
Bize ramazan geldi, oruç geldi. Özlemiştik. Tam iki ay boyunca gözlemiş, hasretimizi dualarımızla sözlemiştik. Nihayet erdik. Şimdi istifade zamanıdır. Hepimiz oruç okulunun öğrencisiyiz. Dershanelerine doluştuk, rehberliğinde bir ay boyunca hayat içi eğitim alacağız. Bize sabrı, yardımlaşmayı, dayanışmayı, nefse hakim olmayı öğretecek; muhabbeti, müslüman ve mümin olmanın tadını tattıracak, ihsana erdirecek. Kur’an yoğunluklu uygulamalı eğitim verecek. İftarı, teravihi, sahuru, infakı, hatimleri ile kim bilir bize ne menziller aştıracak. Kalbi kırıkların civarına götürecek, diğergamlığın ve fedakarlığın talimini yaptıracak. 30 gün her dakikasında hissedilen temposu ile bizi rahlesine oturtacak. Dilimiz damağımızda onun istediğini yapacağız. Vereceği eğitimi alnımızın akı ve en yüksek istifade ile tamamlarsak mezuniyet şöleni bayramımız olacak. O halde haydi oruç okuluna... Girelim sınıflarına, öğrencisi olalım. Ötede en büyük sevincin mezuniyetine ermek için...
Oruç bir okuldur, okumasını bilene. Yılda en az bir ay gidilir bu okula. Daha fazla gitmek isteyen sene içinde zaman zaman da katılabilir derslere. Oruç insanın katıldığı bir ruh şölenidir. Ruhun okuludur. O, ekollerden bir ekol değil, başlı başına bir okuldur. Alınacak dersler yapılacak ödevler vardır bu okulda.
Bu okulun en belirgin vasfı sabırdır. Oruç bütün vasıflarının üstünde bir sabır okuludur. Hayatın özünü okumuşçasına sabırla çevrelenmiştir bu okul. Başı sabır, ortası sabır, sonu sabır... Sabır sadece midenin sabrı değildir oruçlu için. Dilin sabrı, gözün sabrı, zihnin sabrı, kalbin sabrı... Hayatın özü de sabır değil midir? Meyveler bile sabırla olgunlaşmaz mı, şairin dediğince?
Öğrenmenin şartlarından biri eski bilgilerle yeni bilgileri harmanlayabilmektir. Bir anlamda zihnimizdeki bilgi kümelerine yeni bilgileri uygun bir şekilde yerleştirmenin adıdır öğrenme. Hayat boyunca da böyle bir silsile izler. Oruç kalp okuludur, kalbi eğitir. Bir senede biriktirilen yükü Ramazan ikliminde öğütür. On bir ayda öğrenilenleri bir ayda sindirir. On bir ay koştururuz, dünyanın binbir türlü işinin arasında kayboluruz. Ta ki Ramazan gelinceye kadar. Ramazan bize bir dur ihtarı çeker. Onun ihtarıyla durulur bütün kalpler. Daha sakin atmaya başlarlar. Bir nefes alırlar. İnsan durmayınca anlayamaz. Hiç durmadan kitap okuyan adam okuduğu kitabı anlamış sayılmaz. Şöyle kitabın kapağını kapatıp tefekküre dalması gerekir. Okuduğu kitabın ikliminden uzaklaşıp kalbine kulak vermesi gerekir. Kitabın söyledikleri kalbe inmiş mi inmemiş mi kontrol etmesi gerekir. İşte Ramazan yıl boyunca öğrenilenlerin sindirildiği, göklerle müzakere edildiği, kalbin yoklandığı bir tefekkür okuludur.
