
Komutanların yerleri ya telefon dinleme üzerinden ya da komutanların bulundukları yerlere casuslar tarafından atılan çiplerle tespit ediliyordu. Bundan dolayı Veziristan’da casuslara asla tolerans tanınmıyor, casuslar mutlaka ölümle cezalandırılıyordu.
Veziristan’a geleli artık bir aya yaklaşmak üzereydi. Bu arada havalar da iyice soğumaya başlamıştı. Hatta bazen yağmurla karışık kar bile yağdığı oluyordu. Karın yağması mücahidler için işgal güçlerine karşı düzenlenen operasyonların yavaş yavaş azalması, hatta bir süreliğine sona ermesi anlamına geliyordu. Kamptaki mücahidler kendileri için en zor geçen dönemin kış dönemi olduğunu, kışı genelde kamplarda bekleyerek geçirdiklerini söylüyorlardı. Fakat karlar eriyip dağlardan çekilince mücahidler için cihad günleri başlıyordu. İlkbaharda yeniden başlayan operasyonlar yaz aylarında doruğa ulaşıyor, yaz ayları tamamen savaşla geçiyordu. Mücahidlerin işgal güçlerine karşı verdikleri savaş strateji olarak uzun vadeye yayılmış bir yıpratma savaşıydı. Herkes başta ABD olmak üzere tüm işgalcilerin bir gün Afganistan’ı terk edeceğine inanıyordu. Peki, işgal birliklerinin hava gücü etkisiz hale getirilmeden bu nasıl olacaktı? Mücahidlere sorduğum bu soru karşısında aldığım cevap genelde şöyleydi: “İşgalcileri inancımızla yeneceğiz. Bizim inancımız işgalcilerin Apache helikopterlerinden de, B-52 bombardıman uçaklarından da daha güçlüdür.”
Kampın Etrafındaki Casus Uçaklar
Son zamanlarda kaldığımız kampın etrafında insansız hava uçaklarının sayısı daha da artmaya başlamıştı. İnsansız hava uçakları konusunda ABD ile Pakistan arasında ilginç bir ilişki vardı. Pakistan ABD’den istediği para yardımını alamayınca Veziristan semalarında uçan uçakların sayısında ciddi anlamda düşüş oluyordu. Fakat ABD parayı bastırınca Veziristan’ın dört bir yanını casus uçaklar sarıyor, üst üste suikastlar, saldırılar gerçekleşiyordu. Anlaşılan bu aralar yine ABD Pakistan’a parayı bastırmıştı. İnsansız hava uçakları daha çok özel hedeflere saldırı düzenliyordu. Bu özel hedefler ise genelde mücahidlerin ileri gelen komutanları oluyordu. Komutanların yerleri ya telefon dinleme üzerinden ya da komutanların bulundukları yerlere casuslar tarafından atılan çiplerle tespit ediliyordu. Bundan dolayı Veziristan’da casuslara asla tolerans gösterilmiyor, casuslar mutlaka ölümle cezalandırılıyordu. Fakat casus uçaklar bazen hedef şaşırabiliyor ve özel hedeflerin yerini düğün evleri, sivillerin olduğu yerler alıyordu. Bu da bölgede yeni bir katliamın yaşanmasına neden oluyordu.
Kamptaki Arkadaşlarım
Kampta herkesle uzun uzun sohbet ediyordum. Fakat Bursalı mücahid, Komutan Yunus, Hanzala, Veziristan’a gelmeden önce İstanbul’dan tanıdığım Ali Üzüm ve Konyalı bir mücahidle daha çok vakit geçiriyordum. Bursalı mücahid daha önceleri Çeçenistan’da da savaşmış çok iyi biriydi. Bana her konuda yardımcı olmaya çalışıyordu. Komutan Yunus ise son derece nazik bir gençti. Numan’ın şehadetinden sonra Yunus’un yükümlülükleri de artmış, Ebu Ömer’in en etkili komutanlarından biri haline gelmişti. Türk mücahidlerin düzenledikleri operasyonları da genel olarak Yunus yönetiyordu. Hanzala İstanbul’un Haznedar semtindendi. Matrak, yaptığı esprilerle hepimizi sık sık güldüren bir mücahiddi. Hanzala ayrıca nişanlıydı. Bana sık sık ilk fırsatta evleneceğini söylüyordu. Ali Üzüm ise Ebu Ömer’in en yakın arkadaşlarından biriydi. O da Ebu Ömer gibi yıllardır cephedeydi. Bir ara Türkiye’de Milli Gazete’ de çalıştığı için zaman zaman aramızda gazetecilik üzerine konuşuyorduk. Bu dördünün dışında en çok vakit geçirdiğim kişilerden bir başkası da Konyalı bir mücahiddi. Konyalı mücahid de daha önce Çeçenistan’da savaşmıştı. Bundan dolayı onunla uzun uzun sohbet ederdik. Bana Çeçenistan’daki anılarını anlatırdı. Çeçenistan’daki şartların Afganistan’daki şartlardan çok daha zor olduğunu, Afganistan’da adeta tatil yapıyormuş gibi savaştığını söylüyordu. Ayrıca yemeği eğer Konyalı mücahid hazırladıysa midelerimiz bayram ediyordu. Çünkü aşçılığı gerçekten süperdi.
Ya İşgalden Sonrası?
