Kenan Evren’i tanıyan erkek öğrenci oranı yüzde 69, kızlarda ise yüzde 88 çıkıyor. Mehmet Akif’i erkeklerin yüzde 51, kızların ise yüzde 61’i tanımıyor.
Haberi duymuşsunuzdur. TÜBİTAK, Antalya’da dört lisede 289 öğrencinin katıldığı bir anket yapmış. Öğrencilere Türk ve dünya tarihinde önemli yer tutan bazı isimlerin fotoğrafları gösterilmiş ve tanıyıp tanımadıkları sorulmuş. Kenan Evren’i tanıyan erkek öğrenci oranı yüzde 69, kızlarda ise yüzde 88 çıkıyor. Günümüz eğitim sisteminin (sistem kelimesi de aşınmış kelimelerden biri, can sıkıyor artık) müsebbibi Kenan Evren darbeden on yıl sonra doğmuş çocuklar tarafından tanınmıyor. Köklü acılar bırakan, sancıları hala devam eden seksen darbesinin şanlı paşasını(!) tanımamak bu yönüyle meselenin ciddiyeti bakımından içler acısı.
Neresinden tutsak dökülüyor. Vatan şairi Mehmet Akif’i erkeklerin yüzde 51, kızların ise yüzde 61’i tanımıyor. Asım’ın Nesli’nden nasıl söz edeceğiz, edilebilir mi?
Oturup esaslıca düşünmek zamanı şimdi. Ama halis bir niyetle ve sonuç almak için. “Gençler de çok apolitik canım!” diyerek meseleyi örtbas etmeyi sağlayan cümleler kurmadan! Memleketimin kahvehanelerinde Atinalı düşünürlere taş çıkartacak seviyede düşünce üreten emekli amcalarım var. Millet olarak genlerimizde mi var bilmiyorum, ancak bir haksız durumu tartışmak için dahi otursak masaya, o durumu haklı çıkartacak ve el altından savunur hale getirecek kadar açı değiştirebiliyor zihnimiz. Bizi aksiyona, pratiğe sevk etmeyecek şeyler hakkında düşünmemiz sadece zihin yorgunluğu ve karmaşayı oluşturuyor. Bunu engellemenin yolu doğru şeyler üzerinde fikir yürütmek ve sonuç almak. Yanlış noktadan çizilen her doğru gittikçe yönünden sapmaya mahkumdur her zaman. Yaşımız, cinsiyetimiz, konumumuz, mesleğimiz ve dahi dünya görüşümüz ne olursa olsun, bu ülkede söz söylemek isteğinde olmalıyız. Kırmadan, incitmeden aynı zamanda incinmeden birilerine sesimizi ulaştırmamız gerekiyor. İdeolojik kamplaşmalar vakit kaybının yanında, bu ülkenin yolunu kapatan nedenlerin başında geldi. Ayrıca misyonun fetişleştirilmesi de söz konusu. Bu konu önemli, ne zaman toplumsal bir misyonun dinamiği oluşsa, zamanla bu misyon aldığı olumsuz tepkilerle ve sistem içerisindeki kısır döngünün baş döndürücü etkisiyle kabuğuna çekilip savunma moduna geçiyor. Stand by konumu yani…
Şapkalarımızı önümüze koyup bir düşünelim. Hangimiz ortaokul ya da liseden mezun olunca vasat da olsa İngilizceyi konuşabilir hale geldi? Edebiyat dersini okuma parçası okuyarak, birkaç kompozisyon yazarak geçirdik. Matematikte kümeler ve çarpım tablosunda kaldık. Çünkü biz bilginin bize ne olursa olsun fayda sağlayacağı konusunda tam kanaate varamadık.
Bu ülkenin okumuş yazmışları, aydınları, şairleri, çarpık bir yapılaşmanın içinde sanat eseri bir mimari oluşturma hayaliyle düşünce dünyalarını boş alanlarda heba ettiler. Kurumsallaştırılmış bilgi bizim zihnimize bir kodlamayla giriyor. Kendi isteğimizle, seçme özgürlüğüne sahip olmadan alınan şey bizde zamanla kaybolmaya, silinmeye mahkumdur. Eğitim meselesi bu ülkenin en başlı üç sorunundan biri, belki ilkidir.
TDK’ya göre “Dejenere” kelimesi; “soysuz, yoz, bozulmuş.” anlamına geliyor. Bu kelimeleri kullanamıyoruz. “Eğitim soysuzlaştı” diyebilir miyiz? Oysa olan bu. “Torna tezgahından çıkan mallara” bakınca bunu görüyoruz. Bir zamanlar bu topraklarda eğitim hayatın bizzat adıymış. En güzel müfredata sahip bir hayat yaşanmış doğu, Anadolu coğrafyasında. Öğrenim ise bugün olduğu gibi sistematik bir sıkıcılıktan, arka planında dayatmacı, pozitivist mantık artıklarının olmadığı bir “düzen içinde özgürlük” ile yüzyıllardır memleket evlatlarına ab-ı hayat sunmuş. Bu ülkenin her geçen gün iyiye, güzele, manevi bir diriliş sürecinin müjdelendiği günlere ulaşacağından, bu süreçte olduğumuzdan kuşkum yok. Madem öyle söyleyelim; bu araştırmanın Antalya’da yapılmış olması sonucun dramatikliğine etki eden bir şey. Ama bizi kurtarmıyor. Biz kimiz? Asım’ın Nesliyiz. Bu dergiyi okuyan her çift gözün bunu doğrulayacağından eminim.
Bu dejenerasyon sürecinden ne şekilde, hangi yolla ve ne kadar zamanda kurtulabiliriz? Bu, sadece bu ülkenin kanaat önderlerinin, yazarlarının, şairlerinin, düşünce adamlarının işi değil. Halkın talep direncini oluşturmasıyla olabilecek bir iş. İşi siyasetçilere bırakmamak yapabileceğimiz ilk iş olarak önümüzde duruyor.