Orucun ilk günü okuldaki ilk günümüzdür. Küçük bir çocuk okula nasıl başlarsa Mümin de öyle başlar oruca, başlamalıdır. Heyecanla, şevkle, utanma duygusuyla. Kalbi kıpır kıpır etmeli müminin orucun ilk gününde. Kafasında binbir türlü düşünce olmalı. Bu okulda ne yapacağım, nasıl alışacağım, derslerim nasıl olacak diye düşünmeli. Her şeyden önce öğretmenini düşünmeli. Öyledir ya, ilk öğretmenimizi hiç unutmayız. Onunla tadarız öğrenmenin tadını. Onunla nasıl başlarsak büyük ölçüde öyle devam ederiz. Oruç okulundaki öğretmenimiz Rabbimizdir. Onu sevmeli, onun da bizi sevmesini sağlayabilmeliyiz. Onu seversek kolay geçeceğiz dersleri. O da bizi severse rahmetiyle okutacak dersleri.
Orucun ilk günü oryantasyon günüdür. Ramazanın havası koklanır o gün, çevre tanınır, yeni yeni hislerle arkadaş olunur. On bir ay düşünülmeyenler düşünülür. O gün müstesnadır, öğretmenle tanışılacaktır. Biraz çekingenlik, biraz heves vardır sinede. Her şey dikkatimizi çeker o gün. Farkındalığımız oldukça yüksektir. Her günden farklı bir gündür ilk gün. İsteriz ki bir an önce geçse de gün, alışsak içinde bulunduğumuz çevreye. İnsan yabancı olduğundan çekinir. Aşina oldukça aynileşir. Aynileştikçe kalbi ferahlar. Ramazanın ilk günleri alışma, aşina olma, aynileşme günleridir.
Oruç bir çocuk için madde âleminden mana âlemine geçişin ilk temrinidir. Dünyayı yeni yeni tanıyan çocuk, manevi hazzı ilk oruçla duymaya başlar. İlkin anlaşılmaz bir şey gibi çevresinden duyduğu oruç kelimesi, çocuğun tabiatındaki merak sayesinde hayata dökülür. Annesine babasına “ben de sizin gibi oruç tutmak istiyorum” der ilkin. İlk denemeleri az azdır; birkaç saat ya da yarım gün. Böyle böyle alışır, alıştırılır. Yarım yarım ulaşılır tama. Tama ulaşıldığında mana âleminin kapıları da ardına kadar açılmıştır. Mana yolunda ilk menzile varılmıştır. Bir sıçrama tahtasıdır ilk oruç. Uzun bir sıçrayıştan sonra daha hızlı koşulacaktır diğer menzillere.
İnsan vakitle mukayyet, zamanla müferri; çünkü vakit sınırlı zamansa sonsuz bir akış. Zaman bütün anları kapsarken vakit anlardan bir anın adı sadece. Vakitle zaman arasında sıkışıp kalmış olan insan, bir yönüyle sonsuzluğa dal budak salarken diğer yandan sınırlarına hapsolur. Sonsuz zamanı dilinin imkânlarıyla sınırlamaya çalışır. Zamanı vakte çevirir. Her bir vakte isim verir. Takvime göre imsak, sabah, güneş, öğle, ikindi, akşam, yatsı, kıbledir bu vakitler. Her ne kadar vakitlerle sınırlarını çizse de insan, sonsuz zamanın akışına sık sık kaptırır kendisini. Farkında olmaz nerede yaşadığının, ne için yaşadığının. Ramazan müstesnadır bu fark ediş için. Oruç insana vakitleri fark ettirir. Dolayısıyla sınırlarını hatırlatır. Adeta “sen bir yaratılmışsın ve sınırlısın, sonsuzluğa uçmak istersen vaktin kıymetini bil ve Rabbine yönel!” diye seslenir. Bunun için oruç bir astronomi okuludur aynı zamanda.
Tozlanıyor, kir tutuyor, çürüyor on bir ay kalbimiz. Bütün kalpler çürümüyor elbette; fakat on iki aydan birinde öyle bir iklime giriliyor ki çürümüş kalpler bile bir nefesle diriliyor bu ayda.
