“Allah dağına göre kar verir” demiş atalarımız. Hiç şüphesiz, başı dumanlı bir memlekette yaşıyoruz. Şehit haberleri, memleketin orta yerinde patlamalar, baskınlar, cinayetler ve daha bir sürü şey... Hem içeride hem dışarıda zor günler geçiriyoruz. Dünyaya şöyle bir nazar ettiğimizde, her anlamda geleceğin güçlü bir devleti olma potansiyeli taşıyan ülkemiz, çetin kışlar geçiren koca bir dağ aslında. Bundandır yaşadığımız elim hadiseler. Rabbimiz muhafaza etsin...
ALIŞMIŞLIK...
Bildiğiniz üzere 7 Haziran seçimlerinin ardından ülkemizde oluşan kısa süreli iktidar boşluğunda eli kanlı malum terör örgütü, fırsat bu fırsat deyip çözüm sürecini kirli saldırılarla sona erdirmişti. O gün bugündür böylesi saldırıların ardı arkası kesilmedi. Kendi yaşadığı beldeleri savaş alanına çevirip hendekler kazarak, bu memleketi müdafaa etmeye çalışan güvenlik güçlerimizi şehit ediyorlar her gün. Okul yakıyorlar. Camilere, medreselere, Kuran kurslarına saldırıyorlar. İnsanları tehditlerle kendi saflarına çekmeye çalışıyorlar. Bir korku imparatorluğu kurmaya çalışıyorlar akılları sıra. Tüm bunlar yaşanırken maalesef memleketimizin insanları başka başka gündeme sahip olabiliyor. Alışmışlık, rehavetin en şiddetlisidir. İnsanlar alıştıkça gözardı edebiliyor bazı önemli hadiseleri. Medya, her gün şehit haberleri vermekten sıkılabiliyor mesela. Bu çok tehlikeli bir durum aslında...
Alışmışlık denen şey, vatan mefhumunun kıymetini azaltırken, eli kanlı terör örgütü durur mu` Durmuyor. Dün Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde yüreğimizi kavuran birkaç saldırıya daha imza attılar. Haber şöyle: ‘‘İlçe Emniyet Amirliği hizmet binası ve Emniyet lojmanlarının bulunduğu binaya yönelik olarak patlayıcı yüklü araç infilak ettirilmiş, patlamayla eş zamanlı olarak İlçe Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Amirliğine uzun namlulu silahla saldırıda bulunulmuştur.’’ Saldırıda 1 polis ve 5 sivil vatandaşımız şehadet şerbetini içti. Sivillerden ikisinin çocuk olduğu söyleniyor. Bunu duyduğumuzda yüreğimizin yangını iki katına çıkıyor.
Artık kendilerine tehdit olarak gördükleri asker ve polise saldırmak da yetmiyor. Gözleri dönmüş belli ki. Çocukların ve kadınların da canlarına kast etmeye başlamışlar. Aylardır devam eden hendek mücadelelerinde belleri büküldükçe; dağda, ovada, şehirde güçlerini yitirdikçe sivilleri hedef almaya başladılar. Tükeniyorlar evet. Çırpınıyorlar. Ama tükendikçe daha da çirkinleşiyorlar. Daha kirli bir mücadeleye girişiyorlar. O her fırsatta söyledikleri ‘‘onur mücadelesi’’ kavramının neresine sığıyorsa, daha yaşına değmemiş bir çocuğu katletmek? Olmayan onurun mücadelesidir demekki sivillere dokunmak.
Bilmem kaç tane akademisyen bir araya gelip, bütünlüğümüze kast eden bir bildiri imzalıyorlar. Ne diyorlar: ‘‘Dedelerinizin kanı ile sulanmış bu toprakları bırakın, müdafaa etmeyin. Kimin beslediği belli olmayan terör örgütlerine teslim edin. Vatanınızdan vazgeçin! Teröristleri öldürmeyin! Biz bayrak dikeceğiz, bu topraklar bizim!’’ diyorlar bir bakıma. Peki biz ne yapmalıyız?
