Salih Eroğlu
Hiçbir kâfire hor bakma. Onun Müslüman olarak ölmesi umulmayacak şey değildir. Senin ömrünün sonundan haberin var mı ki ona kesin olarak kötü gözle bakıyorsun? (Mesnevi c.6, s.726)
Bana bir köpeğin çarpmasının ve artistik bir şekilde yere kapaklanmamın çok öncesiydi. Üniversite talebeliğimin ilk zamanlarıydı.
İkindi üzeri vakitlerde yurdun penceresinden gelip geçenleri izlerdim. Diğer öğrencileri gözlemleyerek onlarla ilgili çıkarımlarda bulunmaya çalışırdım.
Gözü yeni açılmış bir kedi yavrusu gibiydim. Her şey bende bilinçsizce merak uyandırabiliyordu.
Takipçisi olduğum ve beni hayrette bırakan birisi vardı gözetlediklerim arasında. Uzun, kıvırcık ve kızıla çalan sakalları, hafif uzuna çalan dağınık saçları, mütevazı ve mütebessim duruşuyla ilgimi çeken birisi. “Allah’ım” diyordum, “Bu insan ne kadar nur yüzlü. Bu kadar nur yüzlü bir komünist olması ne kadar ilginç!”
Komünistlerin yüzünde nur olmazdı benim bildiğim. Ayrıca benim zihnimde şablonlarım vardı. Bu abi de komünist şablonuna gayet uygundu tip olarak. Fakat yüzü de bir o kadar nurluydu. İçinden çıkılmaz ve çelişkili bir durumdu.
Gel zaman git zaman biz o abiyle okulun mescidinde karşılaştık ve tanıştık. Öğrendim ki sonradan “bizim tarafa” transfer olmuş. Ailesinde dini bir yaşantı yokmuş. Demek ki kendisinde gördüğüm değişik hava “bizim mahalleye” sonradan transfer olmasıyla ilgiliymiş.
Komünist olmadığını öğrendiğim nur yüzlü abi yüksek lisans yapıyordu bizim okulda. Hoş sohbet ve cana yakın biriydi. Bu yüzden zamanla onunla arkadaşlılığımız gelişti ve derin sohbetler eder olduk.
İnsanları şablonlara göre değerlendirmemek gerektiğini üniversite hayatım boyunca zamanla anladım. Gölgelerimiz değerlendirme ölçütümüz olmamalıydı. Efendimiz aleyhisselam da “Allah sizin dış görünüşlerinize değil kalplerinize bakar” demiyor muydu?
“Ta’zîm li-emrillâh” (Allâh’ın emirlerini ihtiram ile yerine getirmek) “Şefkat li-halkillâh” (Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek) prensipleri hayatımızın merkezinde bilinçli bir şekilde yer almıyorsa etiketleme ve yargılama işlemlerini kolayca yapabiliyoruz. Hepimiz birer savcı ve hâkim oluveriyoruz. Giyim-kuşamı, tavırları ya da sözleri hoşumuza gitmeyen birileriyle ilgili kolayca ve çok da düşünmeden kendi “adalet saraylarımızda” mahkûmiyet kararları verebiliyoruz. “Kendin pişir, kendin ye” gibi “kendin yargıla, kendin mahkûm et” durumu tezahür ediyor.
Hele hele şimdilerde bu durum daha da kolaylaştı. Sosyal medya mecralarında önümüze gelen “paylaşımları” doğruluğunu araştırmadan, etki analizini yapmadan, tartmadan, ölçmeden biz de “paylaşıveriyoruz”.
Bu mecralarda İsmet Özel’in bir şiirinde söylediği gibi “İnsanlar/Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” ruh hali iyice bir baskın oluyor. Duymuyoruz karşımızdaki. Anlamaya çalışmıyoruz. Bilinç seviyesinin düştüğü, kin ve öfkenin yükseldiği bir durak oluyor sosyal medya insanoğlu için. İletişim araçlarını kullanırken oluşan iletişimsizlikten doğan öfke seli, hepimizi kapıp götürüyor direnç göstermemize müsaade etmeden.
Hâlbuki “Müslüman kimliği” taşıyan bizler için adalet, merhamet ve iletişim hayatımızın vazgeçilmez değerleri arasında yer alıyor. Kimliğimiz bu değerlerle insanlığı ihya edecek motifleri barındırıyor.
“Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Bakara Suresi, 2/32) buyrulurken yaptığımız hatalı iletişimlerle “manen” öldürdüğümüz arkadaşlarımızı hangi dijital kabristana defnedeceğiz? Bunun sorumluluğunu hissetmek bizim canımızı acıtmıyor mu? Acıtmıyorsa bir “kalp doktoruna” görünme vaktimiz gelmiş demektir.