Ayşe D. Şahinboy
Türk izleyicisi sanıldığı gibi her şeyi neşeli günler kıvamında değerlendirmemektedir. Artık sinema konusunda ciddi bir izleyici profili oluşmuştur ve seçici davranılmaktadır. Bu bağlamda korku türünde yapılan çalışmaların cinleri kullanırken de, aralık kalmış bir kapının ardındakinin ne olduğunu düşündürürken de inandırıcı olması gerekmektedir.
- Şişedeki su ne?
- Zemzem suyu
- Ne yapacaksın onu?
- Bekle görürsün
Bu diyalogların ardından Agâh Hün zemzem suyunu şeytanın üzerine döker. Ve şeytan çıldırmışçasına sağa sola kendini vurur. Romantik aşk filmlerinden bir türlü sıra gelmeyen gerilim ve korku yapıtlarından en akılda kalanı şeytan, 1974 yılında Metin Erksan tarafından çekildi. Cihan Ünal`ın bir hayli genç olduğu dönemlerde çekilen bu filmde, bir sahnede Ünal şeytanla röportaj bile yapıyor. Korku filmlerinde izleyenleri dehşete düşüren efektlerde henüz o yıllarda gelişmemiş durumda. Lakin batılı özentisinin korku filmlerinde yoğun olarak görüldüğü karakterlerin aksine oyuncular daha inandırıcı. Giovanni Scognomillo, `şeytan` filminin eksikleri olmasına rağmen türün gelişmesi açısından da önemli olduğunu vurguluyor: "Türkiye`de yeteri kadar korku filmi çekilmedi. Aslında birçok türde ürün ortaya çıkartan Türk sineması korkudan hep uzak kaldı. Türk sinema tarihinde iki korku filminden bahsedebiliriz, bunlar; `Drakula İstanbul`da` ve `şeytan` filmidir” der ve bu filmin Erksan`ın ifade ettiği gibi ekonomik kaygılar güdülerek çekildiğini belirtir.
Batılı filmlerin çok derin tesiri altında kalan Türk sineması, kendi dilini oluşturma konusunda yaşadığı sorunu korku türünde de yaşamaktadır. Yapımcıların aşk filmlerine yatırım yapması ise bu türün gelişimini olumsuz etkiler.
Sinemamızda tek tük de olsa kendine yer bulan korku filmlerinin tarihine baktığımızda kopyası günümüze ulaşmayan Çığlık (1949) filmi bu alanda bir ilk olma özelliğini taşır. Fakat kopyası günümüze ulaşmayan bu filmi kimse izleyemediği için ilk film olarak sinema tarihi Drakula İstanbul`da (1953) filmini kabul eder. İlk düşsel korku filmi olan Drakula İstanbul`da, aynı zamanda dişleri görünen ilk vampir filmidir. Gişede dönem itibariyle iyi iş çıkarsa da, zahmetli çekimlerinden ötürü -duman efekti yapmak için bütün ekibin aynı anda sigara içip üflemesi gibi- yapımcıların bu türe zaten gelişmemiş olan ilgisini hepten soğutur.
Amerikan yapımların kuşları, şeytanı, Uzakdoğu`nun uzun saçlı kızları arasında Türk sineması korku türünde kendi mitini henüz oturmamıştır. Türkiye sinemasına benzediği söylenen Hindistan`da dahi 1970`lerin başlarından itibaren onlarca korku filmi çevrilmişken neden ülkemizde bu türde çok az film çekildiği sorusu halen tam net bir cevap verilememektedir.
2 binli yıllarla birlikte sinemamızda bu alanda bir şeyler yapmaya çalışan yönetmenler -biraz da kendi çabalarıyla- filmler üretmeye başlar. "Anadolu`da zengin bir geçmiş var. Fakat bu kaynaklar, bu geçmişi kullanılmaktansa hazır olana yönelmek daha cazip geliyor. şu ana kadar çekilen filmler kendi mitoslarımızdan yola çıkılarak çekilmiş filmler değildir.” der Scognomillo ama yönetmenler ve senaristler cinlerin, ayetlerin dünyasında dönüp durmaktadır.
Korkutanların Başucu Kitabı Kuran
İslam dini korkutmaktan çok iyiliği, güzelliği görmeye davet eder. Lakin son dönem korku türünde yapılan Türk filmleri Kuran-ı Kerim`den yola çıkarak insanları korkutmaya çalışır. Ayetlerin içerisinde alıntılanan bilgiler doğrultusunda senaryoları oluşturulan filmler, fikir olarak korkutucu olsa da, eksik yapılan araştırmalar ve izleyene verilen gerçeklik algısının zayıf oluşundan korkutmaya yetmez.
Bizde seri katiller, kurgulanmış cinayetler ya da adam öldüren kuş cinslerine pek rastlanmaz. O yüzdendir ki, Batılı anlamda yapılan çalışmalar bizi korkutmaz beyaz perdede. Hepimiz karanlıktan ve görmediklerimizden korkarız. Bu doğrultuda gerçeklik duygusunu izleyene veren yapıtlar başarı sağlayacaktır. Musallat filmi -içeriğinde ahlaka muayyen sahneleri yüzünden ailecek izlenmesini önermiyoruz- öteki âlemden olan bir cinin bu âlemden olan bir kıza aşık olmasının hikayesini anlatır. Oyuncuların gerçekten o anda o duyguyu yaşıyormuş hissi vermesi ise filmi diğer yapıtlar arasında başarılı kılar. Gereksiz birkaç sahnesi dışında cinlerle ilgili Anadolu`da çokça anlatılan hikâyelere atıfta bulanarak izleyeni korkutur. Filmin yönetmeni Alper Mestçi bu inandırıcılığı aylarca süren montaj çalışmalarına dayandırır. Bu gösterir ki, üzerine yoğunlaşarak çalışılırsa aslında iyi filmler ortaya çıkabilir.
Bizden olanı ikna edici bir şekilde anlatmayı başardığınızda istenilen sonuç alınacaktır. Türk izleyicisi sanıldığı gibi her şeyi neşeli günler kıvamında değerlendirmemektedir. Artık sinema konusunda ciddi bir izleyici profili oluşmuştur ve seçici davranılmaktadır. Bu bağlamda korku türünde yapılan çalışmaların cinleri kullanırken de, aralık kalmış bir kapının ardındakinin ne olduğunu düşündürürken de inandırıcı olması gerekmektedir.
Eylül ayında vizyona girecek olan 3 Harfliler: Marid yine cinlerin üzerinden oluşturulmuş bir hikâyesi vardır. Evli bir çiftin çocuklarına musallat olan öteki âlemden gelen bir varlığın hayatlarını kabusa döndürmesini ele alır. Hikâyesi okuyana ilginç gelse de umuyoruz ki, oyuncuları ve efektleriyle de titiz bir çalışma olarak korkutur. Anadolu`daki halk hikâyelerine bakarak, kendi kültürümüz içerisinde “biz neye korkarız” sorusunun cevabına karşılık olarak gelen metaforları ele alacak yapıtlar umuyoruz ki zaman içerisinde çıkacaktır.