
Tek dişi kalmış medeniyetin kendi savunduğu medeniyet olmadığını, medeni olma halinin aslında modern olmayla aynı kefede tartıldığını görebiliyordu.
Dünya, batıdan doğuya dönüyor döndürüyor. Geceyi gözleriyle karartan Mücteba, ılık ve zifiri gecelerin gam götürdüğünü görüyor. Pencereleri ardına kadar açmasa, perdelerin rengi beyaz olmasa, ay olmasa, güneş olmasa zamansız yaşayacak zaman olmasa. Ah o duvarları, çiçek resimleriyle donattı boy boy, gül, kasımpatı, leylak ve şebboy.
Bir ressamdı Mücteba. Şiir tadında resim yapar, resim tadıyla yaşardı. Ressam dediğimize bakmayın üniversitenin resim bölümünde son sınıf öğrencisiydi. Tüm son sınıf öğrencileri gibi mezuniyet heyecanı onu da sarmış olsa da o, mezun olmanın ne demek olduğunu kavrayamadığını düşünüyor, düşündürtüyordu.
Bir okuldan mezun oluyordu olmasına lakin o kadar yıl okul okuyarak elde ettiği belge ressamlık belgesiyse aynı belge ve unvan patentli cani Adolf Hitler’de de vardı. Mezun olmanın esprisi birçok dersi okuyup sınavlarını geçmek ise gördüğü derslerin çoğu hayatında hiçbir zaman karşısına çıkmayacaktı bunun da farkındaydı. Aynı mesleğe sahip olacak bir dizi arkadaş/meslektaş edinmiş olacaktı belki ama bu insanlardan da pek haz aldığı söylenemezdi. Şimdi o insanlar okul bitiyor diye mezuniyet balosu düzenliyordu. Baloya kendisini de davet etmişlerdi ama gitme ihtimali gerçekten çok düşüktü.
Resim sergilerinde, galeri açılışlarında kokteyllere katılmıştı (katılmak zorunda kalmıştı). İnsanların, böylesine ortamlardaki gerçek dışı, riyakâr tavırları, birbirlerini ezmek için düştükleri durumlar Mücteba’yı insanlardan oldukça soğutur, kaçmayı uzaklaşmayı öğütleyen bir ses duymuşçasına irkilmesine vesile oluverirdi. Mezuniyet balosu da böylesine kokteyllere cafcaflı buluşmalara benziyordu. Sınıf arkadaşları kendilerine en çok yakıştığını düşündükleri kıyafetleri, birçok insanın hayati gereksinimleri için bile bulamayacakları paralar vererek alıp giyecekti. Lüks bir eğlence kulübü mezuniyet balosu için kapatılacak, herkes çiftler halinde gelecekti. Sırf mezuniyet balosuna yalnız gelmemek için ne kadar gereksiz muhabbetler, gerçekdışı ilişkiler kurulacaktı. Bu baloya kendisiyle katılması için ne kadar bayan sınıf arkadaşı teklifte bulunmuştu. Onun okul hayatı boyunca duruşu, karakteri, olaylara yaklaşımı nerdeyse hiç hesaba katılmamış hatta kasıtlı olarak çiğnenmişti.
Tek dişi kalmış medeniyetin kendi savunduğu medeniyet olmadığını, medeni olma halinin aslında modern olmayla aynı kefede tartıldığını görebiliyordu. Bugün Mücteba’nın savunduğu medeniyet, onun münzevileşmesine, dünyadan el etek çekmesine vesile olacaksa o da doğru bir medeniyet olamazdı. Batısıyla doğusuyla batıyor dediğimiz medeniyeti ayakta tutanlar arasına karışmak istiyordu. Bu mezuniyet balosu onu okul hayatı boyunca anlamayan arkadaşlarına posta koymak için iyi bir fırsat olabilirdi aslında. Gidip yemek esnasında mikrofonu eline alacak, konuşacak ve derdini anlatacaktı.
Okul arkadaşlarınca huysuz, geçimsiz, dünyaya at gözlükleriyle bakan birisi olarak görüldüğünün farkındaydı. Böylesine dikkat çekici bir programda çıkıp arkadaşlarını uyarması ne kadar etkileyecekti onları? Onun böyle bir çıkışı kimseyi şaşırtmaz tersine birilerini öfkelendirebilirdi. Mikrofonu eline alıp insanlara sesini duyurmaktan vazgeçti. Bir şeyler yapma isteği olmasına rağmen parlak bir fikir gelmiyordu aklına. Canı sıkılıyor, odasında volta atıyor bir türlü yapması gerekeni bulamıyordu. Vaktin de daraldığını fark etti.
Ne bir batılı gibi tamamen dünyaya adamalıydı kendisini, ne de her şeyden el etek çeken kendisini bir dağa kapatan doğulu olmak istiyordu. Mezuniyet balosuna gidecekti gitmesine ama içki içilen sofralara arkadaşlarının hatırına da olsa oturmamalıydı, onca insanın sırf dört yıllık okulu bitirdi diye sabaha kadar dans etmesine de şahit olmak istemiyordu. Düşüncelerinin karmaşıklaşması izafiyetin aksine zamanı da su gibi tüketiyordu.
