
Bu ayakkabıyı giyenler yazarken –de- leri ayıramıyor
Şu ayakkabıyı giyenler ise şiir okuyor ve yazıyor.
(Kıytırık dizilerden birinde geçen sağlam bir replik)
Ayakkabılarım yine su alıyor. Yılın ilk yağmurunda sinüzitimi azdırmak pahasına da olsa yollarda yürümek istedim ama denemedim, ayakkabılarıma güvenemedim. Hayatımda bir kez marka ayakkabı giyecek oldum (onu da kendim almamıştım) ve giydiğim gün camide çaldırdım. İnsan sinirleniyor böyle şeylerin camilerde yapılmasından ötürü. Fakat ne kanunlarımız bunları caydırıcı nitelikte ne de gelir seviyelerimiz bunlara muhtaç bırakmayacak mertebede. Ama böyle şeyleri yaşadıkça camiye ilgim artıyor. Bayramdan bayrama cumadan cumaya yoluna düştüğümüz camilerde bu tip vakalar oluyor diye kızamıyorum. Biliyorum herkes her vakit camiye gitse bu tür olaylar olmayacak. Ben ayakkabıma güvenemiyorum yağmur yağar su alır diyorum, sen ayakkabıma çamur sıçrar fiyakası bozulur diyorsun, o marka ayakkabımı çaldırırım endişesinde o halde kim gidecek camiye?
Ben Genç Dergi yazarıyım benim bütün namazlarım kılınmış, çocukken abdest kazanına düşmüşüm her zaman abdestliyim. Tebliğ yapıyorum, telif alıyorum; yazarken –de-leri ayırıyor, yaşarken –dede--leri camiye gönderiyorum. Kulaklığımdan sesi gelen şarkıların içinde Allah, maşallah, maazallah sözcükleri geçtiğinde ibadet huşusuna bürünüyorum, oh buna da şükür diyorum. İzlediğim filmlerde dizilerde bir iki Mevlana sözü geçiyor ya da başroldeki oyuncunun bir gün haber7 de “O da Müslüman” oldu başlığıyla haberi çıkabiliyor. Odamın içinde hayal kuruyorum aniden ayağa kalkıyor sağa sola üç beş adım attıktan sonra ancak kendimi kontrol edebiliyorum. Hayallerimde Filistin’i burnum kanamadan kurtarıyorum, Irak’a özgürlük İran’a demokrasi ve sünniliği götürüyorum. Bütün İsraillileri o koca gemilerine bindirip Hayfa limanından Antartika’ya sürüyorum, sizin vaat edilmiş toprağınız buzdan ibaret diyorum. Sonra kendimle gurur duyup yeni bir cocacola açarak yudumluyorum. Nokia telefonum çalıyor. Mübarek Obama telefonun diğer tarafında “Hacı abi bitirmişsin olayı” diyor. Evet diyorum sıra sizde -siz kirli beyazlarda.- Afrika’ya gözünüzü diktiğinizin farkındayım. Somali’deki korsanları bahane edip Afrika’ya yeniden güvenlik özgürlük götüreceksiniz, karşılığında biraz elmas, biraz altın, biraz doğalgaz, biraz yeni enerji kaynakları, biraz da köle alacaksınız. Ben de yıllarca yeni hayallerimde Afrikalıları sizin elinizden kurtarmayı planlayacağım. Hâlbuki kendimi attığım ateşin farkında olamadan hayallerin sonunda bulacağım ruhumu.
