Birkaç milyon Müslüman Türk’ün yaşadığı, nâmus denilen vatan toprağına kâfir eli değmiş, yüzlerce milyon Müslüman Türk’ün kudreti, bu işgâli sonlandırmaya yetmiyor...
Geçmişin İzinde Geleceğe Yürüyen Gençlik isimli, Azerbaycan’da, Hüdâyi Vakfı’yla âhenk içerisinde çalışan Gönüllü Gençler Derneği’nin organizasyonunda, her iki ülkeden 16’şar gencin birbirlerinde misafir olmalarını içeren bir proje kapsamında, UGED gençleri olarak, Azerbaycan’daydık. Çeşitli resmî, gayr-i resmî ve kurumsal ziyaretlerde bulunduk, toplantı ve geziler yaptık, sosyal sorumluluk uygulamaları icrâ ettik.
Kuba, Şamahı, İsmayıllı, Aliabad, Şeki, Zagatala, Tiflis, Rostavi, Gardabani, 2. Köseli gibi bölgelerde özellikle Hüdâyi menşeli birimler ve Hüdâyi gönüllüsü hizmet ve gönül erleriyle bir araya geldik.
Kısmet olursa Mart ayında da biz, kardeş ülkeden 16 genç misafirimizi ağırlayacağız.
8 günü Azerbaycan’da, 2 günü Gürcistan’da geçen seyahatimizde, evvelâ başkent Bakü’yü tanımaya çalıştık. Birçok güzel vasfından dolayı kendi aramızda “Ankara mı, Bakü mü?” latifeleşmesine sebep olan bu şehirdeki ezansızlık ve câmisizlik bizi çok şaşırttı, hayli üzüldük...
Ahmet’lerin, Mehmet’lerin, Hasan ve Hüseyin’lerin, Ayşe-Fatma-Hatice’lerin diyârında, nüfusu 4 milyonu aşan kentte, biri orta yerde kapalı, diğerleri ancak kenar kısımlarda bulunan 3-4 camide ezanın okunması ve câminin bulunması, bize hayli dokundu.
Bana öyle geldi ki, birbirini kâfir îlan edip duran çeşitli grupların ürküntüsü, Sovyetler’den kalan mâneviyat kurumuşluğu, dışa bağımlı yaşanan hayat, özellikle de petrol nimetinin belirli odaklarda tekel oluşuyla oluşan gelir dağılımı uçurumu, Rusya ve İran’ın etkisi ve kıskacı gibi etkenler, insanların dînen öze dönüşlerine pek gündem olma fırsatı vermemiş.
Ama şöyle bir gerçek var ki, 1991’de bağımsızlığını elde etmiş bu ülke, Kafkaslar’dan İstanbul’a misafir gelen Müftü Selim Efendi’nin meşhur “komşusu aç iken tok oturan bizden değildir” beyanının ardından, 1992’de, Osman Nûri Topbaş Bey ve arkadaşlarının ziyaretleriyle Hüdâyi Vakfı ve bu vakfın hizmetleriyle de buluşunca, belki 100 senede elde edemeyeceği dînî ve mânevî gelişmişliği, geride kalan 24 yılda kazanmış.
Bu süre zarfında, gerek İstanbul’dan, gerek memleketinden çıkıp, buralara hizmete gitmiş tüm Hüdâyi gönüllülerine minnet duygularımı bu satırlarla ifâde etmeyi bir borç biliyorum. Onlar, Hüdâyi’nin şimdi 50’den fazla ülkeye uzanışının temelini atmışlar.
Buzlu yolda, rampada, artık yürümez olan bindiği eski aracı inip itekleyen Osman Efendi, uçağının kalkışı aksayınca uzunca bir uykusuzluğun ardından, köhne havaalanında, yan yana konulan iki sandalyeye uzanıp yatmış da, “haydin” dediği yârenleri fedâkârlıktan geri mi durmuş? Ne münâsebet!..
Kırsala gidildikçe de görülüyor ki, Rus ve Ermeni’lerin o dayanılmaz vahşilikteki katliamlarında, içerisindeki savunmasız insanlarla birlikte cayır cayır yakılan câmiler, Türkiye’den giden imkânlarla yeniden inşâ edilmiş, yanlarına medreseler, Kur’an kursları bile yapılmış.
Bir de meselenin, bu seyahatin, tarihe tanıklık yönü var ki, nasıl anlatılır? Bizim, Bakü merkezindeki şehitlik ve özellikle de Kuba’da gerçekleştirdiğimiz ziyâretler ile elde ettiğimiz bilgi ve hisler, dayanılacak cinsten bir kıvam içermiyor.
Bir araya getirilip çırılçıplak soyularak, çekiçlerle, bedenlerine çakılan çivilerle şehit edilen ve koca koca çukurlara ölü, yaralı, yarı canlı doldurulan nice vatan evlâdı... İşgal edilen köylerinde, bir bodruma saklanan kalabalığın içerisinde, ağlayıp ses etmesin diye göğsüne bastırdığı bebeği oracıkta can veren anne... Bebeğin cinsiyetine bahse girilmiş hamile kadın katliamları...
Ve Karabağ... Şu an önümüzde duran, namusumuza uzanmış lânetli bir el ve kahrolası çaresizlik...
Bir bakıma, Türkiye’mize, “hele bir kuvvetten düş, senin de doğuna çökeceğim”in numûnesi.
Birkaç milyon Müslüman Türk’ün yaşadığı, nâmus denilen vatan toprağına kâfir eli değmiş, yüzlerce milyon Müslüman Türk’ün kudreti, bu işgâli sonlandırmaya yetmiyor...
Bu proje ve ziyaretlerin, bir uyanış ve kurtuluş ateşine kıvılcım olmasını ümit ediyor, bilvesile, hem Azerbaycan’da hem de Gürcistan’da bizlere hârikulâde misâfirperverlik gösteren gönül dostlarımıza şükranlarımızı arz ediyorum.