Bizim mahalleye yakın bir yerde, köşede oturmuş sohbet eden yaşıtım üç-dört çocukla karşılaştım. Bir an göz göze geldik. Bana bakan çocuklardan bir tanesi oturduğu duvar kenarından hızlıca atlayarak, bizim mahallenin konuşma adabı ile “Anaaa, Japon la bu bebe!” deyivermez mi, neye uğradığımı şaşırmıştım. Akabinde verdiğim tepkiye de kahkaha atarak cevap vermeleri iyice sinirlerimi bozmuştu.
Çok uzun zamandır haberler dışında bir televizyon programı takip etmemiş biri olarak, geçenlerde TRT ile gençlerimizin beklentilerine yönelik yaptığımız mülakat benim bu konuda farkındalık düzeyimi oldukça etkilemiş oldu. Mesela bu vesile ile haberdar oldum bazı popüler dizilerden. Aslında çok da hoşuma gitti bu çalışma; zira hem farklı kesimlerden gençlerle hem de gençlik alanında çalışan kişi ve kurumlarla gelecek döneme ilişkin yapmayı planladıkları proje ve beklentileri istişare etmekteler. Bu istişareler neticesinde de yayın politikalarını tekrar gözden geçireceklerini belirttiler. Ben de bu oldukça anlamlı çalışmaya destek vermek adına içimden geldiği gibi tüm açıklığı ile aktardım düşüncelerimi. Hayata ne kadar geçer bilmiyorum ama bu çabayı takdir etmemem mümkün değil doğrusu.
Bu görüşme esnasında üzerinde durduğumuz meselelerden birisi de tarih dizileriydi. Örneğin bu meşhur birkaç dizi vasıtasıyla gençlerin tarihe olan ilgilerinin nasıl arttığından dem vuruldu. Bana da oldukça makul geldi bu önerme. Zira benim dönemimin en meşhur dizilerinden biri olan “Deli Yürek” vizyonda iken hepimiz uzun siyah paltolar giyerdik ve hayatımıza yön verebilecek bir “Kuşçu” arardık. O sebeple bugünlerde Osmanlı ve Selçuklu tarihini anlatan dönem dizilerinin başarısını ve etki düzeyini tahmin edebiliyorum. Her ne kadar tarih dizisi olması hasebiyle kılık kıyafetlere bir etkisi olmasa da, duygu ve düşünce dünyalarına çokça etkisi olabileceğini düşünüyorum. Bu sebeple bence yakın döneme ilişkin ya da güncel zamanı içeren, değerleri de insanların gözlerin içine sokmadan ama ilmek ilmek işleyebilecek çalışmalar yapmak gerek belki de.
Bu düşüncelerle aynanın karşısında yüzümü yıkarken birden gözlerimin çekikliği, tıpkı çocukluğumdaki gibi dikkatimi çekti. Elimle bir sağa bir sola çekiştirdim gözlerimi. “Keşke eskiden de bu ve benzeri diziler olsaydı da gözlerimin çekikliği ile kafa bulmaya çalışanlara azıcık hava atsaydım.” diye düşünmeden edemedim. Zira o dönemlerde “Dedelerimiz hep çekik gözlüydü!” önermesine sığınırdım çokça. Gerçekten öyle miydi bilmiyorum ama o dönem canımı sıkardı bu sözler. Şimdi tarih dizileri, çekik gözler falan demişken aklıma çokça güldüğüm o gün geldi:
Hatırlar mısınız bilmiyorum ama eskiden her 23 Nisan’da farklı ülkelerden gelen çocuklar ve gençler, belirlenen okullarda gönüllü olan ailelere misafir olarak verilirdi. 23 Nisan gösterilerine katılırlar ve takriben öncesi de dâhil 3-5 gün misafir edilirlerdi. Bu süre zarfında kültürel etkileşimlerin yaşanması da amaçlanırdı. Şimdi sanırım böyle bir uygulama yok, varsa da gelen misafirler otellerde konaklatılıyordur herhalde. Belki o dönemde bu kadar fazla imkâna sahip olmadığımız için yapılırdı bu uygulama, emin değilim. Doğruluğunu ya da yanlışlığını da konu etmiyorum, sadece durumu özetlemek adına belirttim bu detayları.
İşte yine böyle bir 23 Nisan günü okuldaki törenlere katılmıştık arkadaşlarımızla. Farklı ülkelerden gelen çocukları izlemiş, keşke biz de eve misafir ..................................................................