Sen farklı birisin. Farkının farkına varmışsın. Duruşun, tipin, yürüyüşün, ayakkabıların (kramponların) farklı. Sen “Allah Peygamber Fener” dedikçe ben cahiliyede kalmışçasına “Lat, Menat, Uzza ve Fener ve Cimbom” diyorum mesela. Gülüyorsun bana, kızıyorsun bana, masanda duran malbora cigaranı tüttürüp yüzüme üflüyorsun. Dumanına tahammülüm var. Bir şiir yakıyorsun ardından kibrit alevinin. Duygusal şiirin kızları etkiliyor, beni hiç mi hiç etkilemese de tevazu olsun diye etkilenmiş gibi görüneceğim. Bakışların Polat Alemdar’ın Alpacino’yu taklit ettiği öfkeli fal taşı kıvamında. Birazdan izlediğin dizideki sakallı biri, dini hikâyeler anlatacak onlardan feyiz alıp bana caka satacaksın. Bak buna tahammülüm yok işte. Ben o sakallının rol yapmadığı halini de görmüşüm. Elinde Nargile tavla oynuyor tanınmayayım diye sindiği köşesinde. Tutma beni patlayacağım yüzüne. Hayır, ilgilendirmiyor beni boş zamanlarında gitar çaldığın, şarkı türkü okuduğun, edebiyat parçaladığın. Bak patlıyorum, glock marka silah gibiyim sessiz ve derinden göstere göstere kuruyorum cümlelerimi. “Senin tanrılarına, senin gözlerini şiirle kanattığın kadınlarına, kurduğun sokak ağızlı fiyakalı cümlelerine...” İlahlarına küfretmeyin diyor kitapta. Etmiyorum…
O, zülüm altında şarkısını söylüyor, elinde sigara Ramallah sokaklarında. Şarkılarında küfür var. Üçte birinde zulme zalimlere küfrediyor, üçte birinde kendi arkadaşlarına küfrediyor, üçte birinde ise farkında olmadan küfre giriyor. Bindiği üstü açık Amerikan arabalarıyla İsrail’den Filistin’in kaybettiği tüm toprakları geri alacağını vaat ediyor. Vaat edilmiş topraklar sınıfı genişlemiyor tersine giriftleşiyor. İçtiği cocacola kutularını biriktiriyor. Hayır depozito filan aldığı yok. Laf olsun diye biriktiriyor. Laf da oluyor hani en azından biz bahsediyoruz işte.
Onun saçları uzundur, farkında olmadan sünnete uygundur. Siyah beyaz şapkasını yan giyer, Filistin poşusu şapkanın altında sırıtmaz. Kudüs’te çocukları gaza getiren şarkılarını bağıra çağıra okurken sigara ağzındadır hala. “Koşun çocuklar koşun “yehud” dediğiniz kuşları Gazeteci El Zeydi’nin ayakkabılarıyla vurun. Sizlere o ayakkabıların aynısından yüzlerce yaptıracağım.” Sözleri ağlama duvarında yankılanır hala.
Sen, pardösüsü ayakkabılarını kapatan bir ablasın bu sefer (bu seferde). Fotoğraf çektirirken hep sırtın dönüktür deklanşöre. Senin resmini Naci el Ali çizemez. Çünkü sen Hanzala gibi bir tane değilsin. Senin gibi milyonlarcası var. Yüzünü dönsen siyaset olacak dönmezsen cehalet. Bu kepli fotoğrafta yerin yok diyecekler sana “Boşver takma kafana”. Dur ama dur! Tak hep tak. Kafanda, başında, aklında bulunsun hep. Senin silahın da odur belki. X-ray cihazlarında ötmeyen, herkesçe görülebilen bir silah.
Sen El Zeydi’nin eylemini destekleyemezsin. Çünkü bu, emperyalizme karşı bir eylemdir. Sen ne anlarsın emperyalizmden? O bir özgürlük arayışıdır, senin ne özgürlük hakkın olabilir ki?
Ben, ayakkabıları su almayan biriyim bu sefer (bu seferde). Sağlam ve deriden ayakkabılar giyiyorum. Bu ayakkabıları fırlatacağım yüzlerine. Kuşlara kıyıp da avlayamam fakat bir çift ayakkabıyla bir Bush vurabilirim. Böylece hayallerimin üçte biri gerçekleşmiş olur.
Genç sivillerin yeni maskotu converse marka ayakkabılar değil El Zeydi’nin ayakkabıları olacak şüphesiz. Cennetin Çocukları filminin İran ve Kore versiyonundan sonra Irak versiyonu çekilirse El Zeydi’nin ayakkabıları için okullar arası koşu yarışı düzenlenecek. NBA’de oynayan Müslüman basketbolcular maçlara El Zeydi’nin ayakkabılarıyla çıkacak. Kanute, Anelka, Riberi, Benzema, Müslümano Ronaldo hep birlikte Zeydi marka ayakkabılarını şeref tribünlerine fırlatacaklar.
O, sen ve ben. Her ne kadar hatalarımız olsa da zulme göz yumamayız elimizden ayakkabımızdan geldiğince tepkimizi koyabiliriz. Hata bildiklerimizi azaltma yolunda düşünmeli ve hareket etmeliyiz. Artık yazarken –de-leri ayırmaya dikkat ettiğimiz kadar adımlarımızın bizi götürdüğü mekânlara da dikkat etmeliyiz.