Üzerinde teller olan, ahşaptan yapılan bir çalgı Santur. Hakkını veren bir üstat bulduğunda da tadına doyum olmaz sesler çıkarabiliyor… Yaklaşık 4 bin yıllık tarihi olsa da ülkemizde pek tanınmıyor tabii; bu anlamda biraz yabancıyız Santur’a. Ama başarılı, gelecek vaat eden sanatçılarımız var elbette. Biz de sokak sanatçılığından başlayan, şimdilerde 4 albümü olan Santur sanatçısı Sedat Anar’la konuştuk…
Ülkemizde çok tanınan bir enstrüman değil Santur… Peki sizin Santur’la tanışmanız nasıl oldu?
Santurun sesini duyduğumda âşık olmuştum… İranlı Şehram Nazeri, Muhammed Reza Şeceryan gibi müzisyenleri gördüm sonra. O isimleri görünce; O’nların eserlerini inceleyince de başlamış oldum. Sonra 6 yıl kadar sokak müzisyenliği yaptım. Ankara’da yaşadığım için en çok Ankara’da çaldık ama Türkiye’nin her yerinde sokaklara indik… Onun dışında zaman zaman yurt dışında çaldığım da oldu. Tabii son 1,5 yıldır sokak müziği yapmıyorum, bıraktım diyemem ama yoruldum açıkçası… Sokak müziğinin pek bir geçerliliği yok ülkemizde, 10 yıllık bir tarihinin olmasındandır belki de. Mesela Ankara’daki sokak zabıtaları bizim azılı düşmanımız ki enstrümanı kırdıkları bile oldu. Ben de onlara artık sitem edip, protesto ederek bıraktım şimdilik… Kendi kabuğumda yaşıyorum.
Tasavvufla tanışmanız, devamında Tasavvuf Müziği yapmanız nasıl oldu?
Dedem âmâydı. Halfeti’de tanınan, mutasavvıf birisiydi. Gözleri görmezdi ama Fuzuli’yi, Şeyh Galib’i bilirdi; onlardan beyitler okurdu… Ben de bu atmosferde büyümüş oldum. Ankara’ya gelince yine okumaya çalışıyordum tabii ama siz de bilirsiniz, tasavvuf okuyarak öğrenilecek bir şey değil yaşanarak öğrenilecek bir şeydir. Sonra Mustafa Tatcı hocamla tanıştık… Devamında da Âmak-ı Hayal albümünü yaptık. Mustafa Hocam sağ olsun çok yardımcı oluyordu… Hocam hep söylerdi, “Odun yanarsa kül olur, insan yanarsa kul olur” diye. Yanmak gerek yani ve yanmak da upuzun bir süreç…
Tabii bir de Santur Türkiye’de sadece sokak çalgısı olarak kabul ediliyor. Çin yemeği çubuklarıyla çalanlar var Santur’u ki icraları da maalesef çok zayıf… Santur’un özel mızrapları var ve bilek hareketleriyle çalınıyor. Bu yüzden de kimileri bunu tercih etmeden sadece ses çıksın diye farklı araçlar kullanıyor. Ben bunun böyle olmadığını biliyordum ve “bu böyle olmaz” diyerek 1 yıllığına Santur öğrenmek için İran’a gittim. Sadece Santur da değil, başka enstrümanlar da öğrendim orada. Hatta Yunus albümünde 15 tane farklı enstrüman çaldım. Bunu da şov olsun diye değil bütçemiz olmadığı için yaptım… Mesela ilk albümümü de Tuncay Korkmaz abimle evimde yapmıştım mikrofon kiralayarak. Odanın, pencerenin kenarlarına battaniye çakarak aldık kayıtları; ses yalıtımı olsun diye. Sonra o albümü Doğan Hızlan yazınca bayağı tutmuş oldu. Bir de benim tüm albümlerimin sponsorlarının içinde halk var; çünkü sokaktan aldığım, orada biriktirdiğim paralar var. Halktan geldim Hakk’a gidiyorum yani…
Müzisyen olmanızla birlikte ruhen başka bir olgunluk görüyoruz sizde… Bu anlamda özellikle Santur üzerinden ne gibi tavsiyelerde bulunmak, seslenmek istersiniz?
Bir anımı paylaşayım sizinle: TRT’de bir kültür programı vardı, alanında uzman isimlerin hazırladığı. Beni de aralarından birinin vesilesiyle programa davet etmişlerdi. Sonra programı yapanlardan biri simamı tanımadığı için “Siz Sedat Beyin şoförü müsünüz?” demişti. Bunu diyen de Yapı Kredi Yayınları’nın şiir editörüydü, siz düşünün. Bunu ayıplamak için söylemiyorum ama benim yaşımda birinin albümü olamaz, Âmak-ı Hayal diye isim koyamaz diye düşünüyorlar. Toplumun kültür adamı dediğimiz kesiminde hâl böyleyse diğer tarafı da siz düşünün. Yani biz burada gençlere sesleniyoruz belki ama Türkiye’de işin başındakiler okumuyor, yazmıyor. Ben de Mustafa Tatcı Hocamla tanıştıktan sonra şöyle diyorum artık, ben sanatı halk için değil Hakk için yapıyorum. Bu bağlam halkı da kapsıyor haliyle. Ama halk için yapsam Hakk’ı bulmam güç olur… Bu yüzden de Hakk izin verdiği müddetçe O’nun için çalışmaya devam edeceğim.