Esna Beylem Bilger
"Var edilen her şey `ol` emri yani bir ses ile yaratılmıştır. Bu nedenle hepsinin özünde ritim ve ton, yani müzik vardır."
Sufi İnayat Khan
Çocuk oyuncak arabasını ince sesine verdiği o narin tınıyla sürüyor, kadın mutfakta gençliğine dokunan şarkılarla yemek yapıyor, adam yolda adımlarını sayarak dalgın dalgın yürüyor. Yaşlı bahçıvan çiçeklerini şefkatle suluyor. Bir nehir yatağının sırtını sıvazlayarak geçiyor, kuşlar sadece birbirlerine latife yapıyor… Ve bir şair kalemini beyaz kâğıt üzerinde gezdiriyor; Ritim! Ritim! Ritim!
Yazmaya başlamadan önce içinde karışık sesler işiten `yaşamak` şairi Cahit Zarifoğlu müzik hakkında bakın ne diyor; "Biliyor musunuz müzik için fazla şansım olmadı. Klasik müzik başlar başlamaz kapatılan radyoların yanında büyüdüm. Zamanla içimin iyi tanıdığı parçaları müziksiz kalınca kendi kendime dinlemeyi öğrendim. Yolda giderken alnımı yukarıya kaldırır, gözlerimi biraz kısar ve dinlemeye başlarım. Asıllarını dinlemeye dinlemeye bu yeteneği kaybettim. Yazmaya başlamadan birkaç gün önce karışık sinir bozucu sesler işitmeye başlıyorum. Orkestranın konserden önce günlerce süren bir akort faslını düşünün. Yazmaya başlayınca müzik belirir fonda." Sadece hissedenlerin duyacağı, sadece duyanların anlayabileceği ilahi bir müzik: şiir! Sonra müzmin bir uykudan uyanır gibi; "Anne havadaki müziği tut, geliyorum!"
Tanrı kulağıma bağırıyor
Alkolik babasının sevgisizliğini içinde büyüten ve duyduğu çığlıkları müzikle örtmeye çalışan huysuz Beethoven; "Tanrı bazı insanların kulaklarına fısıldar; ama benimkine bağırıyor. Bu yüzden sağırım" diyerek bir eksikliği müzikle tamamlıyor. "Herkes sessizlikte yaşadığımı sanıyor, doğru değil. Kafamın içi her zaman seslerle dolu… Ve hiç susmuyor. Ancak yazdığımda o huzuru anlayabiliyorum" diyen sanatçı, iç seslerini notaya dökerek huzurun muhteşem kıyılarında geziniyor.
Sevgisizliğini, yalnızlığını, huysuzluğunu müzikle örten Beethoven, Anna`sını da müzikle buluyor. Yirmi üç yaşındaki Anna Holds, büyük adamın hayatına tek bir nota katıyor; sevgi!
Sevgisizliğin sonrası olan sevgi, sonrasına sessizliği ekliyor... Ve "Sessizlik ruha hükmetmeye başlayınca, ruh şarkı söylemeye başlıyor…" Beethoven, sevgisizliğin iç sesini sevgiyle susturuyor.
Bir sabah güneş doğarken, ya da bir öğle vakti "gökten boşanırcasına" yağmur yağarken ölmemin var mıdır Azrail gözüyle farkı? Yaptığı müziği duyamayan sanatçı, yazdığı kelimeleri okuyamayan yazar…
Düşüncesinin peşine takılıp şehir şehir dolaşan ve düşman bir dünyadan dost kitaplara kaçan Cemil Meriç: "Sevdiğim bir insanla dinlemeliyim müziği. Sevdiğim insanla birlikte dinlediğim müziği severim. İster otobüs müziği olsun ister klasik. Fark etmez" diyor. Bir müzik sevgiyle, sevgiliyle dinlenince güzeldir kanaatinde. Bir anlamı varsa müziğin, oda çift kişilik olmasıdır yazara göre. Belki bir golün sevinci, belki `evet` cevabının heyecanı, belki bir beraat kararı mutluluğu… Şarkı işte, şarkı! şarkı!
Öğlenin bunaltan sıcağında yalın ayakların mermer taşa değen kavurucu sıcaklığı, açılan ellere dokunan dua ferahlığı, felaha çağıran ulviyet; Ses!
Tek kişilik azınlık
Quavvali müziğinin usta sanatçısı Nusrat Fateh Ali Khan ölümünden üç ay önce; "Ne zaman Allah için şarkı söylesem; kendimi Allah`la ayarlı hissediyorum ve Mekke`deki evi karşımda duruyor. Ne zaman Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) için şarkı söylesem, kendimi Medine`de onun dizlerinin dibinde hissediyorum, saygılarımı sunuyorum ve mesajını anladığımı, kabul ettiğimi söylüyorum" diyor. Müziğin ilahi imajını anlayarak ve yaptığı her müzikle Yaratıcıya bir adım daha yakın olmayı dileyerek…
Bir de Amerika`nın 1977`de müzikle tedaviyi bir bilim dalı olarak kabul etmesi ve Nihavend makamının akıl hastalıkları tedavisinde etkili olması var. Müzik dediğimiz şey biraz da farklılık değil midir, aşırılık belki ve biraz delilik. George Orwell`in "tek kişilik azınlık olma durumu" diye tanımladığı delilik yani. Bu noktada burukluğunu hayatına dipnot olarak geçen Ciorana`a kulak vermeli sanırım; "Sıradan bir ruhla doğmuştum; müzikten bir başka ruh istedim; umulmadık mutsuzlukların başlangıcı oldu" diyor ve "bir veda sistemi olan müzik, çıkış noktası atomlar değil de gözyaşları olan bir fiziği çağrıştır" diye ekliyor.
Biz; "kendini bilmez çocuklar…" Notası bozuk kentlerde kırılgan şarkılara tutunduk. Bir parça coşkuyu, coşkulu hüzünlerimizde diri tutuyoruz. Ritim içimizin kutsiyeti olmalı ki arabeskin önünde diz çökerek hayata meydan okuyabiliyoruz hâla. Yeryüzü ağıt makamında bir coşkuysa eğer; bir kaç damla gözyaşı gerek, hamd, şükür, havf ve reca gerek.
"Müzik ruhun duasıdır" diyor ya, Ömer Faruk Tekbilek. Belki de, sadece, bize duanın cevabı gerek.
Bu yazıyı yazarken Frank Sinatra eşlik ediyordu satırlara: Ve müzikle kendi yolunu çizenlere "my way" diyordu, “benim yolum”! Şimdi biraz susmalı sanırım.
Şimdi biraz şarkıya kulak vermeli. Havalar iyiden iyiye ısındı sanki ne dersiniz gerçekten yaz mı geldi?
"The record shows i took the blows and did it my way!"