Oruç bir gönüllülük okuludur. Çağımızın en önemli kavramlarından biri gönüllülük. Ferdiliğin ön plana çıktığı, komşunun komşuya selam vermediği, kaza geçiren insana yardım etmek yerine kameraya çekildiği böyle bir devirde elbette gönüllülük son derece önem kazanıyor. Gönül, Türkçenin en güzel kelimelerinden birisi. Bir dilde bir kelime varsa onun hayatta da karşılığı vardır. Bu gösteriyor ki bizim hayatımızda, hiç farkında olmasak da, derinlerimizde bir yerde gönüllülük zaten var. Ondan açabiliyoruz milyonlarca insana evimizi, toprağımızı. Ondan bütün zahmetlere rağmen gülümseyerek karşılayabiliyoruz Avrupa’nın geleceklerinin haberini duymaya bile dayanamadığı milyonlarca komşumuzu. Ondan seviyoruz birbirimizi binlerce yanan yüreğe rağmen... Derinlerimizde bir yerlerde var olmasına var; fakat şimdi bu varlığı şuur üstüne, yeryüzüne, orta yere çıkarmanın vaktidir. Çıkarmak kolay olmayacak; çünkü tozlanıyor, kir tutuyor, çürüyor on bir ay kalbimiz. Bütün kalpler çürümüyor elbette; fakat on iki aydan birinde öyle bir iklime giriliyor ki çürümüş kalpler bile bir nefesle diriliyor bu ayda. Gönüller yeniden canlanıyor orucun o hoş kokusuyla. Öyle değil mi ya; en güzel koku oruçlunun ağzının kokusu.
Oruç, sonunda büyük bir altın madalyanın kazanılacağı bir spor okuludur. O altın madalya Kadir Gecesi’dir. Bin aydan daha hayırlı bir gece. Bu ne muazzam bir tarif. Bin ayı bir kefeye koy bir geceyi diğer bir kefeye. Bir gece bin aydan daha ağır geliyor. Bu tarif Kadir Gecesi’ne ağır bir yük yüklemektedir. Adeta o geceyi sıkıştırmakta, daraltmaktadır. Adeta bütün güzellikleri, bütün kıymetli vakitleri zipleyip Kadir Gecesi’ne sığdırmıştır Allah. Bin ayın kıymeti bir gecede gizlidir. O geceye ise kolay ulaşılmıyor. İşte oruç o geceye giden gecelerin başladığı bir altın mevsimdir. Her gece teravihlerle, muhabbetlerle, Kur’anlar’la yavaş yavaş hazırlanılır o geceye. Tıpkı bir spor okulunda büyük yarışmaya kadar tempo yavaş yavaş artırılırsa Ramazanda da Kadir gecesine kadar tempo yavaş yavaş artar. Spor okulunda ilk gün bir koşucu mesela, 100 metre koşar. Sonra 200 sonra 300 sonra 400. Büyük yarışmaya doğru artar da artar bu sayılar. Sonlara doğru yarışmacı kilometrelerce koşsa da ilk günkü kadar yorulur; çünkü bünye alışmıştır. Ramazanda da yavaş yavaş artırılan ibadetlerle Kadir Gecesi’ne ulaşılır. Kolay değil, o gece bin ayın yükü yüklenecektir omuzlara. Hiç kuvvet olmasa nasıl taşınır o yük omuzlarda. O gece geldiğinde bin ayın yükü alınsa da omuzlara hiç yorulmaz mümin; çünkü o oruç okulunda eğitilmiştir, orada pişmiş, orada hazırlanmıştır büyük yarışmaya. Vakit geldiğinde de almasını bilmiştir altın madalyayı.
Her ne kadar vakitlerle sınırlarını çizse de insan, sonsuz zamanın akışına sık sık kaptırır kendisini. Farkında olmaz nerede yaşadığının, ne için yaşadığının. Ramazan müstesnadır bu fark ediş için. Oruç insana vakitleri fark ettirir. Dolayısıyla sınırlarını hatırlatır. Adeta “Sen bir yaratılmışsın ve sınırlısın, sonsuzluğa uçmak istersen vaktin kıymetini bil ve Rabbine yönel!” diye seslenir.
