Sezai Karakoç şöyle der: “Şiir, hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.’’ Şair için ise: ‘‘Kelimedeki hayatı bulandır.” der. Ne güzel bir ifade...
Bazen şiirlerin bir içli satırında buluruz kendimizi. Kimimiz yıllar önce kaybettiği bir yakınını bulur, kimimiz bir daha kaybeder o durup duraksadığı dizelerde. Bazen sevdiklerimizi hatırlar, bazen acılarımızı tazeleriz. Misal, hasretin o mayhoşluğunu da tadarız şiirlerde, vuslatın lezzetini de. Elhasıl, şiirler çok şey anlatır anlayana...
Ehl-i kelâmın kaleminden dökülen şiirlerin bir yerinde, mutlaka bizim de bir hikayemiz vardır. Hatta, aynı şiiri okuyan birçok kişi farklı bir mana çıkarabilir. Yazan tek şey yazsa da, her okuyan kendi hikayesini o şiirde bulabilir. Demişler ya "yemek aynı yemek amma kabına göre hoştur, kabına göre nahoş" diye. Şiir de böyle bir nimettir.
Şiirin güzelliklerinden bahsetmişken, her şiir güzeldir manası çıkmasın. Elbette şiiri yazan gönülden yazmıştır ama her şiir doğruyu, güzeli anlatmayabilir. Hepsinde kendimizden bir parça da bulamayabiliriz. Hepsi kalitelidir de diyemeyiz haliyle. Ancak, öyle şiirler de vardır ki bizleri diri tutar. Heyecanlandırır. Şevke getirir. Okurken hüzünleniriz bazın. Bazen yüzümüze bir güzel tebessüm düşer. Kimisinde bilmediğimizi öğrenir, kimisinde unuttuğumuz bir hakikati hatırlarız.
Şairler sevmeyi, hüzünlenmeyi, hasret çekmeyi bilen adamlardır. Hayatı anlayan insanlardır. Bu yüzden şiirler okuyanları anlatır. Okurlarının yüreklerinde canlanır, orayı mesken bilir. Bize bizi anlatan şiirlerden birkaç parça hediyemdir, buyrunuz:
Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen
Gerçi virane isen genç-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akdemsin sen
Galata Mevlevihanesi Şeyhi, Galib Mehmed Esad Dede nam-ı diğer Şeyh Galib Efendi şöyle sesleniyor: ‘‘Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun` Yıkık döküksün ama tılsımlı bir definesin. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın; bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin...’’ Devam ediyor:
Ruhsun nefha-i cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesele-i ısi-i meryemsin sen
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.
‘‘Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin; Hakk’ın sırrısın. Meryem’in oğlu İsa gibisin. Kendine hoşça bak; sen alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.’’ diyerek umut dolu olmamızı, kendimizin farkına varmamızı istiyor üstad.
Nev’i üstad nasıl olmamız gerektiğini tanımlıyor adeta:
Nev’iyâ lâzım değil olmak filân
ibn-i filân Ma’rifet kesb eyle tâ bir âdem ol âdem gibi
Manası şudur: ‘‘Ey Nev’î gâfil olma, yanılma! Filan oğlu filan olmak gerekmez. Marifet kazan, yani kalp gözünün açılmasına bak; irfan sahibi ol; adam gibi adam ol yani; hüner budur.’’
Fennî Efendi’den okuyalım:
Mâtemin şâdî sürûrun peyrevi âlâm olur
Her şebin bir gündüzü,her rûz içün bir şâm olur
‘‘Matemden önce neş’e, sevinçten önce üzüntü olur.
Her gecenin gündüzü, her günün akşamı var.’’
Eskimezler birkaç satıra öyle çok ve öyle güzel manalar sığdırmış ki... Okudukça insanın ruh dünyası genişliyor. Her beytinde başka bir mesaj vererek yüreğimize ışık tutuyorlar adeta. Bir söz edip binlerce yıl o sözün gönüllerde yankılanması... Büyük şair olmak bunu gerektirir. Şeyh Galib’ler, Nâbî’ler, Yûnuslar, Akifler eksik olmasın hatırımızdan. Şiirler kadar güzel, şiirler kadar anlamlı bir ömür dilerim...