Demeliyiz ki: ‘‘Her gün canına kast ettiğin, evlatlarını yetim bıraktığın o askerler, polisler, senin ailen daha rahat nefes alsın diye oradalar. Sen hangi davanın peşine düştüğünü bilmezken, sıktığın her kurşun kendi anne babanın kulağında yankılanıyor. Biraz düşün! Senin yüzünden evini yurdunu terk eden insanlara (senin yakınlarına) kim kol kanat geriyor, gör biraz.
Susadığında suyunu içtiğin, acıktığında aşını veren devlete kastın ne` Dünya bir olup bize kast etmeye çalışmışken bir bir karış vermemişiz, bir avuç çapulcuya mı bırakacağız o toprakları? Adam gibi okulunu okuyup, işini yapıp insanlığa bir faydan dokunması gerekirken, almışsın eline gavur icadı silahı, hendekler kazıp pusular kuruyorsun. E ahmak kardeşim, dünyanın dört bir yanında umut ışığı olan o ay ve yıldız, senin beldene karanlık olur mu hiç` Dünya mazlumları dua ediyorken bu devlete, senin iki kurşununla sırtımız yere mi gelecek`
Sen, sana silah verip, ekmeğini yediğin devlete saldırmanı isteyenlerin yalanlarına kanarsın ama cesedini ay yıldızlı al bayrağın dalgalandığı memleketin toprağına gömerler!’’
Demeliyiz ki: ‘‘Anladık, toprak istiyorsun. Bayrak istiyorsun. Devlet istiyorsun. Askerleri, polisleri şehit ediyorsun. Bilmiyor musun biz bir gider bin geliriz! Güneş balçıkla sıvanır mı` Anladık polisle, askerle ve dahi devletle meselen var. Peki günahsızları katletmenin sebebi ne? Derdin ne yaşına değimemiş çocuklarla? Annelerden ne istediniz? Siz bu gidişle çok hendekler kazarsınız çok...’’
Sözün özü, bu memleketin çocukları şehit olurken susmak zuldür. Bilmem kaç tane akademisyen, ne idüğü belirsiz davalar güdüp garip bildiriler imzalıyorsa bize de çok söz düşer. Başımızı iki elimizin arasına alıp ince ince düşünmek, yeri geldiğinde söylemek ve en önemlisi her dem sevmek gerek bu vatanı. Onları askerimizin kurşunundan çok bizim sevamız kahreder zira. Bizim memleket derdimiz perişan eder hepsini. Duamız perdeleri kaldırır. Hendekleri başlarına böyle yıkılır Allah’ın izni ile.
Bu cennet vatanı binbir çileyle müdafaa edip şehit olan askerimize, polisimize Rabbimizden rahmet diliyorum. Halen mücadeleye devam eden asker ve polislerimize ise Abdurrahim Karakoç üstadın bir şiirini hediye ederek tamamlayayım yazımı:
Tamam mı?
Unutma, tez geçer zulmün ezası
Sabretmeyi bileceksin; tamam mı?
Yiğide ar değil bahtın kazası
Hakk a teslim olacaksın; tamam mı?
Geri dönmek yoktur güneş doğmadan
Rahmet nuru karanlığı boğmadan
Hakikat yolunda boyun eğmeden
Gerekirse öleceksin; tamam mı?
Yenilir mi inanmışın imanı?
Böyle bir gerçeğin olmaz gümanı.
İnşallah başlarsa hesap zamanı
Haklarından geleceksin; tamam mı?
Yolumuz her zaman Allah yoludur
Bu yoldaki ölüm oğul balıdır
Hak, haklının en mukaddes malıdır
Vermezlerse alacaksın; tamam mı?
Çevirmez âhını Allah öksüzün
Pek basittir devrilmesi köksüzün
Her kim olsa haksızlığı haksızın
Suratına çalacaksın; tamam mı?
Uyuşukluk şifa bulmaz illettir
Korkaklık en adi en pis zillettir
Adalet ne güzel ne hoş nimettir
Hep doğruyu bulacaksın; tamam mı?
Yalana hayır de gerçeğe evet…
Mücadele şarttır, kalsan da tek fert
Bir de ötesi var buranın elbet
Nasıl olsa güleceksin; tamam mı?
Abdurrahim Karakoç