Sema Ayaz
"Bu yazı, GENÇ`teki Yazı Atölyesi köşesinde Metin Karabaşoğlu tarafından `Kasım 2013 Ayın Yazısı Adayı` olarak değerlendirilmiştir."
"Hoş geldin ablam" dedi dört dakikadır önünde beklediğim kapıyı açarken. "hoş bulduk" dedim. Gülümsedim. Oda öyle yaptı. Ellerimdeki poşetlere baktı, gözlerine yansıtmamaya çalışarak gövdesiyle sevindi. Ben basamakları çıkarken oda ardım sıra Allah`a şükranlarını sunuyordu muhtemelen.
Rutubet, karanlık ve soğukla selamlaştıktan sonra, gıcırdayan bir kapı, ılık odanın sıcak yüzlerine açıldı. Yuvarlak, masum, küçük yüzler... Annelerinin eteğinden ayrılmayan bu iki küçüğün çekingenliklerini sıyırmaya çalışırken, bir yandan da %70 ini anlayabildiğim bir muhabbete başlamıştık benden beş yaş büyük beş çocuklu Ayşe`yle. Akşam ezanı okundu, okunacak. Bu vakitler yemek kokar evler. Bu ev kokmuyor. Aşsız akşamların çocuklarından küçük olanı sonunda yanıma yaklaşmaya cesaret ediyor ve eğik başından kalkan bakışları işliyor içime. "Beni sevebilirsin" demenin ifadesi bu. Kollarımı sararken gövdesine, yanağına bastırıyorum yanağımı. Yumuşacık, ılık. Ruhum dalga dalga… Cılız bir sırt, üşümüş bir kulak muhtaç olduğum bir güven, soluk bir huzur armağan ediyor benliğime. Kucağımdan kalktığında geri alacağından habersiz içimde ilkbahara çalan kıpırtıyla mest oluyorum o an.
" Türkçe biliyor musun ?" diyorum.
Evet, anlamında kafa sallıyor.
"Oy Maşallah. Üç yaşında var mı annesi ?"
Bana daha önce duymadığım birkaç kelime sayıp 2011 i ekliyor sonuna.
"Abdulkuddüs mü senin adın ?"
Yine kafa sallıyor.
Ayaklarında çorap yok. Odadaki diğer eski süngerin ucuna ilişmiş, Abdulkuddüs’ ün boylarında, üzerindeki eflatun kadife elbisesi ve küpeleri olmasa, erkek tıraşından dolayı cinsiyetini ayırt etmekte zorlanacağım Fatıma`nın elbisesine beğeniler yağdırıyorum iletişime geçebilme ümidiyle. Mahcup bir edayla gizlemeye çalıştığı gülümsemesinden anlıyorum ki o da Türkçe biliyor. Ayak uçlarıyla, gözlerim arasında gidip gelen ve her yakaladığımda hızla yere inen gülümser bakışların fotoğrafını çekiyor zihnim ben farkında olmadan (gece uyumadan önce yayımlayacağını bilmeden). Her ne kadar konuşturamasam da Abdülkuddüs`-ün kucağıma iyice yerleşmesinden, Fatıma` nın tebessümünden benden hoşlandıklarına inanmak istiyorum. Rutubetin genzimi yakan tesiri azalıyor...
Ayşe çalan kapıya koşarken Fatıma da eş zamanlı fırlayıp yerinden, annesinin peşi sıra çıkıyor odadan. Abdulkuddüs de kalkacak gibi oluyor, iyice sarmalıyorum kendime çekip öpüyorum. Kapı aralığından birbirine pek benzemeyen 8-9 yaşlarında iki çocuk ilişiyor gözüme. Ayşe`nin diğer çocukları bunlar. Okuldan geliyorlar. Çantalarını bırakarak duvar dibine, küçük bedenlerine ağırlık yapan asıl yükten habersiz duyamadığım, duysam da anlayamayacağım ama tahmin edebileceğim bir şeyler mırıldanıyorlar. Okuldan ya da işten gelen her kişinin ilk sorduğu soru olsa gerek, "karnım aç, ne yemek var". Gerçi yabancısı oldukları bir ülkede işsiz bir babanın çocuğu onlar. Soru şöyle de olabilir. "anne bugün yiyecek yemeğimiz var mı? " Ilık (?) odaları soğumasın (bana göre zaten soğuktu) diye konuşmayı fazlaca uzatmadan odaya girip kapıyı örttüklerinde dört çocuğun yüzünde gezinen gözlerimdeki sahte tebessümle örtmeye çalıştım içimdeki dağınıklığı. Bilindik konuşturma cümleleri seslendirirken bile, zihnim sorularını geri çekmedi. Soru içinde soru, hal içinde hal…
Az önce Türkiye`deki sıkıntılardan yaşam şartlarının zorluğundan bahsederken Ayşe, "Peki o zaman neden Türkiye`ye geldiniz" diye sormuştum tamamen merakımdan. Kurduğu cümleleri özetleyen "Ölmemek için buraya gelebilecek kadar paramız vardı" cümlesinin üzerine konuyu değiştirmiştim hemen. Şimdi konusu "hayat, insanlık, komşuluk", konuşmacısı olmayan bu odada konuyu değiştirmek ya da konudan sıyrılmak, dışına çıkmak, düşünmek, kaçmak ya da siz adına her ne derseniz onu yapmak için ayağa kalkıp onları "Allah’a emanet edip" çıkmaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Çıkarken duvar dibindeki o eski iki çanta ilişti gözüme. Tıpkı onlar gibi benimde şimdi bedenimin taşıdığından çok daha ağır bir çanta vardı ruhumun omuzlarında.
"Çantamı aldım koluma, çıktım hayat yoluna,
Ben bir huzur beklerken, hüzün girdi koluma"