Çiçek resimleriyle donattığı evinden çıktı, mezuniyet balosunun gerçekleştirileceği kulübe gidiyordu. Giydiği elbiseleri, saçı, başı görünümü mezuniyet balosuna asla uygun durmadı gözüne, yol üzeri bir giyim mağazasına uğramak aklına geldi. Mağazadan içeriye daldı aceleyle. Beyaz renkli bir takım elbise almayı düşünüyordu. Neden beyaz, niye beyaz hiç içgüdüsüne itiraz etmedi. Çorabından papyonuna kadar beyaza büründü. Mağazadan çıktı yoluna devam ediyordu biraz daha hızlı adımlarla.
Düşünceleri beynini rahat bırakmıyor fakat yol boyunca bir işaret arıyordu gökyüzünde. Yeryüzünde karşısına gelen her şeyden bu sıkıntısını çözebilecek bir ipucu bekliyordu adeta. Sıkıntılar içinde, dalgın adımlarla yürüyerek tam mezuniyet balosunun gerçekleştirileceği eğlence kulübünün önüne gelmişti ki aynı caddeye giren motosikletinin gazına sonuna kadar yüklenmiş bir sürücü onun bulunduğu kaldırıma çıktı. Fakat hiçbir şekilde hızını kesmiyor, inatla beyaz takım elbiseli vatandaşın kenara çekilmesini bekliyordu. Kafası son derece dalgın olan Mücteba ise motoru ve düdük sesini hiç fark etmediği için ne kenara çekiliyor ne de her hangi bir yere dönme çabası içine giriyordu. Motosikletli sürücü, fren yapmasına rağmen ulaştığı hızın çarpışmaya engel olamayacağını bildiği için kendisini motorundan aşağıya attı, en fazlası yaralanırdı. Birkaç takla ve yuvarlanmadan sonra illaki dururdu zaten kaskı dizlikleri vardı. Sürücüsünden kurtulan motor sağ yöne eğilmiş vaziyette beyaz takım elbiseli Mücteba’nın arkasından çarptı. Motosikletle birlikte Mücteba sürüklenmeye başladı. Mücteba ve motosiklet birlikte adeta alev topu haline gelmiş vaziyette 20 metre sürüklendi. Sürüklenme esnasında kaldırımdaki birkaç tabela vesaire bu kazadan nasibini almıştı ama asıl feci halde olan Mücteba idi.
Tam mezuniyet balosunun başlayacağı sırada tüm mezunlar salonu doldurmuşken dışarıdan gelen bir gürültüye kimse duyarsız kalamadı. Kulüpteki herkes dışarı fırladı. Kulüpten çıkanlar öncelikle kapının hemen yanında yatan ve başına birkaç kişinin toplandığı motosiklet sürücüsünü gördüler. Motosikletli yaralıydı ama yaşıyordu. Asıl büyük kalabalık yaklaşık 20 metre ilerde toplanmıştı. Kulüpten çıkanlar hemen oraya koştu. Kalabalığın arasından sıyrılıp olay mahallini görenlerden birisi de Mücteba’nın sınıf arkadaşlarından biriydi. Kızcağız, kanlar içinde bembeyaz elbisesiyle yatmakta olan delikanlıyı ilk anda tanıyamadı. Dikkatli bakınca anlamıştı onun sınıf arkadaşı olan Mücteba olduğunu. Feryadı basmasıyla birlikte olay yerindeki tüm arkadaşları kazayı geçirenin kendilerinden biri olduğunu anlamıştı. Yaklaşınca hepsi fark ettiler kanlar içinde yatanın Mücteba olduğunu. Mücteba’nın ölümü oradaki herkesin hayatları boyunca zihinlerinden çıkmayacak bir resim karesiydi artık. Çağrılan ambülâns gelmişti ama Mücteba çoktan ruhunu teslim etmiş, mezun olmuştu bu hayattan.
Mezuniyet balosu iptal olmuştu. Herkese hakiki mezuniyetin ne olduğu konusu üzerinde düşünmeleri için zaman verilmişti şimdi. Kalan ömürleri boyunca peşinden koştukları şeyi elde ettikleri zaman onun mutluluğunu asla çılgınca kutlayamayacaklardı artık. Mücteba’nın ölümü onlara çok şey öğretmişti. İptal olan balo tekrar yapılmadı. Kimse içki içmedi diplomayı hak ettiği için, kimse dans etmedi, kimse diplomasını bile almaya vaktinde gitmedi, kep töreninde saygı duruşu yapıldı, kepler havaya atılmadı. Törenden sonra hocalarla birlikte Mücteba’nın kabrine gidildi. Mücteba’nın mezar taşı gayet sadeydi hiç bir ressamın mezar taşıymış gibi durmuyordu fakat taşın üzerinde,
Âlemin resmini yaptı gitti,
Nadanların dimağını yaktı gitti
Ak bir nehir gibi aktı gitti
Şu cihana bir baktı gitti
dörtlüğünü okuyunca hocalar bile etkilendi. Eh işte dünya batıdan doğuya dönüyor döndürüyordu. Bunu bilmek yeterliydi…