Kamptaki mücahidlere sık sık buraya niçin geldiklerini soruyor; duygularını, düşüncelerini daha yakından anlamak istiyordum. Mücahidler genel olarak Afganistan’da savaşmayı kendileri için bir cennet kapısı olarak görüyorlardı. En temel motivasyonları şehadetti. Kamptakilere bir gün “işgal güçleri yenilip Afganistan’dan çekilirse sonrası için neler düşünüyorsunuz?” diye sordum. Mücahidlerin tamamına yakını o zaman buradan başka bir cihad bölgesine geçmenin yollarını ararız diye cevap verdiler. İşgal sonrası neler yapılacağı ile ilgili kimsenin kafasında bir fikir, proje, hatta tahayyül bile yoktu. Aslında kimse bu konu hakkında pek de fazla konuşmak istemiyordu. Bunda muhtemelen İslam dünyasının son yüzyılda işgal güçlerine karşı elde ettiği zaferlerin ardından yaşanılan iç karışıklıkların da etkisi vardı. Âlem-i İslam ne yazık ki düşmanlarına karşı kahramanlık destanları yazan; fakat kendi arasındaki sorunları çözemeyip büyük fedakârlıklarla kazanılan zaferleri heba eden bir topluluğa dönüşmüştü. Bunun en yakın örneklerinden biri de Rus işgali sonrası mücahid gruplar arasında Afganistan’da yaşanan kardeş kavgasıydı.
Kampa ulaştığımızda güzel bir haber beni bekliyordu. Kampın sorumlularından Ali Üzüm yanıma gelerek “Haydi gözün aydın olsun, Komutan Ebu Ömer istediğin kişilerle röportaj için randevu almaya başlamış. Hazırlan, yarın sabah ilk röportaj için yola çıkacağız” dedi. Bu haber beni öyle sevindirdi ki ameliyattan sonra hiç durmadan fena halde sızlayan kolumun acısını bile unutmuştum.
Kolumdaki Bomba Parçası
Bu arada kamptaki mücahidler son birkaç gündür kolumdaki bomba parçasını aldırmam için bana daha sık uyarıda bulunmaya başlamışlardı. Ben hiçbir acı hissetmediğim içim durumumdan pek de şikâyetçi değildim. Bir de Veziristan’daki hastaneler hakkında duyduklarım nedeniyle içimden hiç hastaneye gitmek geçmiyordu. Hatta buradaki hastanelerin ne kadar yetersiz olduğunu anlatmak için “Veziristan’da küçük bir yarayla hastaneye gidersen daha büyük bir yarayla çıkarsın” deniliyordu. Fakat bomba parçasının zamanla bana zarar verme riskine karşı yapacak bir şey de yok.
Bir sabah dört Türk mücahidle birlikte hastaneye gitmek için yola çıktık. Önce Şeval’den geçtik. Şeval Birmil bölgesine yakın bir yerleşim yeriydi. Sokakları oldukça sakin olan Şeval’de birkaç bakkal görünce uzun zamandır hiç bakkal görmediğimi fark ettim. Bakkallardan birine uğrayıp yanımıza yolluk aldık ve tekrar hareket ettik. Kolumdaki bomba parçasını aldıracağım hastane Mirali yakınlarındaki bir hastaneydi. Bölgenin yapısı daha çok dağlık olduğu için yolculuk bana son derece zevkli geliyordu. Sonunda her ne kadar burada hastane denilse de bizim köylerdeki sağlık ocaklarından farkı olmayan bir yere geldik.
Veziristan’ın Hastaneleri
Geldiğimiz yer Pakistan devletine bağlı bir hastaneydi. Hastaneye ulaşır ulaşmaz yanımdaki mücahidlerin hastane personeline pek de fazla güvenmediklerini hissettim. İki mücahid benimle birlikte hastaneye girerken diğer iki mücahid de kapının önünde nöbet tutmaya başladı. Hastane hijyen yönünden berbattı. Bu durumu görünce ameliyat olup olmama konusunda tereddüt etmedim değil. Fakat hayatımın sonuna kadar bir bomba parçasıyla da yaşayamazdım. Görünüşe göre hastane pek fazla kalabalık değildi. Yanımdaki mücahidlerden biri doktorla görüştükten sonra beni 5-10 dakika içinde ameliyata alacaklarını söyledi. Doktor orta yaşlarda bir Pakistanlıydı. Mücahidler tarafından sık sık getirilen benim gibi yaralılara alışkın olmalı ki koluma ne olduğunu sormadı bile. Doktor ve yanındaki iki yardımcısı yarım saat süren ameliyatın ardından kolumdaki bomba parçası çıkardılar. Yaklaşık 2 hafta boyunca kolumda kalan parça düşündüğümden de büyük bir parçaydı.
Aldığım Güzel Haber
Doktor kolumu sardıktan sonra bana birkaç kutu ilaç verdi ve bu ilaçların acımı hafifleteceğini söyledi. Fakat “muhtemelen bugün kolun bir hayli sızlayacak” demeyi de ihmal etmedi. Hiçbir resmi işleme tabi tutulmadan hastaneden çıktık ve mücahidlerle birlikte arabalara binip tekrar yola koyulduk. Kampa ulaştığımızda güzel bir haber beni bekliyordu. Kampın sorumlularından Ali Üzüm yanıma gelerek “Haydi gözün aydın olsun, Komutan Ebu Ömer istediğin kişilerle röportaj için randevu almaya başlamış. Hazırlan, yarın sabah ilk röportaj için yola çıkacağız” dedi. Bu haber beni öyle sevindirdi ki ameliyattan sonra hiç durmadan fena halde sızlayan kolumun acısını bile unutmuştum. Bu röportajları gerçekleştirmek için bir aya yakın bir süredir bekliyordum. İlk röportajımı da ABD’nin en çok arananlar listesinde olan Taliban’ın ileri gelen liderlerinden Molla Dadullah’la yapacaktım.