Hizmet, Cenâb-ı Hakk`ın kullarından talep ettiği ictimâî bir kulluk vazifesidir. Mü`minin hayatı, mahlûkâta hizmetle bereket, mânâ derinliği ve ulviyet kazanır. Fânî bedenini Allah yolunda kurban eden kişi, ölümsüz olan rûhunu ebediyen âzâd etmiş olur. Cenâb-ı Hak onun en küçük hizmetlerine bile âhirette çok büyük mükâfatlar ihsan eder. Öyle ki, Rasûlullâh Efendimizin ifadesiyle:
“Kimin Allah yolunda bir tek saçı ağarırsa, bu, kıyamet günü onun için bir nûr olur.” (Bk. Nesâî, Cihâd, 26)
“Sabah veya akşam Allah yolunda birazcık yürümesi, onun için dünya ve içindekilerden daha hayırlı olur” (Bk. Buhârî, Cihâd, 6)
İşte bu hakikatler uğrunda bir ömür sürerek İslam tarihinde hizmetin azametini en iyi idrak edenlerden birisi olan Mevlânâ Hazretleri, muzdaribin çilesi ile derinleşen hizmet insanının yüreğinde bir mahşer kaynadığını, onu, Hakk`a açılan pencerenin önüne getirdiğini ve orada başkalarının duyup seyredemediği hakikatleri müşahade ettiğini şöyle ifade eder:
“İbadet ederek, ihsan ve ikramlarda bulunarak ve halka hizmet ederek elde edeceğin gönül gözü ile bu gördüğün çeşitli renklerden başka renkler görürsün. Âdî taşlar yerine inciler, mücevherler seyredersin. İnci de nedir ki? Sen kendin deniz olursun; göklerde seyreden, gezip dolaşan güneş kesilirsin.”