Biriyle neden beraber olduğumuzu açıklama ihtiyacı, gösterdiğimiz insanların yakışıklı ya da güzel olması gerektiği gibi fonda işleyip hiç fark etmediğimiz dürtüler taşıyoruz. Yediğimiz güzel yemek, yanımızdaki güzel insanlar, yaptığımız güzel işler eşliğinde kendimizi gösteriyoruz. İyiyim, varım, seviliyorum, başardım demek istiyoruz. Eğer bu isteğimiz ailede ve kendi içimizde tatmin edilmiyorsa dışarıdan onay almaya, görünmeye, takdir edilmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Sosyal medyada ziyadesiyle aktif, düzene uymuş, görünmeye alışkın biri olarak yazıyorum bu satırları. Neyi neden gösterdiğimi, paylaşma ihtiyacımın neyden kaynaklandığını ara ara kendime sorup durduğum için, bahsedeceğim şeyler yeni değil. İlk zamanlar bir fotoğraf paylaşırken anı ölümsüzleştirmek derdinde olduğumu, evdeki fotoğraf albümleri gibi kendime ileriki zamanlar için hatıralar bıraktığımı düşünüyordum.
Daha sonra, yirmi dört saat içerisinde kaybolan içerikleri paylaşma özelliği ile beraber buna da uyum sağlayınca, senelerce kendimi kandırdığımı fark ettim. Kaybolacağını bilerek yaptığım bir paylaşımın arkasındaki sebep kendime hatıra bırakmak, anı ölümsüzleştirmek veya buna benzer anlamlı bir şey olamazdı çünkü. Ama göstermek, görülmek ihtiyacından kaynaklandığını kabul etmeyi de çok içime sindiremediğimden, bu defa o anı ya da görseli ya da her ne ise onu, hafızama kazımak üzere dijitale aktardığım düşüncesine tutundum.
Neden sonra her şeyi olduğu gibi kabullenmeye başladığım bir dönem, paylaşma dürtüsünün görünmek ve görünür olmakla ilgili olduğunu sindirdim. Fakat burada hâlâ kendime sorup durduğum başka sorular var:
• İnsan neden görünmek ister?
• Görülmek, var olduğunu hissetmenin bir yolu mudur?
• İnsan var olduğunu, gerçekten var olduğunu, nasıl anlar?
Dostlarımızla beraber çektirdiğimiz bir fotoğrafı paylaşırken o ortama ne kadar ait olduğumuzu durup düşünmeyiz. Çünkü durup düşününce, dost meclislerinin her zaman sandığımız anlamı taşımadığı gerçeğiyle yüzleşme ihtimali vardır.
Birini onu çok özlediğimizden mi görmek isteriz mesela, yoksa yalnız kalmaya dayanamadığımız için mi? Onları, beraber olduğumuz insanları görünür kılmak yeterince kurcaladığımızda karışık bir iş. Kendimize “o gün şöyle güzeldi, böyle böyle yapmıştık” demek için mi fotoğraf paylaşıyoruz yoksa birilerine “benim de dostum/dostlarım var, ben de seviliyorum” demek için mi? İnsanın sevgiyle yaşadığını ve ancak kendini seviliyor hissettiği zamanlar hayatında nefes alıp vermekten öteye geçebildiğini biliyorum. Hâlâ birilerinin attığı “özledim, görüşelim mi, bize gelsene” gibi mesajların içimi huzurla doldurması bundan.
İnsanın sevildiğini bilme, sevildiğini kendine ve başkalarına ispatlama ihtiyacı olduğunu işte bütün bunları beraber düşünürken fark ediyorum. Tüm o yemeklerin, gezmelerin, fotoğrafların aslında birilerini ve daha çok kendimizi sevildiğimize ikna etmek için var olduğunu ve paylaşıldığını, belki biraz abartarak, böylece iddia ediyorum. Arkadaşını takdim ederken mesleğinden, yeteneklerinden, başarılarından bahseden insanları hem hayatımda hem de dışarıda görmem, bu fikrimi destekliyor. Kendimizi iyi ve başarılı hissetmek için de etrafımızı kullanıyoruz.
Biriyle neden beraber olduğumuzu açıklama ihtiyacı, gösterdiğimiz insanların yakışıklı ya da güzel olması gerektiği gibi fonda işleyip hiç fark etmediğimiz dürtüler taşıyoruz. Yediğimiz güzel yemek, yanımızdaki güzel insanlar, yaptığımız güzel işler eşliğinde kendimizi gösteriyoruz. İyiyim, varım, seviliyorum, başardım demek istiyoruz. Eğer bu isteğimiz ailede ve kendi içimizde tatmin edilmiyorsa dışarıdan onay almaya, görünmeye, takdir edilmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Kendimizle bağımız ne kadar zayıfsa, o kadar dışa yöneliyoruz. En azından ben böyle düşünüyorum şu günlerde. Mesela yazıyorum, kenarda bir yerde fotoğrafım da var. Beni okuyun, görün, bilin istiyorum. Bu kötü mü, kötü ise ne kadar kötü bilmiyorum. Sadece aklıma “Ben bilinmeyen bir hazine idim, bilinmek için kâinatı yarattım.” kutsî hadisi geliyor. Belki yüce yaratıcının nefesiyle var olduğumuz için, sadece bilinmek istiyoruz da hazinemiz, kumbaramız, elimizdeki bu kadar?