Kur’an’ı asrın idrakiyle okumakla başlar, sünnet ve medeniyet unsurlarını çok yönlü anlamakla devam eder.
Hazır gençlik üzerinden konuşurken, 20’li yaşlara tekrar dönecek olsanız, hayalleriniz nasıl; hedefleriniz ne yönde olurdu?
‘Keşke’ ile başlayan cümle kurmamaya özen gösteriyorum. Sonuçta bir kader çizgisinde ilerliyoruz. Sorunuzu bugünü göz önüne alarak cevaplandırayım. İmkânlarım elverirse farklı coğrafyaları, iklimleri ve mevsimleri gezmek isterim. Yeni insanlar tanımak ve farklı dostlar edinmek isterim. Seyyah olmak bana mutluluk verirdi. Şehirlerin nimetinden istifade edebileceğim ama kötülüklerinden uzak kalmamı sağlayacak bir yerde yaşamak isterim. Kur’an-ı Kerim ve hadis üzerinde daha çok tefekkür etmek isterim. Fıtrat, eğitim ve medeniyet üçlüsü üzerinde daha çok çalışacak, araştıracak ve yazacak zamanım olsun isterim. Dua niyetinedir sözlerim.
Kesinlikle okuyun diyeceğiniz 3 kitap?
Sorunuzu az aşarak isimler önermek isterim. Cahit Zarifoğlu, Nurettin Topçu, Mahmut Erol Kılıç, Sezai Karakoç, Yunus Emre, İbni Arabi’nin okunmasını öneririm. Okuma bahsinde düşmek istediğim önemli bir notum var. Kendimizi kitap okumakla sınırlandırmamalıyız, geceyi-gündüzü, denizleri-nehirleri, kuşları-kedileri, mevsimleri-iklimleri, olanları-olmayanları yani kâinatı ve insanı okuma çabası içinde olmalıyız. Seyahat etmek, tartışmak, nazar etmek, sormak, dinlemek, sükût etmek, tefekkür etmek de okuma türlerindendir. Her okuma türünün hakkını vermeliyiz.
Bir mikrofondan tüm dünyaya seslenecek olsanız ve tek cümle hakkınız olsa, ne söylerdiniz?
“Ey doğuştan eşit, ey doğuştan çok özel olan insan; adalet, merhamet, okumak ve düşünmek her zaman yoldaşın olsun.”