Muhacir ve mülteci. Aralarında bir fark var mı? Muhacir TDK’da göçmen anlamına geliyor, mülteci ise sığınmacı. Sizce hangisi doğru? Onlar neden göç ediyor? Göç edelim, vatan medeniyet uygarlık görelim diye mi yoksa zalimden kaçıp emin ellere sığınmak, mazlum olmamak için mi göç ediyorlar? Bence onlar hem mazlum hem de göçmen. Onlar “Tarih tekerrürden ibarettir.” sözünün canlı kanıtları. Asr-ı Saadet`te de bu sahneyi görmüştü insanlık.
Zalimlerin efendisi Ebu Cehil’den, alemlerin efendisi Peygamber Efendimiz’in metfun bulunduğu yere göç etmişti sahabî. Sahabî doğacak bir çocuğun sancısını çekmişti hicret evvelinde. İşte bugünde dünyanın içinde bulunduğu içler acısı durum bunun sancısıdır. Nur topu bebek doğmadan önce çekilen sancı. Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce nasıl Moğol sancısı vardı, şimdi de Esad’ın sancısı. Eskiden moğol yakıp yıkıyordu şimdi de Esad. Şimdi tarih tam da Suriye’de tekerrür ediyor.
Suriye… Orta Doğu’nun kararmış incisi. Çölün denizle, denizin tarihle buluştuğu, tarihin en büyük başrol oyuncularından birisi. Yazının kanunların, astronominin ve daha nice unsurların ortaya çıktığı coğrafya. Ecdadımız Osmanlı’nın tam dört asır yönettiği ve Hüseyin b. Ali’nin –İngilizler ’in desteklediği- isyanla sınırlarımızın dışında kalan perişan mekân.
Suriye… Beşşar Esad’ın zulmüne uğrayan kara inci. İnciler beyaz olur, ancak Esad’ın kalbinin kara leke ülkesini de kararttı. Halep, Şam gibi bedbaht kentler tarumar oldu. Tarih Esad’ın zulmü karşısında ezildi. Bembeyaz inci, kömür karası kesildi. Yazık…
Suriyeli muhacirler vatanlarını terk etti. Vatan hasretini bir onlar bir de gurbetçiler bilir. Evleri yıkıldı, okulları yandı, belki de camileri yerle bir oldu. Bunları yazması da söylemesi de çok kolay lâkin birazcık empatiyle tamamen olayın vahameti belli oluyor.
İnsanlar ölüyor dostlar hem de kendi devlet başkanları tarafından ölüyor. Sadece biraz tasvir edin; bir gece oğlunuz, kızınız, eşiniz hep birlikte babanızın evine ziyarete gidiyorsunuz ve geceyi orada geçireceksiniz. Sabah çayınızı yudumlarken evinize varil bombası düşüyor. Uçaklar mahallenizi bombalıyor. Kendi vatanının askeri kendi milletini vuruyor, ananızı, babanızı evlatlarınızı herkesi katlediyor ve koskoca aileden bir tek siz kalıyorsunuz. Ne yapardınız? Ben çıldırırdım galiba. Hayal etmesi bile korkunç iken bu insanlar yıllardır bu anı yaşıyorlar. Yıllardır insanlar ölüyor, insanlık ölüyor.
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri1 !” ayetinde Rabbimiz bizi birtakım imtihanların beklediğini bildiriyor. Şuan dünya büyük bir imtihanın tam da ortasında bulunuyor. Dünya Orta Doğu’da bulunuyor.
Başta ABD, Rusya, İngiltere, İran; ipini koparan Orta Doğu’dan pay alma kafasında. Türkiye’miz de bu gizli oyunun başrol oyuncularından. Bizde bu büyük oyununun içindeyiz. Oyunun adı Game of the Middle East. Bu oyunun kurallarını kim yazıyor bilinmez ama zor bir oyun olduğu kesin.
Bütün Dünya barış için orada bulunuyor. Oraya cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını götürmek için toplanmışlar. (!) Ne kadar da güzel değil mi? Ancak barış götürecek olan batı, bir kilo şekerin 445 TL olduğu Madaya’da bir hastane başhekiminin acil yardım mektubuna e-mail ile “24 Aralık 2015 saat 17.00’dan ofis dışındayım. BM, 25 Aralık`ta kapandı. 27 Aralık ile 30 Aralık arasında resmi tatildeyiz. 31 Aralık`tan 4 Ocak 2016`ya kadar ise senelik izindeyiz. Hepinize iyi tatiller. Bu bir otomatik mesajdır. Tekrar mesaj attığınızda aynı cevapla karşılaşacaksınız.” cevabı gönderiyor. Ne kadar da güzide bir cevap. Ne kadar da biz insanlara yakışan bir cevap. Gerçekten yazıkmış, medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavara…
Kendinizi bu babanın yerine koyun. Eşi yok, tek çocuğu kalmış. Onun ise tek bacağı kesilecek ancak narkoz yok. Dostlar narkoz olmadan diş bile çektiremeyiz. Bizler bu acıya dayanamaz iken bacağı narkozsuz kesmek de nedir? Bu sadece tek bir fotoğraf. Bu sadece tek bir “İşte o an.” Bu anılardan daha kaç tane var, daha kaç çocuk narkozsuz ameliyat geçirdi, daha kaç anneye “Annee” çığlığı atıldı? Daha kaç babanın eli son defa öpüldü? Bizler evimizde otururken, yediğimiz yemekleri beğenmemezlik yaparken, annemize ”Üüf annee” derken; hastanede narkoz bekleyen, yiyecek lokma bulamadığı için sokak hayvanlarını avlayan, annesini toprağa gömerken “Anne…” diye ağlayan çocuk vardı? Unutmayın bu dünya kimselere kalmaz, ne size ne de bize.
Üstad Necip Fazıl ne güzel demiş “Üç kuruşluk dünya için gayret üstüne gayret, ebedi hayat için gayret yok hayret! “ Avrupa varını yoğunu dünyaya yatırıyor ve bunun için her şeyi yapıyor. Bir yandan barış elçisiyiz diyorlar bir yandan her yönüyle dünyayı kirleten kara bir yağ olan petrol için nice annenin gözünü yaşa buluyorlar. Onlar gâvur, gâvurluklarını yapıyorlar da bizler Müslüman iken Müslümanlığımızı yapıyor muyuz?
Gerçekten Din-i Mübin-i İslam’a mensupsak üzerimize düşen neyse onu yapmalıyız. Onların üstüne düşen bombayı kaldırmalı, dinimize yakışanı, Osmanlı’nın torununa yakışanı yapmalıyız. Peygamber Efendimiz bu devirde yaşasaydı ne yapardı? İşte onu yapmalıyız.