
Bir şeyi sevdiğimiz zaman; o şey bize nedense sevmediğimiz zamanlardakine kıyasla inanılmaz ölçüde güzel görünür ya. İşte bunun sebebi, sevme dediğimiz hâle geçtiğimizde; “bizim için” o şeyin hakikatini çevreleyen duvarların; bir şekilde zayıflamasından, incelmesindendir.
Bir De Benim Gözümle…
Hani; Harun Reşit, Mecnun’un aşık olduğu Leyla’yı sokakta görmüş de; saraya döndüğünde Mecnun’u çağırıp sormuş ya: “Leyla Leyla diye yanıp tutuştuğun kız bu muydu? Bugün onu gördüm sokakta: Kara-kuru, cılız bir şey. Sen onun nesine vuruldun? ” Mecnun cevap vermiş: “Sen O’nu bir de benim gözümle gör...”
Hiç kafa yordunuz mu bilmem: İnsan birisini severken nasıl olur da en güzelinin kendi sevdiği olduğunu sanır? Oysa aşığı hariç; söz konusu maşuk, hemen herkesin gözünde gayet ortalama hatta ortalamanın da gerisinde bir güzelliğe ve sevilebilirliğe sahiptir genellikle. Ben çok yordum. Muhtelif cevaplar da buldum. Lakin içinde Allah’ın olmadığı bütün denklemler eksik: Cevaplarsa yanlış.
Aşk Bir Letafet Halidir
Şöyle çözdüm sonunda: Aşk aslında bir letafet (yazar burada incelik anlamında kullanıyor kelimeyi) hâli. Yani; bir şeyi sevdiğimiz zaman; o şey bize nedense sevmediğimiz zamanlardakine kıyasla inanılmaz ölçüde güzel görünür ya. İşte bunun sebebi, sevme dediğimiz hâle geçtiğimizde; “bizim için” o şeyin hakikatini çevreleyen duvarların; bir şekilde zayıflamasından, incelmesindendir. Böylelikle o şeyde, normal zamanlarda görmediğimiz bir güzellik, çekicilik görürüz. Bu; aslında o şeyin kendi güzelliği değildir. Hakikati olan Allah’ın güzelliğidir. Sevmeye başlamamız; farkında olarak veya olmayarak bunu algılamaya başlamamızın doğal sonucudur. Becerebilsek de her şeyin çevresindeki bütün o perdeyi inceltebilsek veya tamamen kaldırabilsek, her şeye ama her şeye aynı şekilde âşık oluruz. Ama genelde tek objeye takılı kaldığımız için sevdiklerimiz putlarımız oluveriyor. Oysa asıl yapmamız gereken; darbeleri duvarın en zayıf noktasına vurmak: Her neyi seviyorsak artık; onun çevresindeki incelmeden faydalanarak, hakikatiyle aramızdaki duvarı çatlatmak, açılan yarığa elimiz sokmak, gerekirse parça parça kırmak, nihayetinde yerle bir etmekten ibaret. Sanıyorum ki o zaman; hakiki güzelliği, bütün halinde görme şansına sahip olabileceğiz. Bu güzel bir yol.
Bilmediğini Göremezsin
Bir akşam vakti; yemekteydim. İlgilenmiyordum ama televizyon açıktı. Bu yüzden; şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir programdan kulağıma ilginç bir söz çalındı. Alman atasözü: “Bilmediğini göremezsin”. Kaşığımdaki lokmayı ağzıma atmadan önce gayri ihtiyari şu sözler döküldü dudaklarımdan: “Demek bütün o –tasavvufi- eğitim sürecinde Allah hakkında verilen –teorik- bilgilerin amacı bu: Görebilmemiz için yani…” Yüksek sesle düşündüğümün farkında değildim. Arkadaşım: “Hemen oraya nasıl bağladın?!” diye sordu. Bir yere bağladığım falan yoktu. Tasavvufi eğitim süreç ve yöntemleriyle ilgili olarak kafamda uzunca bir süredir yerine birleştirmeye çalıştığım yapbozun eksik bir parçası yerine oturmuştu sadece.
Tanımlamak Sınırlamaktır
Evet: Bütün o tasavvufi eğitim süreci içerisinde Allah’ı tanımamız, nihayetinde de onunla müşerref olmamız amacıyla Allah ve O’nun sıfatları hakkında pek çok bilgi veriliyor bize. Bu, her ne kadar tartışmasız; doğru bir yöntem olsa da: Eksik... Eksik çünkü: Allah tanımlanamaz. Sadece biraz tarif edilebilir. Çünkü bir şeyi tanımlamak; onu sınırlamaktır. Böyle bir durumda; tanımlanabilen bir ilah, ilahlık sıfatını kaybeder. Söz konusu tanım, ne kadar geniş olursa olsun; bir sınır teşkil ettiği için Allah’ın sonsuz ve sınırsız olma özelliğiyle çelişir. Bu sebeple Allah’la ilgili olarak yapılan bütün tanımlamalar ve öne sürülen sıfatlar, sadece konu biraz akla yaklaşsın diye yapılan eksik tariflerden ibarettir sonucuna varıyorum ben. Eksik ama gerekli…
Şükür Takdirdir
Bir ayette “… şükredesiniz diye size kalpler, gözler ve kulaklar verdi...” (Nahl: 78) diye bir ifadeye rastladım. Üzerinde uzun uzun düşündüm: Teşekkürle; gözün, kulağın, kalbin ne ilgisi var da Allah böyle söylüyor?! Buradan hareketle şükrün aslında; çoğunlukla zannettiğimiz gibi teşekkür anlamına gelen bir kavram olmadığı sonucuna ulaştım. Ayette Allah, algı organlarımızı şükür kavramıyla bağlantılı olarak kullanıyor ki birbirleriyle yakından ilgililer demektir bu. Göz, kulak ve kalp: Algılama ve analiz yapmakta kullandığımız araçlar. Göz ve kulakla (ve diğer duyu organlarımızla) algıladıklarımızı, kalbimizi (aklımızı) kullanarak değerlendiriyor ve o algıladığımız şey her neyse; faydası veya zararına göre değerini takdir ediyoruz. Yani bütün mesele; değerlendirme ve takdir etmekte. Yani şükür, kuru teşekkürden ziyade; akıl ve algılamanın ön planda olduğu, tamamen farkındalıkla ilgili, entelektüel bir süreç. Özetlemek gerekirse; diyebiliriz ki: Şükür takdirdir…