Tıpkı Samanyolunda Zafer’in yazarının gibi Allah kutsal sözlerinin bütün ağırlığını bu geceye koymuştur. Kadir Gecesi bir ağırlık merkezi gecesidir. Hayatın ve hilkatin ağırlık merkezidir bu gece. Kadir Gecesi yüce yaratanın Kur’an’ında dediği gibi zorluktan sonra kolaylığın olduğu bir gecedir. Sıkışmadan sonra ferahlığın olduğu bir gece. Bu gecede Kur’an kutsal ağırlığıyla ve bir bütün hâlinde dünya göğünün üzerine indi. İndi de rahatlattı bütün semayı. Dünya semalarını bereket getiren bahar yağmurları gibi, bir merhamet gibi bu gece örttü. Gece ne kadar sıkışırsa insan o kadar rahatlar bu gecede.
Oruç bir şükür okuludur. Varlığa teşekkürün, Allah’a hamdin okulu. Öyle ya, şükür hem varlığa hem Allah’a, hamd yalnızca Allah’a yapılır. Varlığın kıymetini bilmeyen insan teşekkür etmeyi de bilmez. İnsan fıtratı gereği kıymet verdiğine şükrediyor. Dikkat edin, şükretmek için önce kıymetten anlamamız gerekiyor. Nimetin kadrini bilirsek nimete şükrederiz, verileni değil vereni görürsek yaratana şükrederiz. Şükür tamamen fark etmekle ilgili. Fark etmezsek şükredemeyiz. Hamd ise farkında olunsun ya da olunmasın adeta bir vazifedir insanın üstüne; çünkü insan sınırla doğar. Sonsuz farkındalığa hiçbir zaman ulaşamaz. Ulaşamadığı yerde Allah’a havale eder, ona hamd eder. İşte buna tevekkül denir. Hamd vekil olan Allah’ın vekilliğine edilen şükürdür aslında.
Oruç bir musiki okuludur. Bir Mevlid-i Şerif’tir kulaklarımızda. Mevlid gibi pak, Mevlid gibi aşk dolu. Tıpkı Mevlid’de dediği gibi büyük şair Süleyman Çelebi’nin “Bir kez Allah dese aşk ile lisan, Dökülür cümle günah misl-i hazan.” Ramazanın her günü Mevlid-i Şerif’in bir beyti gibidir. Eğer bir Müslüman her bir beyti aşk ile söylemeyi bilse, aşk ile “Allah adın zikretse” bütün günahları sonbaharda yaprakların dökülmesi gibi teker teker dökülecektir. Ramazanda teravihler bir musiki şenliğidir adeta. Ecdad ibadet ile musikiyi birleştirerek ibadete bir kat daha zevk katmıştır.
Ramazanda aralarında musikiler söyleyerek kıldığımız teravihlerin tadı başka bir namazda var mı?
Oruç, ölüme hazırlık okuludur. Her başlangıcın bir sonu, her dirilenin bir yitişi var. Tarih boyunca bütün dinler, bütün inanç sistemleri ölümü çözümlemeye çalışmıştır. Her biri kendi bakış açısına göre ölüme bir yorum getirmiştir. İnananlarına da bunu salık vermiştir; fakat hiçbir inanç İslam kadar ölüme adaletli yaklaşamamıştır. İslam’da ölüm hayata ne kadar yakınsa o kadar da uzaktır. Elbette gerçekte ölüm bize şah damarımızdan bile daha yakındır; fakat insan hissiyatı bakımından bir Müslüman ne ölümün korkusuyla günlerini hüzün ve çile ile geçirir ne de ölümü hepten unutarak gaflet ve eğlenceye dalar. İşte oruç bu adaletli yaklaşımın en güzel temsil edildiği mevsimdir. İnsanın geceden başlayarak gün boyu bütün azalarını tutması, onu ölüme yaklaştırır. Vakit ilerledikçe ölüme yaklaşılırken diğer taraftan da itibari olarak ölümden uzaklaşılır; çünkü iftar yaklaşmaktadır. İftar Mümin için yeniden dünyaya dönüştür. Böyle böyle bir ay boyunca ölüme hazırlık temrinleri yapar Mümin. Her sene tekrar eden bu temrinler, Müslümanı ölümle, ölüme pişirir.