Uğur Sezginer, 1983’ten bu yana Karate ile ilgileniyor. Bugüne kadar milli sporculuk, milli takım antrenörlüğü, federasyon başkan danışmanlığı ve milli takımlardan sorumlu genel menajerlik görevlerinde bulundu. Şu an uluslararası müsabakalarda hakemlik yapıyor ve Merkez Hakem Kurulu’nda görevli. Türkiye Karate Federasyonu için önemli bir isim olan Uğur Sezginer ile Karate’ye dair hoş bir söyleşi yaptık.
Türkiye Karate Federasyonu’nun son yıllardaki başarıları gözardı edilemez nitelikte. Bu başarıları sizden duymak isteriz...
Türkiye Karate Federasyonu 2011 yılından itibaren dünya çapında istikrarlı bir şekilde yeni başarılar elde ediyor. 2011’de 123 altın 103 gümüş 175 bronzla toplamda 401 bir madalya alarak dünya sıralamasında ilk 5’e girdik. Ancak bununla yetinmedik. Federasyonumuzun her bir ferdinin azimli çalışmalarıyla yükseliş devam etti. 2013 yılında dünya sıralamasında ilk 3’te yerimizi aldık. 2015 yılının Aralık ayı itibariyle de Türkiye Karate Federasyonu, hem madalya anlamında hem de kurumsal anlamda dünya birincisi olmayı başardı. Bu bizim için büyük bir iftihardır. Fakat başarıyla iftihar etmek, istikrarı azaltır. Bu her alanda böyledir. Önemli olan o başarıyı muhafaza etmek, yerini koruyabilmektir.
Başarıyı korumak, kurumdan daha çok kişiler için zordur. Madalya alan gençlere rağbet arttığında rehavet oluşabiliyor. Dolayısıyla kurumlar da etkileniyor.
Türkiye Karate Federasyonu, sadece ulusal müsabakalar düzenleyip uluslararası turnuvalar mı düzenliyor?
Derdimiz sadece karate değil. Sosyal faaliyetler sayesinde gençlerin hayat tecrübesi kazanması için onlarla sinema, tiyatro gibi etkinlikler yapıyoruz. Belirli zamanlarda kamplar düzenliyoruz mesela. Kamplarımız sağlıklı ve psikolojik olarak gençleri müsabakalara hazırlıyor. Bu kamplarda gençler liderleriyle bir arada kalıyor. Liderleriyle birlikte spor yapıyor, yemek yiyor, namaz kılıyor. Bu sayede sağlıklı bir etkileşim oluyor. Böylesi birliktelikler, gençlerin manevi anlamda gelişimi için çok önem arz ediyor. Şöyle diyebiliriz: gençlerin kalbine giden yol, spor yapmaktan geçiyor. İlgilenmediğimiz gençler elimizden kayıp gider. Biz gençliği kazanmak için tüm imkanları seferber ediyoruz.
Gençliğin spora bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bununla ilgili tavsiyelerinizi rica ederiz...
Birçok spor dalında ülkemizde imkanlar arttı. Her yere spor kompleksi açıldı, spor akademilerinin sayısı günden güne artıyor. Ancak bugün insanların spordan koptuğunu hissediyorum. Sporu izlemek bile spordan sayılıyor. İlgi azaldı. Sporla ilgilenme amacı da değişti. İnsanlar bir spor kültürü edinmek için ya da sağlıklı yaşamak için spor yapmıyor. Ya zayıflamak için ya da heybetli görünmek için spor yapılmaya başlandı. Bu sporun geleceğini öldürür. Bence herkes kendi istidadı nispetinde bir spor dalı ile ilgilenmeli. Ama zayıflamak ya da kas yapmak için değil. Hem sağlıklı yaşamak hem de o sporun kültüründen istifade etmek için yapmalı. O kültürü hayatının geri kalanına yansıtabilmeli. Bu anlamda söylenecek çok şey var. Ben sporu, gençliği kazanabilmek için güzel bir bahane olarak görüyorum. Gençler asıl maksattan kopmaksızın spora teşvik edilmeli. Gençlerimizi kaybetmek istemiyorsak, bir bahanesini bulup onların ilgilerini çekmeliyiz. Bu anlamda spor da en güzel bahanelerden biridir. Tavsiyelerimi böyle sıralamış olayım...
Böyle güzel bir röportaj için GENÇ Dergi’sine teşekkür ederim. Genç, gençlerin dilinden anlayan ve onların diliyle konuşanilen bir dergi. Sanırım 10. yılında. Nice on yıllar dilerim...